Kahvaltımızı ettikten sonra dünkü poşetlerin hepsini toparlayıp yatağın üzerine yığdım. Tek tek açıp yerlerine yerleştirmeye başladım. Serbey'i bilerek yalnız bırakmıştım. Aklındakileri rahatça toparlayabilsin diye... Bir süre sonra yanıma geldi.
-"Seni özledim."
-"Özellikle tek bıraktım seni."
-"Hani hep yanımda olacaktın???" Gülümseyerek söylemişti ama gözlerinden yorgunluk akıyordu.
-"Aramızda bir kapı var o da açık zaten... Bence senin buraya gelme sebebin ben değilim. Senin tekrar yatıp uyuyasın var" dedim bilmiş bir kız çocuğu edasıyla.
-"Dün yorgunluktan erken uyuduk ya, kapının sesine uyandım bir süre sonra."
-"Nasıl yani? Hiç duymadım. Kimmiş?"
-"Çöpleri toplayacak yeni görevli... Birikmişleri verdim. 22:00 gibi topluyormuş. Bir daha rahatsız etmememek için akşam kapının önüne koyabileceğimizi söyledi. Haberim yokmuş gibi eski adamı sordum."
-"Eee??"
-"Bilmiyormuş onu ama başka can sıkıcı bir şey öğrendim. Belki sen biliyorsundur. Çöpler... Hepsi toplanıp Beşinci Ada'ya atılıyormuş."
YOK ARTIK!
-"Bilmiyordum."
-"Biraz ağzını aradım. Belli bir bölge mi ayrılmış çöpler için falan diye... Havadan adanın üstüne boşaltıyorlarmış. Öylece insanların üzerine yani..."
İnanmak istemiyordum. Gerçi insanları oraya aynı şekilde atıp ölüme terk ediyorlardı. Çöp atmışlar çok mu!
-"Tekrar yatağa girdim ama uyku tutmadı. Sabaha karşı dalmışım."
Gözlerinde derin bir hüzün vardı.
-"Haklısın tabii..."
Hem de çok haklıydı. Üst üste berbat şeyler duyuyor ve yaşıyorduk. Hayatın bu kadar kötü şartlarda devam etmesi hiç mi hiç adil değildi. Nasıl ki bilgisayar oyunlarında sıçtığımız zaman başa dönebiliyorduk. Hayata da acilen böyle bir güncelleme gelmeliydi.
-"Sen nasıl delirmeden astronomi okuyabildin?"
-"Ne demek istediğini sormayacağım çünkü az çok anladım. O sonsuzluğun içinde şu an olduğumuz yerde olmak... Bu şartlarda yaşamak... En sinir bozucu olan da ne biliyor musun, diyelim dünya dışı milyonlarca yaşam var. Yine de olduğumuz durumda tamamen yalnızız ve kimse bizi kurtarmaya gelmeyecek."
Günün devamında neredeyse hiçbir şey yapmadık. Birinci Ada'da gezecek bir yer yoktu. Olsaydı da bizde gezme isteği olmayacaktı zaten. Mağaranın dışı çorak topraktı. Tek ağaç bile yoktu gölgesinde oturulacak. Bir ara çok merak edip tutturduğum için mağaranın derinliklerine doğru yürüdük. Dolu dairelerin kapıları kapalı, boş onlarınki açıktı. Fazla ses gelmiyordu kapılardan dışarı. Bazen çocuk bağırışları... Küçük çocuğu olanlar daracık dairelerde nasıl zaptediyordu o zavallı çocukları hiç düşünemiyordum. Kabus gibi olmalıydı. Bir ara Kamo uğradı kapıdan. Dosyayı bırakmak için gelmişti. Çöplerden kurtulduğu için memnundu.
-"Dairem Beşinci Ada'nın ön gösterimi gibi olmuştu. Çürümüş et kalıntıları, leş gibi bir koku... Diğer dairelerdekilere ayıp olmasın diye dışarı da koyamadım. Günlerdir oksijensiz bir ortamda yaşıyordum resmen" diyerek bizi gülümsetmeyi başardı. İçeri girip oturmadığı için şaşırmıştım. Meğerse spora başlamış kendisi. Her gün mağaranın etrafında koşacakmış. O artık bir proje uğruna yaşıyormuş ve göbekli bir savaşçı olmak istemiyormuş. Kamo, başka bir zaman ve mekanda iyi bir aile babası olurdu kesin. Çocuklarıyla çocuk olan eğlenceli babalardan... Günün en güzel yanı; Serbey'le akşama kadar sohbet etme fırsatı bulmamızdı. Çocukluğumuzdan bahsettik. Sevdiğimiz müziklerden, okuduğumuz kitaplardan... Adalar arası haberleşmenin olmamasını anlayamıyordu bir türlü. İki tane cevabı vardı; birincisi güvenlik korkusuydu. Çünkü farklı adalardaki insanlar birlik olup baş kaldırabilirlerdi. Diğer cevap ise; caydırıcılık. 'Adadan bir şekilde ayrılırsanız, geride kalanları unutun' demekti. E peki farklı adalardan gelip evlenenler vardı mesela o nasıl oluyordu? Birinci ve İkinci Ada'ya sunulan imtiyazlardı işte. Doğduğundan beri 5 Ada sakini olsaydı bu gibi imtiyazlara şaşırmayı bırakmış olurdu. Halbuki o bunları algılayabilmek için henüz çok yeniydi. Zamanla o da şaşırmamayı öğrenecekti. Saatin kaç olduğunun farkında değildim. Yemek servisi için kapıyı çaldıklarında akşam olduğunu anladım. Serbey hızlıca kapıyı açtı. Ortada yemek falan yoktu. Dünkü adam gelmişti yine.
-"Merhaba, size verilen sürenin dolduğunu söylemek için buradayım. Dosyayı teslim almaya geldim."
-"Şurada bir yerde olacaktı" dedi Serbey. Dosyayı bulup verdi.
-"Bir şey daha var" dedi adam karanlık gözlerini üzerimize dikmişti.
-"Nedir?"
-"Siz de yarın buradan ayrılıyorsunuz. Siz derken, tek başınıza."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasíaZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...