Komutan yerinden kalkıp Serbey'in yanına doğru yürüdü. Salondan çıt çıkmıyordu. Söyleyeceği şeyleri dikkatle dinleyebilmek için kıpırdamıyorduk bile.
-"Öncelikle Serbey'e kibarlığından ötürü teşekkür ediyorum. Bir liderin kendini herhangi bir konuda yetersiz görüp sözü başkasına devretmesi alışık olunan bir durum değil" dedi kibarca.
Serbey yanımdaki boş sandalyeye geçip oturmuştu. Masanın altından elimi tuttu.
-"Bildiğiniz gibi akşam önemli bir davet var ve bu durumun bizlerde sıkıntı yarattığı aşikar. Birazdan bazı önemli noktalara değineceğim. Sorularınızı konuşmamın bitiminde yanıtlamam daha iyi olur."
Önünde duran bardaktan bir yudum su içti. Salondan hala çıt çıkmıyordu.
-"Öncelikle; bazı kurallardan bahsetmek istiyorum. Kıyafetleriniz olabildiğince şık olmalı. Erkeklerin smokin tercih etmesi iyi olur. En kötü ihtimalle, düzgünce ütülenmiş yeni bir takım elbise... Meli ve Luna, oradaki kadınlar çok abartılı kıyafetler giyecektir fakat siz göze batmamalısınız. Biliyorsunuz ki, onlarda bekar erkekler, evli bekar ayrımı yapmadan hanımlara sarkıntılık yapabiliyor maalesef..."
Serbey tuttuğu elimi, farkında olmadan sıkmaya başlamıştı. Duydukları karşısında gerildiği için bilmeden yapıyordu. Elim çok acımıştı. Çekmeye çalıştım fakat yapamadım.
-"Serbey!" dedim sertçe. Bana döndü. Göz göze geldik fakat burada değil gibiydi.
-"Serbey elimi acıtıyorsun!"
Bir anda elimi bıraktı ve ayağa fırladı. O kadar hızlı kalkmıştı ki sandalyesi geriye doğru devrildi.
-"Ne demek istiyorsun komutan!?" diye bağırdı. Siniri komutana değil, duyduklarınaydı. Komutan yüzünü bana çevirdi.
-"Bilmiyor mu?" diye sordu.
Bilmiyordu. Söylememiştim. Fırsat olmamıştı. Konu hiç oraya gelmemişti. İçimden anlatmak da gelmemişti.
-"Bilmiyor" dedim zor duyulan bir sesle.
-"NEYİ BİLMİYORUM LUNA!?" diye bağırdı. Dehşet içinde bana bakıyordu.
Herkes bize dönmüştü. Bense, durumu ona nasıl anlatacağımı düşünüyordum. İmdadıma Kamo yetişti. O da bu konuda pek sakin kalamazdı gerçi...
-"Sayın komutan, siz olmasanız ben neler neler söylerdim de... Olabildiğince uygun bir dille anlatacağım."
Kamo ve uygun bir dil...
-"Dostum, şimdi bu herifler, sadece herifler de değil karılar da, eğer kendi eşleri yoksa, çünkü kendi eşleri konusunda aşırı hassaslar, diğer herkesi potansiyel orospu olarak görüyorlar. Orospu olarak görülen sadece kadınlar değil, erkekler de..."
-"Pek de kibar olmadı Kamo" dedim araya girerek.
-"BIRAK ANLATSIN!" diye kükredi Serbey.
Sustum.
-"Ne diyordum... Mesela yetmiş yaşında bekar bi teyze, otuz yaşında genç bir adamı eş olarak isteyebiliyor. 'Hayır' deme hakkın yok... Ya da ne bileyim... Genç bir adam, evli barklı bir kadını beğenirse, kadının evliliği feshediliyor falan... Klasik; "Birinci Ada İmtiyazları"... Hatta ben, bizim hanımlar bugüne kadar nasıl bekar kalmış şaşkınım. Hadi Meli, komutanın himayesindeymiş, yenge sen nasıl kapılmadın anlamadım. Gerçekten Luna ya, seni ilk gördüğümde onu düşünmüştüm. Hem böyle güzel olup hem o pisliklerin ağına düşmemeyi nasıl başardın cidden??"
