53. BÖLÜM: "ZİYAFET"

43 3 0
                                    

Saat 19'da herkes kapının önünde hazırdı. Erkekler koyu renklerde takımlar giymişti. Smokin tercih eden yoktu. Ben kıyafet alışverişimizde almış olduğum elbiselerden bordo olanı giydim. Yakası ovaldi. Boyu dizlerimin biraz üstündeydi. Dekoltesiz düz kesim bir elbiseydi. Ayağıma gümüş rengi topuklu ayakkabılar giydim. Ona uygun da bir el çantası aldım. Saçlarımı kendim yarım topuz yaptım. Bir kısmı başımın üstünde topuz haldeyken diğer kısmı omuzlarıma dökülüyordu. İncili şık bir toka taktım. Ufak taşlı bir kolye, büyükçe de bir yüzük dışında aksesuar kullanmadım. Çok da samimi olmadığım birinin düğününe gidiyor gibiydim. Ne çok şık ne çok spor... Aramızda en renkli olan Meli'ydi. Turuncu renkli kısa bir elbise giymişti. Ayağında süet koyu yeşil topuklu ayakkabılar ve aynı renkte çantası vardı. O daha çok mezuniyet törenine giden bir üniversiteli gibi olmuştu. Kamo onun bu renkli halinden pek de hoşnut görünmüyordu. Büyük olasılıkla komutan da sözünü dinlemediği için sitem edecekti yeğenine...
   Hepimizin yüzü asıktı. Dışarıdan bizleri gören herhangi biri, istemediğimiz bir yere gitmek üzere hazırlanmış olduğumuzu rahatlıkla anlayabilirdi.
-"Ayakkabı şimdiden ayağımı vurdu" dedim Serbey'e. O da şık antrasit bir takım giymişti. Kravat takmamıştı özellikle. Hatta yakasının ilk düğmesini açıkta bırakmıştı. Çok da gözlerine sokmayacak şekilde protesto ediyordu ziyafeti.
-"Git değiştir istersen" dedi fakat tam da o sırada üç askeri araç kapının önüne dizildi.
-"Çok geç" dedim.
Yerlerimize yerleştik ve araç yol alırken hiç konuşmadık. Bizi bekleyen tekneye geçtik. Adanın ücra bir köşesine gidecektik. Belli bir yerden sonra yol yoktu. Yalnızca deniz yoluyla ulaşılabiliyordu. Kırk dakika kadar bir sürede adanın çevresini yarıladık ve daha önce hiç görmediğim bir koya geldik. Tekneden indikten sonra bizi, yine daha önce görmediğim aşırı lüks araçlar bekliyordu. Kısa bir yolculuktan sonra ziyafet alanına varmıştık. Geldiğimiz yer evden ziyade büyük kapalı bir salondu. Aşırı parlak ışık vardı içeride. Sebebi tavandan sarkan dev avizelerdi tabii ki. Her yerde masalar vardı fakat hiç kimse yoktu. Bize doğru koşan garsonları gördük. İçlerinden en kıdemli olduğunu düşündüğüm adam önümüzde kibarca eğildi.
-"Hoş geldiniz efendim. Hava güzel diye yöneticilerimiz bahçeyi hazırlattı. Buyurun buradan devam edeceğiz. Diğer kapılar bahçeye açılıyor. Bu arada lavaboyu kullanmanız gerekirse, onlar salonun sonunda..."
-"Teşekkürler" dedi komutan hepimizin adına.
Garsonlar önde biz arkada bahçeye doğru yürüdük.
-"O ne yaaa???" dedi Kamo. Dışarıya hazırlanan "U" şeklindeki masayı ilk o görmüştü. Tepkisinde haklıydı. Birkaç tane uzun masa birleştirilmişti. Üstlerinde masa örtülerinin görünmesini engelleyecek kadar yiyecek vardı. Hepsi inanılmaz süslü servis tepsilerine konmuştu. Gümüşlerdi büyük ihtimalle.
-"Ben şimdiden doydum" dedi Meli. Kusacakmış gibi bir ifade vardı yüzünde.
Bahçe çimdi. Ayakkabımın topuğu bata çıka yürüyordum. Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim çünkü üzerimize doğru merakla gelen insanlar vardı.
