Üçümüz de konuşmayalı uzun süre olmuştu. Aracı kullanan asker, şimdiye kadar tek kelime bile etmemişti zaten. Sessizlik içimi karartıyordu fakat açacak bir konu da bulamıyordum. Sahile gittiğimizi sanıyordum fakat farklı bir yöne sapıverdik. Konuşacak harika bir sebebim vardı artık;
-"Tekneyle gitmeyecek miyiz???" diye sordum.
-"Hayır, o şekilde çok uzun sürer. Adalar birbirine yakın değil biliyorsun." diye cevapladı komutan, benim aksime çok sakindi.
-"Helikopterle gideceğiz demek!" dedi Serbey mutlulukla. Neden mutlu olmuştu acaba?? Havada olmak hoşuna gidiyordu demek... Yakın zamanda onu karşıma oturtup soru-cevap tarzı bi oyun oynatacaktım. Hem onu daha iyi tanırdım, hem de biraz eğlenmiş olurduk.
-"Luna şimdi neden sevindiğimi merak ediyordur" dedi.
YOK ARTIK!!!
-"Hemen anlatayım. 5 Ada'ya gelmeden önce uzun süre okyanus üzerindeydim biliyorsunuz. Normalde deniz, sessizlik, huzur, dinginlik gibi anlamlara gelir insanlar için. Benim için de öyleydi. Ta ki; kendimi, kısır bir döngü içinde hissedene kadar. Gidip gidip bir yere varamamak, geniş bir alan olmasına rağmen yine de sıkışmışlık duygusu hissetmek... Ayrıca her gün bir öncekinin tamamen aynısı. Delirmemek için çok çaba sarf ettim. Üçüncü Ada'ya çıktığımda bir daha değil tekne, deniz, hatta su bile görmek istemiyordum. Artık, tekrar aynı psikolojinin içine girmekten, unutmak istediğim günleri hatırlamaktan çekiniyorum. Anlayacağınız uzun süreli bir deniz yolculuğu yerine, kısa süreli bir hava yolculuğu, bana hediye gibi oldu."
Ne güzel anlatmıştı. Keyfi olunca kendini çok güzel ifade edebiliyordu. Keyifsiz olduğunda ise, kerpetenle laf alınıyordu ağzından.
On dakika kadar sonra, geniş bir düzlüğe gelmiştik. Ortada helikopter falan yoktu henüz. Araçtan inip yürüdük. Komutan arkamıza dönersek uzaktan gelmekte olan helikopteri görebileceğimizi söyledi. Gerçekten de büyük bir askeri helikopter bize doğru yaklaşıyordu. Üstümüzden geçerken saçlarım dağılmıştı. Büyük bir gürültüyle biraz ilerimize indi. Komutan eliyle "Hadi!" işareti yaptı. Konuşsa duyulmayacaktı zaten. Yerlerimize yerleştik. Sonrası bende pek yok... Çok heyecanlanmıştım çünkü... Hem ilk defa helikoptere binme heyecanıydı hem de ciddi ciddi Dördüncü Ada'ya gidiyor olma... Hatırladığım şeylerden biri; Serbey'in sıkı sıkı tuttuğum sağ elinde, tırnaklarımın izlerinin çıkmış olmasıydı. Bir müddet gözlerimi kapalı tuttum ve inişe yakın bir zamanda açtım. Karşımda Dördüncü Ada vardı. Beşinci Ada'yı da görecek miyim acaba diye bakındım ama görünmüyordu. İşte buna sevinmiştim! Demek ki aralarındaki mesafe tahmin ettiğimden daha fazlaydı. Burası ise; tam manasıyla kel bir adaydı. Tek tük yeşil alanların dışında her yer koyu renk topraktı. Sanki tüm adada yangın olmuş da, geride is kalmış gibiydi.
-"Neden bu kadar çorak burası???" diye çığırarak sordum komutana sesimi duyurabilmek için.
-"Özellikle bu hale getirildi. Her yeri yaktılar" dedi o da yüksek sesle.
-"Nasıl yaktılar???"
-"Parklar, bahçeler, yeşil alanlar mutluluğu çağrıştırır. Burada yaşayanlar tamamen işe yaramaz fazlalıklar olarak görülüyor. Adada, keyfini sürebilecekleri hiçbir şey olmasın isteniyor. Çok az paraları var. Yanınızda cüzdan ya da değerli bir eşya, mücevher falan yok değil mi?"
-"Yok" dedim üzüntüyle. Yeşilliklerin yakılmasına takılmıştı aklım. Ağlamanın sırası olmadığı için dirayetli olmaya çalışıyordum.
-"Bende saat var" dedi Serbey.
-"Helikopterde bırakman iyi olur" dedi komutan.
Bir süre daha alçaktan uçup adanın arka tarafındaki düzlük alana doğru gittik.
- "Bakın..." dedi komutan parmağıyla bir yeri işaret ediyordu. Üç tane prefabrik yapı vardı. Her biri benim mavi evimin iki katı büyüklüğündeydi.
-"İşte... Merak ettiğiniz, ölümden kurtardığımız insanların yaşadığı evler" dedi.
Serbey'le birbirimize baktık. Doğru söylemişti. Bir süredir daha yakından tanımaya başladığımız ve sevdiğimiz komutan, bizi bu konuda da hayal kırıklığına uğratmamıştı.
-"Çok iyi yapmışsınız" dedim. Başka ne denirdi bilmiyordum. Gözlerim yaşarmıştı yine, bir an önce o insanları yakından görmek istiyordum. Helikopterin sesini duyunca birkaç kişi dışarı çıktı. Henüz yüzleri tam seçilmiyordu. Bize doğru el salladılar.
-"Helikopteri tanıyorlar" dedi komutan gülümseyerek. "Benim emrimde olan dört helikopterden birindeyiz. O yüzden rahatça kendilerini gösterebildiler. Şu an yirmi sekiz kişi yaşıyor burada. Yirmi beş, elli beş yaşları arasındalar. Yirmi iki tane erkek, altı tane kadın var. Çoğu evli insanlar. Bazılarının çocukları da var. Tabii, eşleri ve çocukları onları öldü biliyor maalesef... " Derin bir nefes alarak devam etti; "Günün birinde birbirlerine kavuşacaklar inanıyorum. Bizim sayemizde ya da değil, ama kavuşacaklar."
Komutanın gözleri nemlenmişt. Onlara karşı karışık duygular içerisindeydi belli ki... Hem yaşadıkları için seviniyor hem de yaşam şartlarının yetersizliğine üzülüyordu. Benimse tek söyleyebileceğim; bu insanların, komutan ve ekibinin dönemine rastladıkları için, çok şanslı olduklarıydı.
Helikopter, evlerin önündeki düz araziye iniş yaptı. Herkes bize doğru koşmaya başladı. Genç bir kadın; "Komutanııımmm hoş geldiniiiizzz!!!" diyerek komutanın boynuna atladı. Komutan da ona sarıldı. Sonra bize döndü;
-"Tanıştırayım, bu tatlı genç hanımın ismi Deryin, onu kurtardığımda daha yirmi bir yaşındaydı. Yöneticilerden birinin evinde tuvalet temizlerken, evde yaşayan kedinin obez olduğunu görüyor. Evdekiler aşırı mama veriyorlarmış maalesef. Hareket kabiliyetini kaybetmiş hayvan. Deryin de, günde birkaç kere, ona verilen mamaları yanında getirdiği poşetlere dökmeye başlamış. En azından o kedi birkaç tur az yemiş olur, fazla olan mamaları da sokaktaki kediler yer diye... Evdeki diğer çalışanlar bu durumu fark etmiş ve konu yöneticilere kadar gitmiş. Deryin'in saygısızlık yaptığına karar vermişler. Sonrası malum; Beşinci Ada'ya atmamızı istediler bu iyi yürekli kızı..."
-"İnanamıyorum!" dedim.