Serbey de cevabı merak etmiş olacak ki bana döndü. Gözlerinde şimşek gibi çakan soru işaretleri vardı. Ne düşünüyordu acaba, ondan sakladığım eski bir evliliğim falan olduğunu mu!?
-"Beni yabaniliğim kurtarmıştır" dedim. "Evden nadiren çıkıyordum. Çıktıysam da işlerimi halledip oyalanmadan eve dönüyordum. 'Ne kadar az insan, o kadar çok mutluluk' derim hep..."
Verdiğim cevap yetersizdi. Farkındaydım. Ben de konuyu büyük bir hızla diğerlerine paslayıp kendimi kurtardım.
-"Ya sizler???" dedim. "Eşleriniz için çok korkmuşsunuzdur siz de..."
Onların eşleri akşam davetli değildi. Hiçbirinin gündemi bu değildi. Bir tek Serbey ve Kamo tam gündemin ortasındaydı. Ben ve Meli yüzünden. Yine de onlar da söz alıp birşeyler anlatmaya başladı ve ben anlık da olsa nefes alabildim. Gerçekten "anlık" oldu. Yaklaşık iki saniye sonra düzelttiği sandalyesiyle Serbey belirdi yanımda. İnanılmaz sinirliydi hala... Diğerleri aralarında konuşmaya başlayınca hıncını direkt benden çıkarmaya karar vermişti.
-"Bunu bana neden söylemedin Luna!?" Dişlerini sıkarak konuşuyordu.
-"Nasıl söyleyeyim? Ne diyeyim mesela? 'Serbey biz seninle evleniyoruz ama Birinci Ada'dan seni ya da beni beğenen biri çıkarsa, onun eşi olmak zorundayız' mı diyecektim??"
-"Evet, tam olarak bunu söyleyecektin!!!"
-"Ne işe yarayacaktı bunu söylemem? Neyi değiştirecekti??"
-"BU KADAR HAZIRLIKSIZ YAKALANMAYACAKTIM!!!"
Bir anda salondaki bütün konuşmalar durdu. Şaşkınlıkla bize bakıyorlardı. Ne olduğunu anlamamışlardı. Neden liderleri eşine sinirliydi ki? Kadının ne suçu vardı? Kadının bir suçu yoktu evet ama kocasını iyi tanıyordu. Kocası da aslında ona değil, geldiği adalara sinirliydi. Her şey ama her şey çok adaletsizdi. Yine de herkes, her şey normalmiş gibi yaşamaya devam ediyordu. En sinir bozucu olan da buydu. Adaların birine havadan insanlar bırakılıyordu. Ölüme terk ediliyorlardı. Diğerinde, sefalet içinde bir yaşam savaşı vardı. Burada ise; evlileri boşatıp kendilerine eş yapıyorlardı. Akıl sağlığı yerinde olan bir insan, tüm bunları nasıl normalleştirebilirdi ki?? Serbey sinirlenmekte haklıydı. Hem de fazlasıyla... Onu çok seviyordum. Şansımdı. Bu sefer ben tuttum elini sıkıca, gözlerinin içine sevgiyle baktım.
-"Haklısın, özür dilerim" dedim.
Uzun süredir bizi büyük bir sabırla bekleyen komutanın sesini duyduk.
-"Nerede kalmıştık... Kıyafetler... Yanında davete uygun kıyafeti olmayanları izinli sayacağım. İkinci Ada'ya gidip satın alabilirsiniz."
-"Ben gideceğim!" diye atıldı Kamo. "Giyecek hiçbir şeyim yok!"
