Anlattıkça acı çekiyordum aslında. Yine de içimden bir ses garip bir şekilde anlatmanın bana da iyi geleceğini söylüyordu.
-"İkinci Ada'ya gelelim artık. Zorunlu askerleri saymazsak, yalakalardan oluşan adaya... Birinci Ada'nın dalkavukları... Eğer bir yerde görgüsüz insanlar varsa, sahip olduklarını gözlerine sokacak başka insanlara ihtiyaç duyarlar. Kendilerini tatmin etmek için sadece gözlere sokmak da fayda etmez. O gözlerde imrenme ve hayranlık da görmek isterler. Bu tip insanları da yakınlarında tutarlar. Yakınlarında ama yanlarında değil, her zaman değil bazen, canları isteyince orada olmalılar ama canları istemiyorsa görünmez olmalılar. Adanın hepsi doğrudan Birinci Ada'ya bağlı çalışanlar. Bir kısmı biraz önce dediğim gibi asker, farkındaysan bu adada senden başka genç adam yok. Çünkü hepsi toplanıyor ve asker yapılıyor. Dışarıdan ve diğer adalardan gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı sürekli tetikteler. Geceleri dönüşümlü olarak üçer saat uyuyorlar. Gündüzleri eğitim ve sporla geçiyor. Senin boyun kaç?"
-"1,92 sanırım."
-"1,90 ve üzerini, eğer de senin gibi yapılıysa, sağlık kontrollerinden geçirip özel güvenlik yapıyorlar daha çok... Etraflarında yapılı adamlar görmek onları güvende hissettiriyor."
-"Beni ne zaman keşfederler sence?"
-"Bu adadan bilgi sızacak önce seninle ilgili ki, büyük ihtimalle sızmıştır. 'Tekneyle dışarıdan bir yerden gelen genç adam" falan diyorlardır sana. Üstelik sürekli bahçedesin, burada da görüyorlar. Otomatik olarak ben de suçlu oluyorum ama umrumda değil, hatırlıyorsan bıktığımı söylemiştim. Neyse ne diyorduk; bilgi verildiğinde önce bu adadan o adaya kurulmuş bir tuzak mı diye incelemeye geleceklerdir. İkinci Ada'daki askerlerden söz ediyorum. Birinci Ada'dan kolay kolay teşrif etmezler diğer adalara çünkü... Seni bulacaklar, tehlikesiz olduğunu anladıklarında yanlarına alıp gidecekler. Sağlığın yerindeyse bu cüsseyle özel güvenlik olacaksın dediğim gibi... Yeni mesleğini şimdiden kutlarım."
-" Ya tehlikeliysem?"
-"Nasıl yani?"
-"Tehlikeli olmadığımı anlayacaklardı ya... 'Ya tehlikeliysem' diyorum."
-"Ölürsün."
-"Tehlikeli olduğumu saklarsam?"
-"Ne demeye çalışıyorsun??"
-"O kadar kötü bir hayattan sonra başka meselelere bulaşmadan yaşamak istiyorum da... Bir çözüm yolu bulmaya çalışıyorum. Anlattığın türde insanların korumalığını yaparak ömrümü geçiremem."
-"Geçireceksin. Beşinci Ada'ya düşmek istemiyorsan tabi..."
-"Daha ikideyiz ve ben şimdiden pes ediyorum."
-"Sen demiştin, geldiğin yere göre iyiydi burası. Çok iyiyi aramak yerine, biraz iyiyle idare edersin artık, n'apalım..."
Çok acıkmıştım. Adalar umrumda değildi. Tek istediğim beni mutlu edecek birşeyler yemekti. Anneannem ne zaman beni iştahla yemek yerken görse; "Seninki duygusal açlık, annen ve babanın boşluğunu yemeklerle kapatmaya çalışıyorsun yavrum. Biraz az ye..." derdi. Haklıydı da... Yemek yemek içimdeki acıları dindiriyordu.
-"Neden sustun?" diye sordu.
-"Çok acıktım. Ada otlarını kavurup üstüne yumurta kırıp yesek şahane olmaz mı?" dedim.
-"Otları yolup çiğ çiğ de yiyebilirim şu an, o kadar açım."
Gülmüştüm. Ben gülünce o da güldü. Gülünce gözleri de güldü. Gerçek bir gülüştü bu. Yemeği hazırlamak için içeri geçtim. Arada bir, açık olan ev kapısından ona bakıyordum. Bahçeyle ilgileniyordu o da şimdi. Benim gibi konuşmuyordu ama... Büyük bir ciddiyetle yaprakları inceliyordu. Yapraklardan gözünü ayırmadan içeri seslendi;
-"Bahçedeki salyangozlar yaprakları yiyor. Hepsi ısırık içinde... Ne yapsak? İlaçlama falan mı?"
Sinirlerim tepeme çıktı. Otlar kavrulurken elimdeki tahta kaşıkla dışarı fırladım.
-"Burada ilaçlanacak bir canlı varsa o da sensin! Ne idiğin belirsiz! Belki hastalık taşıyorsun belki bambaşka bir türsün! Nereden geldiğin de belli değil zaten!"
-"Evet, salyangozlar kalsın..."
Bu sorun da çözüldüğüne göre otların üzerine yumurta kırabilirdim artık. Sahi bu kendini ne sanıyordu? Yakında almaya gelirlerdi zaten. Ben de standart hayatıma geri dönebilirdim. Standart ve sıkıcı hayatıma... Standart, sıkıcı ve kimsesiz...
Yemeği yine küçük bahçe masasında karşılıklı yerken sokaktan geçen teyze ve amcaların şüpheli bakışlarına maruz kalıyorduk. Hepsinin bakışlarında aynı soru vardı; "Kim bu adam?"
-"Yemek şahane olmuş. Teşekkür ederim. Ben masayı toparlar, bulaşıkları hallederim. Bedavaya kaldığım bu eve biraz katkım olsun. Sonra laf yemeyeyim."
-"Gereksiz yere söylenmem ben bir kere! Eğer kızdıysam, kızılacak bir şey yapmışsındır. Sen kim, bahçedeki salyangoz arkadaşlarımdan şikayet etmek kim!..."
-"O konu kapanmamış mıydı yaa?"
-"Hayır efendim kapanmadı. Kapanmayacak da... Tatlı yemek istiyorum şu an mesela çünkü neden? Çünkü beni sinir ettin."
-"Bence her şey yolunda olsaydı da tatlı yiyecektin. Benimle bir ilgisi yok."
-"Seni almaya neden gelmiyorlar bunlar!?"
-"Başka kimler vardı İkinci Ada'da?"
İkinci Ada'da kimler yoktu ki... Birinci Ada'nın işine yarayacak herkes; elektrikçiler, tesisatçılar, kominikasyon sorunlarını çözebilecek görevliler. Birinci Ada'dan gelecek sorunları hızla çözebilecek herkes yani... Hepsini detaylıca anlattım Serbey'e. Çok dikkatli dinliyordu. Çok çabuk adapte olmuş gibiydi. Bu beni biraz düşündürüyordu. O kadar yoldan, yorgunluktan, kafa karışıklığından sonra nasıl bu kadar metanetli olabiliyordu? Üzerinde bulunduğumuz Üçüncü Ada'yı anlatmayı ertesi güne bıraktım. Günün geri kalanında bu garip adamı çaktırmadan gözlemleyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasyZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...