-"Ooo hoş geldiniz!!!" dedi orta yaşlı bir adam. İsmini söyledi ama aklımda tutacak kadar kıymet vermemiştim doğruyu söylemek gerekirse... Tek tek elimizi sıktı. Yanına başkaları da toplanmıştı. Hepsi bize çok büyük bir hayret ve dikkatle bakıyordu. İlk defa kendilerinden farklı insanlar görüyor gibiydiler. Hepimiz çimlerin üzerinde ayakta kalmıştık ve her birimizin yanına onlardan en az yirmi kişi toplanmıştı. Benim etrafımı saranlar çok enteresan tiplerdi. İki tane altmışlarında kadın, aşırı dekolte kıyafetler giymişti. Memeleri neredeyse açıktaydı ve bunu dert etmiyorlarmış gibi duruyorlardı. Erkeklerden genç olanlar da vardı. Yaklaşık yüz elli yaşında gözüken de... Bana bakıyorlar ve belli ki akıllarından yüzlerce soru geçiriyorlardı. İlk teyzelerden biri başladı.
-"Hayatım, şahane görünüyorsun! Elbisen nereden???"
-"Ayakkabılarına baksana asıl!" dedi diğeri.
-"Siz ekip liderinin eşi olmalısınız!" diye atıldı çok yaşlı adamlardan biri.
-"Yavaş yavaş, hanımlar beyler! Korkutmayalım hanımefendiyi" dedi sinsi bakışlı genç bir adam.
-"Teşekkür ederim iltifatlarınız için, sizler de çok şıksınız. Evet, liderin eşiyim" dedim en kibar halimi takınıp.
-"Ayyy ayakta kaldınız. Acıkmışsınızdır da..." dedi başka bir kadın. Çok zayıftı ve saten gecelik gibi bir şey giymişti. Ayağında ince yüksek topuklu ayakkabılar vardı. İnsan böyle bir şeyin üzerinde ancak kırk kilo falansa yürüyebilirdi herhalde. Dikkatim iyice dağılmadan aklımı toplamalıydım. "Tatlı ve kısa cevaplar ver Luna" dedim kendi kendime.
-"Acıktık evet, hem bir sürü hazırlık yapılmış, yazık olmasın" dedim.
Hepsi deli gibi gülmeye başladılar. Ağızlarını kocaman açıp yüksek sesli kahkahalar atıyorlardı. Serbey kendi konuştuğu gruba arkasını dönüp benim olduğum yere baktı. İyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Gözlerinde beni rahatsız ettiklerine dair şüphe vardı. Sorun çıksın istemiyordum. Kaçamak bir bakış atıp gülümsedim ona. Çözemediğim bir durum olmadığını anlayıp önüne döndü. Kendi enteresan kabileme dönmüştüm yine;
-"O zaman geçsek mi o tarafa artık?" diye sordum.
-"Çok tatlı yaaa!" dedi koca memeli teyzelerden biri.
-"Evet, bence de çok tatlı" dedi genç adam gözlerimin içine bakarak. Ondan hiç mi hiç hoşlanmamıştım. Kendimi hızlıca Serbey'in kollarına atıp başımı göğsüne gömmek istiyordum. O beni saklardı. Böylece kimseler göremezdi.
-"Hadi o zaman" dedi gecelikli kırk kilo kadın.
Sanırım benim yüzümden masanın olduğu tarafa ilk geçen grup bizdik. Elime hemen bir tabak tutuşturdular. Yemeklere baktım. Pek bir şeye benzetemedim açıkçası. Orijinal hallerinde her ne iseler, şimdi bambaşka şeylere dönüşmüşlerdi garipler... Saçları kuş kafesi modeli yapılmış bir kadın yanıma gelip elindeki maşayla yiyeceklerden alıp tabağıma koymaya başladı. Bir yandan aşırı sevinçli bir şekilde konuşuyordu.
-"Bundan almalısın güzelim. Bak bu da şahane bir şey! Böğürtlen soslu kaşık balığını biliyorsundur. Bunun sosunda bir de bal var! İnan bana harika bir şey bu!"
Böğürtlen soslu kaşık balığını bilmiyordum. Bilmek de istemiyordum.
-"Şu yakışıklı senin kocan mı???" diye sordu. Elindeki maşayla bir yeri gösterip. Dönüp baktım. Serbey'di. Tepem atmıştı! Atan tepemi belli etmemek zorundaydım maalesef...
-"Evet, kendisi benim eşim. Ne diyordunuz, reçelli çatal balığı çok severim evet..."
Kamo yanıma geldi. Beni kibarca çekip kadının yanından kurtardı.
