Toplantıdan çıkıp kütüphaneye gittim. Bir iki tane kitap alıp oyalanmadan odaya döndüm. Serbey geldiğinde beni odada bulsun istiyordum. Geçen sefer çok korkmuştu. Kocaman adamı, yokluğumla, küçücük bir çocuğa dönüştürebiliyordum. Yatağın kenarındaki sandalyeye oturdum. Ayaklarımı küçük sehpaya uzattım. Kitabı okumaya başladım. Bir saat kadar okumuşumdur. Kitabın üçte biri bitmişti. Daha fazla okumak istemiyordum. İçinde bulunduğumuz durumun tam tersi bir hikaye işlenmişti. Bir 'ütopya' hikayesi... Herkesin mutlu ve huzurlu olduğu, şahane bir düzen... "Kalbim böylesine kusursuz bir hayatı kaldıramayacak" dedim sesli bir şekilde. O sırada kapı yavaşça açıldı. Serbey'di.
-"Ne konuşuyorsun kendi kendine??" diye sordu. Tatlı olmaya çalışmıştı ama sesi iyi gelmiyordu. Yüzü de allak bullaktı.
-"Hiiiç... Bir kitap okuyayım dedim, her şey mi hayatımızın zıttı olur... İçim sıkıldı anlayacağın... Senin neyin var? Komutan etkisi mi?"
-"Hiç sorma..." dedi. Konuyu açmak istemiyordu.
-"Boşver onu da, seninkiler çifte kumrular gibi..." dedi.
-"Kim benimkiler? Meli ve Kamo mu?!" Biliyordum!! Meli'yi yemekhanede ilk gördüğümde onları birbirlerine yakıştırmıştım.
-"Kim başlattı sohbeti??" diye sordum.
-"Toplantı bittikten sonra komutan işleri olduğu gerekçesiyle salondan ayrıldı. Bizler bir süre konuşulanları hazmetmek için öylece oturduk. Kimse kimseyle konuşmuyordu. İlk Asker ayaklandı. Sonra da yavaş yavaş diğerleri çıktı. Herkes sarsılmış durumdaydı. Büyük ihtimal odalarına çekilip kafalarını toparlamak için uzanmışlardır. Geriye ben, Kamo ve Meli kaldık. Aslında Kamo'dan bekleriz ama, ilk Meli ona; 'Kolundaki bileklik ne güzelmiş' dedi."
-"Eee???"
-"Kamo önce bir afalladı. Sonra resmen uçarak senin kalktığın sandalyeye, Meli'nin yanına geçti. Üzerinde bir işaret varmış bilekliğin. Kimse bilmiyormuş anlamını ama söylentiler varmış falan... Baktım benim varlığımı unuttular. Hiç ses etmeden çıkıp geldim ben de."
-"İyi yaptın."
-"Salondan el ele çıkarlarsa şaşırma."
-"Hadi yaa! Onlar bizden de hızlı çıkacak desene!"
Gülümsedi. Tatlı ama yorgun bir gülümseme...
-"Sen uyusana biraz, söz bir yere gitmeyeceğim. Odada olacağım. Diğer kitaba göz atarım" dedim.
-"Biliyor musun, komutan herkesi şaşırttı" dedi.
-"Ne gibi?"
-"Görüş günü ayarlatacak bir iki gün içinde, herkes istediğini davet edecek buraya, günübirlik, akşam dönecekler."
-"Ne güzel düşünmüş. Sert görünüşünün altında yumuşak bir kalbi varmış meğerse..."
-"O zaman ben biraz uyuyayım."
-"Hadi koca bebek, iyi uykular."
Serbey uzanır uzanmaz horlamaya başladı. Fiziksel olarak olmasa da mental olarak çok yorgundu herkes. Gece uykusu kaçmasın diye bir saat sonra uyandırmaya karar verdim. O sırada kapı tıklatıldı. Kamo gelmişti.
-"Luna selam" dedi kendinden beklenmeyecek bir sakinlikle.
-"Hoş geldin de Kamo, Serbey biraz önce uykuya daldı. Bir saat sonra gel istersen."
-"Ben seninle konuşmak için gelmiştim."
-"Hadi yaa?? Beni unuttun sanıyordum bu toplantı işlerinden falan..."
-"Hiç unutur muyum!" dedi şakacı bir hale bürünerek. "Madem Serbey uyuyor, ses yapmayalım. Sana zahmet sandalyeyi getirir misin kapının önüne."
-"Tabii ki" dedim.
Ses çıkarmadan sandalyeyi kapıdan çıkardım. O sırada Kamo da kendi odasındaki sandalyeyi bizim odanın önüne taşıyordu. Dertli dertli oturdu.
-"Söyle bakalım, ne oldu? Meli'yle mi alakalı?"
-"Hem evet hem hayır..." dedi ve içini çekti. "Luna, ben durduk yere neden aşık oldum şimdi? Yani planın başarılı olacağıyla ilgili bir şüphem yok da, diyelim ki, kötü sonuçlandı. Hepimiz öleceğiz. Bu hayatta sadece kendimi düşünürken, kendimden çok düşüneceğim biri olacak ve belki de onun yakın zamanda ölümüne şahit olacağım. Onunla hiçbir geleceğimiz olmayabilir. Boşu boşuna hayallere dalıp, ümitlenip, kendine eziyet etmek değil mi bu sence de?"
Gözleri kızarmıştı. Ağlamak üzereydi. O vurdumduymaz halinin altında yatan duygusal adam ortaya çıkmıştı yine...
-"Sana bir sır vereyim mi Kamo?" diye sordum.
Başını 'evet' anlamında salladı.