Kıyafeti dert ettiğini hiç sanmıyordum. Ona kalsa sırf gıcıklık olsun diye eşofmanlarla gidebilirdi davete. Büyük ihtimalle, hazır fırsatını bulmuşken, Meli'ye yüzük alacaktı.
Komutan Kamo'yu duymamış gibi konuşmasına kaldığı yerden devam etti;
-"İkinci olarak yemek konusuna gelelim. Her şeyden çok fazla çeşit olacak. Daha önce görmediğimiz yemekler de... Olabildiğince az ve türleri birbirine karıştırmadan yiyin. Bizim midemiz onlar gibi soslu balık&hindi karışımlarına, meyve püreli sakatatlara alışık değil... Mideniz rahatsızlanabilir."
Daha yemeden kusacak gibi olmuştum zaten... Değişik tatlar geliştirme arayışı bir süre sonra saçmalıklara itiyordu insanları demek ki...
-"İçki meselesine gelirsek... Alkol oranları tahmin edilemeyecek kadar yüksek... Kokteylleri aşırı şekerli şuruplarla servis ediyorlar. Alkolün sertliği anlaşılmıyor. Hafif bir karışım içtiğinizi düşünürken çarpılabilirsiniz. Dikkat edin."
Ben içsem içsem en fazla bir iki kadeh şarap içiyordum. Serbey, alkollü içecekleri benden de az tüketiyordu. Kendinde olmama durumundan nefret ediyordu. "Hele de bir eşin ya da çocukların varsa ekstra uyanık olman gerekir" diyordu hep... Dolayısıyla bizden yana korkum yoktu.
-"Büyük ihtimalle bol bol iltifat alacağız. Abartı ifadelerle övgüler düzecekler. Unutmayın ki, samimi değiller. Onlar abartmayı sever. Hiçbir duyguyu kendi içlerinde yaşamaktan hoşlanmazlar. Bunu üstüne basa basa söylememin sebebi, gayet dost canlısı gözükürken küçücük bir ayrıntıya takılıp sizi gözlerini kırpmadan ölüme gönderebileceklerini unutmamanız."
İçim ürpermişti. Olduğum yerde titredim.
-"Üşüyor musun?" diye sordu Serbey. Kollarımın açıkta kalan yerlerine baktı. "Tüylerin de diken diken olmuş."
-"Yok ya, üşümek değil de... Duyduklarım kanımı donduruyor" dedim.
Yaklaşıp saçımdan öptü. İçinde fırtınalar kopuyordu ama belli ki bir iç hesaplaşma yapmıştı ve benim bir suçum olmadığına kanaat getirmişti.
-"Eklemek istediğim bir şey daha var" dedi komutan. "Verdikleri görevin detaylarıyla ilgili ağzınızı aramak isteyeceklerdir. Öyle bir durumda topu bana atabilirsiniz. 'Komutan süreçle ilgili bilgi vermemizi hoş karşılamıyor. Öğrenmek istediğiniz bir şey varsa ona sorabilirsiniz' gibi..."
Suyundan bir yudum daha aldı.
-"Sorusu olan var mı?" diye sordu. Kimseden ses çıkmıyordu. Sorusu olan varsa da, konuşacak enerjiyi bulamazdı zaten... Hepimizin içi çekilmiş gibiydi. Komutan artık sözlerini bitiriyordu;
-"21 gibi davet yerinde oluruz. Kendilerine eğlence aradıkları için, daha geç saatte ayrılmamız için ısrarcı olacaklardır fakat 23'ü geçirmeden araçlara binmiş olacağız. Bu konuda kesinlikle esnek değilim. Fazladan zaman, fazladan risk demek, unutmayın."
Meli sesli bir şekilde içini çekti. Kamo hemen kendini dikleştirip elini sevdiği kadının omzuna attı. "Merak etme, ben hep yanındayım. Seni korurum" tutuşuydu bu... Fakat maalesef, içinde bulunduğumuz durumda kimse kimseyi koruyamazdı. Herkes tek başınaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantastikZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...