-"Karışık yemiyoruz Luna" dedi tabağımdaki garip görünümlü yiyeceklere bakıp.
-"Biliyorum. Ben almadım bunları. Kadın koydu tabağıma. Ayakkabı da ayağımı vurdu zaten! Ne zaman gideriz sence Kamo? Nefret ettim buradan" dedim ağlamaklı bir şekilde.
-"Daha yeni geldik Luna. Yarım saat olmamıştır daha... Sık dişini biraz."
-"Meli nerede?"
-"O kendini tuvalete attı. Orada zaman öldürecekmiş."
- İyi fikir!"
Ben Kamo'ya dert yanmaya devam edecektim ki, bahçenin ortasında kurulmuş kürsüye kısa boylu smokinli bir adam çıktı. Mikrofona pat pat vurup çalıştığını anlayınca konuşmaya başladı;
-"Herkese iyi akşamlar. Sizler masalarınıza doğru geçerken bir açılış konuşması yapmanın tam zamanı olacağını düşündüm" dedi. Ses tonu kulak tırmalayıcıydı. Diğerleri öyle düşünmüyor olsa gerek, coşkulu bir şekilde alkışlamaya başladılar. Göze batmamak için biz de alkışlıyorduk tabii.
-"Eksik olmayın, yeterli, elleriniz acıyacak, enerjinizi biraz da konuşma bitimine saklayın canım!"
Tüm davetliler kahkahalarla gülüyordu. Gülünmeyecek ne varsa gülüyorlardı zaten. Bana göre ise; kitlesel bir histeri krizinin ortasındaydık.
-"Kötü Espri Gecesi'nde falan mıyız?" diye sordu Kamo. "Geldiğimden beri komik olmayan şakalarına güleceğim diye çenem kitlendi yemin ederim" dedi.
Adam herkes sakinleştikten sonra konuşmasına devam etti.
-"Bildiğiniz gibi bu gecenin anlamı çok büyük!"
Yine çığlıklar ve alkışlar...
-"Bizlerin süper beyinleri, bu sorunun çözülmesi için de iş başında tabii ki... Olağanüstü strateji yeteneklerimiz sayesinde..."
Kamo kulağıma doğru eğildi.
-"Ne diyor lan bu lavuk?" diye sordu. O kadar ciddi sormuştu ki gülmem geldi. Tam da gülümserken bakışlarım bana bakan bir çift gözle kesişti. O sinsi tip... Bayağı uzağımda, çaprazımızdaki masadaydı. Benle göz göze gelince yanındaki diğer genç adamın kolunu dürtüp bakışlarıyla beni gösterdi. Ne yapıyordu bu embesil! Benden on yaş falan küçük olmalıydı. Hedefine beni koymuş olamazdı. Serbey'i bulup yanıma çağıracaktım. Etrafıma bakındım fakat onu göremedim.
-"Serbey nerede?" diye sordum Kamo'ya.
O henüz cevap vermeden kürsüdeki adamın da Serbey'den bahsettiğini duyduk. Bir süredir onu dinlemediğimiz için ne ara konunun bizlere geldiğini anlamamıştık.
-"Evet işte böyle sayın misafirler... Madem kendisinden bahsettik, küçük bir konuşma yaparsa memnun oluruz. Lider Serbey, lütfen kürsüye geliniz."
Serbey'in yapacağı konuşmadan haberi vardı ki, kürsünün yan tarafında hazır bekliyordu. Onu görünce içimi özlem kapladı. Bana bir sene gibi gelen fakat en fazla bir saat kadar bir zamandır ayrıydık. Kokusu burnuma geldi. Güven kokusu...
O, kürsünün başına geçerken, yaklaşık iki yüz kişi masalarda yerlerini almıştı. Alkışlamaya başladılar. Özellikle kadınlar ekstra hayranlıkla alkışlıyordu. Sinirlerim bozulmuştu. Bir de kendi ellerimle hazırlanmasına yardım etmiş, saçını falan düzeltmiştim! Kamo bana anlamlı bakışlar atıyordu.
-"Ne!?" diye çemkirdim.
-"Kıskandın mı kocanı???"
-"Offf Kamo yaa!"
-"Hadi sen kıskanç kıskanç bakmaya devam et, ben de sevgilimi bulayım. Özledim onu yaa! Hem Serbey'in sesi gür, bahçenin her yerinden duyabilirim."