-"Ben de Serbey'e aşık oldum yakın zamanda... Hatta şartlar sebebiyle apar topar evlendik bildiğin gibi... Eşim oldu. Sadece kağıt üzerinde değil, gerçekten eşim oldu. Uzaktan bir yerden geldi ve eksik yanımı doldurdu. Bazen uyurken izliyorum onu, burnuna öpücük konduruyorum. Huylanıp başını öbür tarafa çeviriyor. Bu sefer kulağını ısırıyorum."
Kamo'yu gülümsetebilmiştim. Doğru yoldaydım. Devam ettim.
"Uykusunun arasında söyleniyor. Sabah kalkınca da; 'Gece bi rahat vermedin bana!' diye kızıyor. 'Yanımda ol da, istersen bütün gece rahatsız et' der gibi bir kızmadan bahsediyorum. O da mesela ağırlığıyla beni sinir ediyor. Acele acele iş yapmak imkansız onunla... Sinir olduğum kadar da tatlı geliyor gözüme... Acele ederse her şeyi birbirine karıştırmaktan çekiniyor çünkü... Seven iki insanın hiçbir koşulda birbirinden rahatsız olmama durumunu yaşıyoruz anlayacağın. Artık onsuz bir hayat düşünemiyorum. Çok seviyorum onu. Tüm bunları niye anlattım? Sana bir sorum olacak çünkü... Ona olan bu hislerim neye rağmen söyle bakalım?"
-"Neye rağmen?"
-"Planın başarılı olma ihtimalinin çok az olduğunu düşünmeme rağmen..."
Şok olmuştu.
-"Öyle mi düşünüyorsun gerçekten?? Serbey bunu biliyor mu??" diye sordu gözlerini açarak.
-"Aynen öyle düşünüyorum. O da farkında. Bana göre, ölme ihtimalimiz, senin düşündüğün kadar az değil ve bu karanlık tabloya rağmen Serbey'i seviyorum. Hatta, sırf yakın zamanda başımıza bir iş gelebilir diye, sevgimi daha da belli ediyorum. Her fırsatta sevdiğimi söyleyip, öpüp kokluyorum onu."
-"O zaman ben de kendimi tutmayayım, bir ömür ya da bir gün sürmesi fark etmez, Meli'ye hissettiğim duyguları açayım. Ne yaşayacaksak yaşayalım. Sonrası artık hayat bize ne getirirse..."
-"Aynen öyle!"
-"Biliyor musun, o da senin gibi mühendisliğin havalı olduğunu düşünüyor."
-"Üstelik, kıytırık bir Astronomi Öğretmeni değil de, bir YTG Uzmanı olmasına rağmen!" dedim. Lafımı sokmuştum. Ohhh!!! İçimin yağları erimişti. O sırada göbeğimle göz göze geldik. İç yağlarım, aslında, çok da erimemiş.
-"İyi de kötü niyetli söylememiştim ki ben onu!" dedi. Enerjisi yerine gelmişti.
-"Bilemeyeceğim..." dedim sitemkâr bir şekilde.
-"Senin bilmediğin bir şey var mıydı sevgilim?? Ben onu kaçırmışım" diye gıcık bir giriş yaptı konuya Serbey. Saçı başı dağılmış, yüzünde yastığın izi çıkmıştı.
-"Değerli eşin burada on saattir seni övüyor. Sen ona laf çakıyorsun. Ayıp denen bir şey var!" dedi Kamo.
-"Ben de bir sandalye bulup geleyim bare yanınıza, belli ki siz davet etmeyeceksiniz çünkü..." diye çıkıştı Serbey.
-"Sinir bozucu insanları aramıza almıyoruz" dedim.
-"Serbey ben kalkıyorum zaten. Yerime oturabilirsin. Hiç çekemeyeceğim sizin karı koca didişmelerinizi. Önemli bir işim var. Dışarıda toplayabileceğim çiçek falan da yok değil mi?? Neyse onun kendisi çiçek zaten" dedi ve yanımızdan ayrıldı.
-"Uyumak iyi geldi."
-"Evet, çenen açılmış."
Güldü.
-"Kamo'yla terapi seansı yapmışsınız sanırım. Ücretsiz olmadığını söyle lütfen..."
-"Kamo'dan para yerine başka beklentilerim var benim"
-"Ne gibi??"
-"Bilardo oynadığımız günü hatırlıyor musun?"
-"Evet?"
-"Kamo biraz geçmişinden bahsetti. Akrabalarla ailesi arasındaki bazı mal mülk sorunları tehdit boyutuna varınca, kendini korumak için atış eğitimi almış ne olur ne olmaz diye..."
-"Sonra??"
-"Yani pek normal bir atış eğitimi de değil aslında..."
-"Normal değil derken?"
-"Bizim Kamo, keskin nişancı gibi bir şey..."
-"Keskin nişancı mı?? Kamo mu???"
-"Ben de ilk duyduğumda güldüm açıkçası, sonra bir şey anlattı."
-"Ne anlattı Luna??? Hızlı ol biraz!"
-"Vücut ölçüleri gerekli standartları karşılamadığı halde özel güvenlik yapmak istemişler bu yeteneğinden dolayı..."
-"Eee??"
-"Öyle bir şey yaparsanız, ilk olarak emrinde çalıştığım yöneticiyi vururum" demiş.
Serbey derin derin düşünmeye başladı. Hiç konuşmadan ve herhangi bir yorum yapmadan. En sonunda;
-"Kamo'dan başka bir beklentin olduğunu söyledin, neydi o?" diye sordu ciddi bir yüz ifadesiyle.
-"Seni plan sırasında, hiçbir koşulda terk etmemesini istedim ondan. Zor durumda kalırsan da, seni o duruma düşüren kişi ya da kişilere karşı keskin nişancılığını kullanmasını."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantastikZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...