-"Korkunç!" dedi Serbey de.
Kız bize döndü. Hafifçe gülümsedi.
-"Buradaki herkesin hikayesi benim gibi... İnanın gerçekten cezalandırılmayı hak eden kimse yok. Bu arada, babamızı görmenin sevinciyle size hoş geldiniz demeyi unuttum. Kendisine aramızda, yaş fark etmeksizin 'Baba' diyoruz da..."
-"Ne güzelmiş!" dedim.
-" Evlerimiz pek konforlu değil ama çay ve kurabiye ikram etmek isteriz size kabul ederseniz. Hatta kurabiyeler yeni pişti. Herkese dağıtacaktık zaten..."
Demek etrafı saran koku fırından çıkmış kurabiye kokusuydu. Kakaoluydu galiba...
Komutana doğru döndüm ama o diğer insanların sevgi selinin arasında kalmıştı ve yüzü gülüyordu. Herkes elini sıkmak, sarılmak, halini hatrını sorabilmek için yarışıyordu. Serbey'e çevirdim başımı.
-"Ne dersin sevgilim? Çay ve kurabiye harika olmaz mı??? Hem hala başım dönüyor gibi, kendime gelemedim tam. Helikopter çarptı beni galiba" dedim.
-"Seni mis gibi kurabiye kokusu çarptı bence sevgilim" dedi.
HER BOKU DA BİL!!!
Kızı takip ederek evin içine girdik. Ayakkabılarımızı girişte çıkardık. Yerler halı kaplıydı.
-"Baba, yerden soğuk gelmesin diye muşamba örtünün üzerine bir de halı kaplattırdı. Bizi çok düşünür sağ olsun. Biz de onu o kadar seviyoruz ki anlatamam. Gerçekten kızı olsam bu kadar severdim. Hatta ismimi de o koydu. Tuvaletlerini temizlediğim evde, harf ve numaralarla uğraşmak istemedikleri için bana; 'Tuvaletçi" diyorlardı. Adım öyle kalmıştı resmen... Tuvaletçi aşağı, tuvaletçi yukarı... Komutan ismimi sorduğunda da; 'Tuvaletçi' dedim. Çok üzüldü. Annemin ve babamın isimlerini sordu. Baş hecelerini birleştirip 'Deryin' dedi bana. Kendi yeğenine de aynı usulle isim koymuş sanırım."
-"Evet evet, yeğeni de onu baba gibi görüyor zaten."
Daha fazla dayanamayıp kurabiyeden dev bir ısırık aldım. Muhteşem bir şeydi!!! Serbey'e döndüm mutluluğumu görsün diye...
-"Farkındayım, çayı da iç, çok taze" dedi. Çay çok sevmezdim. Sütlü kahve en güzeliydi. Gerçi çaya da kurabiye batırınca fena olmuyordu. Fincanıma kurabiye sığar mıydı acaba, tam deneyecektim ki, bir anda aklıma günlerdir merak ettiğim soru geldi. Elimdekileri ortadaki uzun sehpaya bıraktım. Parmaklarımı birbirine sürtüp kalan kırıntıları tabağa döktüm. Peçeteyle de ağzımı bir güzel temizledikten sonra konuşmaya hazırdım.
-"Ya aslında ben bir şey sormak istiyorum ama alacağım cevaptan emin değilim. Üzülmekten korkuyorum o yüzden" dedim.
-"Nedir??" dedi Deryin merakla.
-"Burada, tahminen elli yaşlarında, kız çocuk sahibi, Birinci Ada'da bir mağarada, çöp toplama işi yaparken cezalandırılıp gönderilen bir adam var mı?"
Genç kadının gözleri büyüdü.
-"Tarifinize tam tamına uyan biri var! Birkaç kişi toplanıp odun toplamaya gitmişlerdi. Malum havalar soğuyor. Gelirler birazdan..." dedi.
Mağazadaki kızın babasını bulmuştum. Belki de başka bir gün, kendi babamı bulacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasyZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...