Kamo gittikten sonra ayakta tek başıma kaldım. Serbey en arka tarafta olmama rağmen direkt bana dikti gözlerini. Demek ki ben onun nerede olduğunu bilmezken o benim yerimi biliyordu. Yoksa beni göremediği için telaşlanırdı zaten. Canım sevgilim benim!
-"İyi akşamlar" dedi.
Kalabalıktan alkış ve ıslıklar geldi. Henüz yeni ağzını açmıştı. Ne meraklılardı kocama!
-"Yemeğinize mani olmak istemiyorum. O yüzden konuşmamı kısa tutacağım. Bize verilen görev takdir edersiniz ki; çok zor."
Duraksadı. Tekrar bana baktı. Benim varlığımdan güç almak istiyor gibiydi.
-"Bu zor görevi istediğiniz şekilde sonlandırmamız için acele olmayan, düşünülmüş kararlar almamız gerekiyor."
Onu dinleyenlerin yüz ifadelerini görmek için davetlilere şöyle bir baktım. Pislik herif oturduğu yerde hala beni izliyordu.
-"Sizlerden ricam, herhangi bir konuda bize müdahele etmemeniz ve süreci kendi deneyimlerimize dayanarak ilerletebilmemize fırsat vermeniz."
Sessizlik oldu. Adeta donup kalmışlardı. Birilerinin işlerine karışmamak, onlar için imkansızdı. Nasıl yapacaklardı bunu? Bu adam nasıl böyle bir şey rica etme cüretini gösterebiliyordu?
Serbey de bu sessizlik üzerine yapması gerekeni yaptı. Ortamı yumuşattı.
-"Tabii ki sizlerin ender bulunan, üst düzey fikirlerinize her zaman açığız. Demek istediğim; durum çok kritik ve sizin gibi değerli insanları bu işe karıştırmamak ve dolayısıyla tehlikeye atmamaktı."
Duymak istediğimiz alkış yine başladı. Muhteşem bir geri dönüş yapmıştı. İlk fırsatta tebriklerimi sunacaktım yakışıklı sevgilime! Konuşması bitince kürsüden inip insanların sevgi selini aşarak yanıma kadar yürüdü.
-"Pardon siz, rock star falan mısınız!?" dedim ellerimi belime koyarak.
-"Bir yıldız varsa o da sizsiniz hanımefendi. Hem de göz alıcı parlaklıkta bir yıldız. Çok güzelsiniz" dedi. Eğilip boynuma öpücük kondurdu. İster istemez beni göz hapsinde tutan adama döndüm yüzümü. Nefretle bize bakıyordu. Elindeki kadehi sıkıca kavramıştı. Aklından hiç de hayırlı şeyler geçmediğini düşündüm. Her şey yolundaymış gibi Serbey'e baktım tekrar.
-"Geri dönüş de harikaydı. Tebrik ederim. Bir an bittik sandım yalan yok... Sonrasını iyi toparladın." Konuşuyordum ama aklı başka yerde gibiydi.
-"Yiyecek düzgün bir şey bulabildin mi? Çok acıkmışsındır sen" diye sordu. Demek ki bunu dert etmişti.
-"Yok ya, taştan yumuşak olan her şeyi yiyebilirken, masadakileri görünce iştahım kapandı."
Gülümsedi. Gergin bir gülümseme... İkimiz de bir an önce buradan kurtulup baş başa kalmak istiyorduk çünkü...
Kürsüdeki penguen kılıklı adam, şimdi de komutanı davet etti konuşma yapması için. Serbey kadar alkışlanmadı. Üstelik takım elbisesi içinde çok da karizmatik görünüyordu. Teyzelerin hedefinde elli yaşlarında erkekler yoktu belli ki...
-"Komutan çok gerilmişti. Şu an hiç belli etmiyor baksana" dedim. Rahat tavırlarla konuşmasına başlamıştı. Aralarda hiç tarzı olmadığı halde minik espriler de yapıyordu.
-"Yüksek rütbeli bir asker istediği zaman kolaylıkla duygu ve düşüncelerini gizleyebilir. Poker surat olmak onlar için çok basit."
-"Haklısın."
Elini tuttum. Başımı hafifçe koluna yasladım. Bir anda kocaman parıltılı takılar takmış bir kadın masasından kalkıp önümüze geçip durdu.
-"Harikasınız! Bu kadar birbirine yakışan bir çift görmemiştim. Sevgili misiniz, evli misiniz?? Ayyy sizin çocuklarınız ne kadar güzel olur!!!Bayıldım size!"
