Son günlerde eve daha fazla girip çıksa da hala bahçedeki çadırda kalıyordu. İnsanlar da evimin önünde yaşayan bu yabancı adama alışmaya başlamışlardı. Hatta bir sabah kalkınca şöyle bir sahneye bile şahit oldum;
-"Teşekkürler, bir ihtiyacım yok, her şeyim var."
-"Serbey?"
-"Karşı çaprazdaki komşu... Nasıl olduğumu merak etmiş."
-"Seni oraya zincirleyip kölem yaptım falan mı sandılar acaba?! Ne olabilir yani?! Aç mı, susuz mu bırakacağım seni?? Nasıl bir ihtiyacın olabilir?! Neye ihtiyacın var senin çok pardon?!"
-"Benim gerçekten de bir şeye ihtiyacım yok."
-"E bir zahmet... Bahçemi açtım sana, yemeğimi, suyumu paylaştım. Daha ne yapabilirim ki?!"
-"Evet, teşekkür ederim. Her şeyi yapıyorsun."
-"Sorun hala bahçede çadırda yatıyor olmansa eğer, onu da çözelim hemen şu anda!"
-"Nasıl çözelim?"
-"Artık çadır madır yok. Evde benimle kalacaksın."
-"Sen şu an, bana selam verip halimi hatrımı sorma cüretini gösteren komşu amcaya kızıp ne dediğini bilmiyorsun bence, sinirin geçsin öyle konuşalım."
-"Yoooook! Ben sinirli olmadığım gibi, verdiğim kararların arkasında da çok duran bir insanım. Sen bilmezsin, nereden bileceksin ki bu kadar az zamanda! Alt tarafı iki hafta oldu. Nasıl olabilir iki hafta ya?!? Seni neden kimse gelip almıyor?? Koskoca iki hafta geçmiş ve..."
-"Çadırı topluyorum o zaman."
-"Topla!"
-"Emin misin?"
-"Çok!"
-"Tamamdır."
Oldukça yavaş hareketlerle çadırı söküp katlamaya başladı. Her an fikir değiştireceğimi düşünüyor gibiydi. Hiç de değiştirmeyecektim. Ben de artık onu yanımda istiyordum. Yanımda dediysem, evin içinde ama kanepede.
Öğlen her zamanki gibi geçti. İkimiz de ayrı ayrı oyalanmaya, samimiyeti ilerletmemeye çalışıyorduk. Yakında sonlanacaktı her şey çünkü... Akşama doğru ise hiçbir zaman unutamayacağım o bağırış duyuldu;
-"3B23056!!"
Vakit gelmişti demek...
Tekrar aynı haykırış;
-"3B23056!!"
Kapının önüne çıktım.
-"Benim... Neler oluyor??"
Karşımda üç tane yüzlerinden ciddiyet okunan zorunlu asker vardı. Belli ki zamanında onlar da bir yerlerden rızaları dışında alınmış ve Birinci Ada'nın selameti için asker yapılmışlardı. Temiz yüzlü, keskin bakışlı, iri yarı üç genç adam. Antrasit üniformalarının içinde sadece görevleri neyse onu yapıyorlardı. Büyük ihtimal Birinci Ada'daki herkesten nefret ediyor ve adalar arası eşitsizliğe onlar da üzülüyorlardı.
-"Bu evde sizinle yaşamakta olan yabancıyı almaya geldik."
O sırada Serbey hiçbir şeyden habersiz arka odadaki çamaşır makinesiyle cebelleşiyordu. Çok gürültülü çalışmasının normal olmadığını düşünmüş ve düzelteceğini iddia etmişti. Yarım saat geçmişti ama ortada, düzelmeye dair bir emare yoktu.
-" Biliyorum göreviniz fakat o buralı değil. Adaların kurallarına hakim değil. Ne yapacağını bilmiyor ve akli dengesi de pek yerinde değil."
-"Buradayım" dedi Serbey. "Akli dengem de yerinde."
-"Bizimle gel, önden yürü!" diye emir verdi ortadaki asker tamamen ifadesiz bir şekilde.
-"Tamam geleceğim. İki dakika verebilirseniz eğer, bir tuvalete girmem gerekiyor da..."
-"Çabuk!" dedi aynı asker.
Hızlıca içeri yöneldi. Ben de arkasından eve girdim. Bir anda bana dönüp;
-"Çamaşır makinesini hallettim!" dedi salak bir sevinçle... Ne büyük bir haber!!
-"Çamaşır makinesi umrumda değil! Gidiyorsun farkında mısın!? Gidiyorsun!!"
Ağlamaya başladım. Bu üçüncü oluyordu.
-"Luna, bak bana, evet gidiyorum ama döneceğim. Bu sefer sana karşı daha rahat olacağım. Her an gitme korkusu olmadan hep yanında olabileceğim bir planım var ama zaman alacak. Adadan adaya geçişler falan... Anlattığın gibiyse biraz uzun sürecek."
-"Adadan adaya derken?! SÖZ VERDİN!"
-"Verdim."
-"Oraya gitmeyeceksin."
-"Gitmeyeceğim."
-"Buraya geleceksin."
-"Geleceğim."
Gitti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasiaZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...