-"Anne lütfen..." dedi arkasından gelip kolunu tutan genç bir kadın. Bizi annesinin densizliğinden kurtarmak istiyor gibiydi. Tam normal bir insanla karşılaştığımızı düşünüyordum ki konuşmasına kaldığı yerden devam etti;
-"Benim ve kocamın neyi eksik anne??? Bunlardan bin kat daha iyiyiz!"
Serbey'e baktım. O da benim kadar şaşkındı. Kolundaki saate baktı.
-"Az kaldı. Dayan."
-"Az derken ne kadar az?? Mesela kimine göre yarım saat azdır, kimine göre on saniye..."
-"Sana kaç lazımdı?"
-"On saniye..."
-"O zaman daha çok var."
-"Offf!!!"
Komutan, aşağı yukarı, Serbey'in dediklerini tekrarladı. Kısa ve öz bir konuşma yapmıştı. Kürsü boşalınca herkes tekrar yemeğe döndü. Masalara dağılmış şekilde oturuyordu ekip üyeleri. Hepsi bir yandan yemek yemeye çalışırken bir yandan da kendilerine gelen soruları cevaplıyordu. Biz de, adımızın yazılı olduğu masalara geçtik. Oturur oturmaz masadakilerin sorularıyla karşı karşıya kaldım. Kibarca, kısa cevaplar vererek geçiştirmeye çalışıyordum hepsini.
-"Estetik müdaheleniz yok görüyorum ki" dedi masadaki adamlardan bir tanesi.
-"Evet, yok" dedim.
-"Ben cerrahım, buradaki çoğu hanımın operasyonlarını ben ve ekibim gerçekleştirdi. Size de gerekiyor bence" dedi.
Manyağa bak...
-"Ben doğal halimi seviyorum" dedim kararlı bir şekilde.
-"Yanlış anlamayın fakat, küçük parmağınız biraz fazla küçük..."
Küçük parmağım biraz fazla mı küçük??? Kadınları böyle böyle kandırıyordu herhalde dolandırıcı herif! Aklıma Serbey'in anlattığı parmak uzatma ameliyatları geldi. Burayı da etkisi altına almıştı demek ki...
    Herkes neden yemediğimi merak etmeye başlamıştı. Keyfim mi yoktu, bir sorun mu vardı... Daha fazla dikkat çekmemek adına yiyormuş gibi yapmaya karar verdim. Tabağımdaki anlam veremediğim şeyleri küçük küçük parçalara ayırmaya başladım. Bir süre sonra her şeyi atomlarına ayırmıştım ve yemekten başka çaremin kalmadığını anlayınca, izin isteyip kalktım. Tuvalete gideceğimi sandılar. Kalkar kalkmaz da arkamdan fısıldaşmalar başlamıştı. Doğrudan Serbey'in oturduğu masaya doğru ilerledim. Yaklaştığımı görünce o da izin isteyip kendi masasından kalkıp yanıma geldi.
-"Ne oldu Luna? İyi misin?"
-"Evet, sorun yok. Neden yemek yemediğimi sorgulamaya başladılar. Tuvalete gidecekmişim gibi kalktım masadan ve sana geldim."
-"İyi yaptın. Ben biraz yedim birşeyler. Ekibin geri kalanı bayağı yiyor. Umarım sorun çıkmaz."
-"Karargaha dönünce soğuk sandviçlerden alır mıyız?
-"Alırız tabii..."
Elini omzuma attı. Beni kendine doğru çekti. Saçımdan öptü. Yan yana ayakta duruyor ve olduğumuz yerde dakikaları sayıyorduk artık. Bu kabus gece, artık bitmek üzereydi. Birkaç saat sonra iki sevgili baş başa kalacaktık. Ha gayret, dayan Luna...
Tam bu düşünceler içerisindeyken biri adlarımızı haykırdı...
-"Lunaaa!!! Serbeeeyyy!!!"
Meli'ydi bu... Koşarak bize doğru geliyordu. Panik haldeydi. Ağlıyordu üstelik!
-"Ne oldu Meli???" diye sordu Serbey, duyacaklarının hoşuna gitmeyeceğinin farkındaydı. Alnındaki damarlar ortaya çıkmıştı.
-"Kamo!" dedi Meli nefes nefese... "Kamo sarhoş oldu. Herkese bağırarak küfrediyor ve..."
-"Ve ne??" diye bağırdı Serbey.
-"Ve sonlarının yaklaştığını söylüyor..."

5 ADAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin