Mağaradaki dairemize girdik. Bir açık mutfaklı antre, bir yatak odası bir de banyo. Antre gayet geniş, küçük bir salon gibi... Koltuklar, sehpa, yer döşemeleri her şey yepyeni duruyor. Yatak odası da geniş, banyo küçük ama çok şık. Aydınlatmalar harika yapılmış. Havalandırma da iyi. Mağaranın içine doğru eğimli bir şekilde inerken soldan ikinci dairede değil de lüks bir otel odasında gibiyiz.
-"Kayaları oyarak mı yapmışlar bu daireleri?" diye soruyorum.
-"Öyle görünüyor. Doğal bir mağara bulunmuş, içleri daire daire oyulmuş. İnanılmaz bir masraf."
-"Kapı falan takmışlar resmen, havalandırması da ayrı derttir. Ne gerek var hiç anlamadım. Neden normal evler vermemişler ki çalışanlara?"
-"Kimseyi mesai saatlerinin dışında görmek istemiyorlar. Adada yalnız olmak istiyorlar. Yok olunsun istiyorlar. Bunun için de yer altına sokmuşlar insanları."
-"İkinci Ada da bir yönden bu fikre hizmet ediyor zaten. Onlar yapılacak işler için buraya getirilip götürülürken daha acil ihtiyaçlar için lazım olanlar bu adada kalmak zorunda. Onları tamamen hayatlarından çıkaramıyorlar."
-"Aynen öyle..."
-"Köstebek gibi ne kadar zaman yaşayabiliriz ki böyle?"
-"Bakalım, umarım çok sürmez."
Duş aldık. Giysi dolabına asılmış hepsi birbirinin aynısı olan kıyafetlerden giyindik. Serbey'e siyah pantolonlar, siyah gömlekler, siyah kemerler, siyah ayakkabılar verilmişti. Paketler halinde iç çamaşırları ve çoraplar vardı. Giyindiğinde simsiyah olmuştu. Saçları da siyahtı. Gözleri de siyaha yakın... Benim payıma düşen renk ise; açık griydi. Açık gri dar kalıp pantolonlar. Üstüme yine açık gri dar kalıp, V yakalı, uzun kollu bluzler. İç çamaşırlarım siyahtı neyse ki! Ayakkabıya gelince, o da siyahtı ve ne hikmetse topuklu, sivri burunlu ve parlaktı! Açık kahverengi saçlarım, beyaz tenim, üstümdeki renkle çok uymuş ve gereksiz yere fazla güzel olmuştum. Mağaranın içinde boy aynasına bakarken bir yandan söyleniyordum.
-"Bu ayakkabıları yanlışlıkla göndermişler olmalılar!"
-"Bence çalışan eşi olarak sizleri üniformaya sokmak çok anlamsız. Bu arada... Çok güzelsin."
-"Evet işte onu diyorum. Zaten güzelim. İyice göze batacak böyle... Hadi üst ve alt neyse, mağaradan düğüne gider gibi mi çıkayım bu ayakkabılarla!?"
-"Burayı düşünme, birazdan onların huzuruna çıkacağız. Bütün bu şıklık o yüzdendir. Dairemizde istediğimiz gibi giyineceğiz sonuçta, katlanalım."
Giysi dolabının alt çekmecelerinde aynı Serbey'in dediği gibi ev ve uyku kıyafetleri de vardı. Özellikle geceliklere bayılmıştım. Hemen birini üstüme geçirip, yatağa gömülüp uyumak istiyordum. Maalesef ki sırada, onlara yapılacak ziyaret vardı.
-"Tezgahın üzerindeki kaplarda sıcak yemekler var. Ne olduğunu tam anlamadım ama çok güzel kokuyorlar" dedi benimki. Evet benimki... İsmiyle hitap etmek de bir yere kadar! Şimdilik sadece içimden ama...
-"Hadi yiyelim."
Yemekleri kıtlıktan çıkmış gibi yemeye başladık.
-"Keşke giyinmeden önce yeseydik. Sen simsiyahsın dökülse de belli olmaz da, benimkiler leke olur. Gerçi olsa n'olur! Dolapta bin tane daha aynısından var."
-"Senin gibi değişken bir insana tek tip kıyafet vermeleri ayıp oldu gerçekten."
Yemek bitmişti. Biraz odada oyalandık. Tam da şoförün dediği gibi, bir buçuk saat sonra mağara girişindeydik. Yola çıktık. Bir süre sonra toprak, engebeli ve dar yoldan ayrıldık. Pürüzsüz asfaltın üzerinde gidiyorduk artık.
-"Yol düzeldiğine göre onlara yaklaştık" dedi benimki.
-"O muhteşem evlerden birine girmek için sabırsızlanıyorum gerçekten!" dedim ben de alaycı şekilde.
-"Geldik. Sizi burada bekliyor olacağım."
Uzaktan çok çirkin olan villalar, nasıl başarılmışsa yakından daha da çirkindi. Mesela şu an karşımızda duran... Altın rengine boyanmıştı. Kapıların etrafı parlak birşeylerle kaplıydı. Artık nasıl merakla bakmışsam cevap benimkinden geldi.
-"Kapıların etrafı pırlanta kaplı."
-"Güzel gözlerim bu bayağılığı hak etmiyordu" dedim. "Kusacağım galiba..."
Kısa bir süre sonra Serbey'in de yapacağı işi yapan bir özel güvenlik yanımıza yanaştı. O da siyahlar içindeydi.
-"Ana girişi kullanamazsınız. Personel girişi yan taraftan. Size ben eşlik edeceğim."
Bir yere de insan gibi adımımızı atabilseydik şaşardım zaten.
-"Ben önden geçeyim ne olur ne olmaz."
-"Hiç geçmesek mi, bizim mağara bile daha cazip şu an Serbey."
-"Bakıyorum mağara hayatına çabuk alıştın Luna Hanım!"
-"Senden de iyi mağara adamı olurmuş ama!"
Gülümsedi. Zor zamanlarda ilaç gibi gelen o şahane gülümsemesiyle...
-"Hoş geldiniz" dedi yüzünde dingin bir ifade olan hizmetli. "Koran Bey ve Sera Hanımlar birazdan sizi çağıracaklar."
-"Onların ismi mi var!?" diye çığırdım. Kadın şaşkınlıkla bana baktı.
-"Anlayamadım?"
-"Ben mesela 3B23056'ydım buraya gelmeden önce."
-"A onu diyorsunuz! Evet bu adada isimleriniz kullanılacak artık. Yöneticilerimiz o kadar harf ve sayıyla uğraşmak istemiyorlar."
-"Geri kalan on binlerce kişi uğraşıyor ama!!!"
-"Luna, hanımefendiyi tutmayalım istersen."
Serbey söze girince bu durumun hizmetli kadının kabahati olmadığını idrak edip sustum. Evin girişinde ayakta bekliyorduk. İki tarafta dev vazolar vardı. İçinde de dev kuru çiçekler. Tavandan on milyon tane falan kristali olan koca bir avize sarkıyordu. Umarım bu adanın standartlarına göre çok fakir olduğumuzu anlayıp bizden kurtulmak için başımıza düşmezdi bu heybetli avize. Hizmetli kadın artık salona geçebileceğimizi anlatan bir baş hareketi yaptı. İçeri adımımızı atmamızla yanımızda yakın korumalar belirdi. Dört kişi yan yana duruyorduk. Karşımızda yaşlı bir çift vardı. Büyük ihtimalle yetmiş yaşlarındaydılar. Adam ayakta, ellerini bej kumaş pantolonunun ceplerine sokmuş bizi inceliyordu. Kısa boylu ve perukluydu. Peruk mu kalmıştı hala? Hem de bu zenginliğin içinde! Yaşına göre gayet dinçti. Kadın uzun ve çok inceydi. Kemikleri sayılıyordu. Derisi kırış kırış olmuştu. Saçları yapılıydı ve koyu kahverengiye boyanmıştı. Üzerinde dizinin altında biten dar kolsuz gül kurusu bir elbise vardı. Parmaklarında kendinden daha ağır yüzükler taşıyordu. Her parmağında bir tane. Bir sürü de ışıl ışıl bilezik takmıştı. O da ayaktaydı. İki eliyle sıkı sıkı şarap kadehi tutuyordu. Adam rahat, o ise gergindi.
-"Adınız neydi?" dedi adam.
-"Eşim Luna ve ben Serbey, memnun olduk."
-"Neciydiniz siz?"
Neci miydik?
-"Ben mühendisim, kendisi de Astronomi Öğretmeni..."
-"Burçlar falan mı!!?? Ben çok meraklıyım da..." dedi sopa kadın sevinçle öne atılarak.
-"Yok, o dediğiniz Astroloji. Benimki gökbilim olan, burçlarla bir alakası yok yani neyse ki..."
Kadının sevinci kursağında kalmıştı. Yüzü düştü. Keşke anlıyormuş gibi birşeyler sallasaydım. Hem biraz eğlenmiş olurdum. Adam ciddiyetle konuşmaya başladı.
-"Sen, bizden bazı arkadaşlar sizin adaya geldiğinde, kıyafet kurallarına uymamışsın. Bu büyük bir sıkıntı! Harfini düşürmüşler ama bence o kadarla kalmamalıydı."
Benden bahsediyordu. Büyük bir kibirle hem de...
-"Beşinci Ada'ya atabilirdiniz mesela... Neyse, bir dahakine artık!"
Sopa kadın kıkırdadı. Serbey bana delici bakışlar fırlatıyordu. Adam olduğu yerde kıpırdandı.
-"Güzel kadınlar iyi espri yapamaz derler. Yanılmışlar..."
Serbey bu sefer bakışlarını adama çevirdi. Hadi ama! Kıskanmak için fazla yaşlıydı. Belki de kıskanma değildi onunkisi, benle saygısızca konuşulduğunu düşünüyordu.
-"İş tanımım nedir, ona geçelim isterseniz" dedi.
-"İş tanımından önce seni konuşalım. Kim olduğun meçhul. Çok araştırıldı. Bir şey bulunamadı. Senin anlattığın zırvalar dışında."
-"Zırvalar mı?"
-"Evet! Yok ülkende savaş varmış yok kimse kalmamış yok tekneyle denize açılmışsın..."
-"Sözünüzü kesmek istemem ama bunların hepsi doğru."
-"Yanındaki hoş kadın bunlara inanabilir. Benim gibi bir adama inandıramazsın. Dedemin babası bu adaya ilk gelenlerden. Doğdum doğalı buradayım fakat aynı zamanda dışarıyla bağlantıdayım. Senin geldiğin yerlerle de..."
-"Ne söylemek istiyorsunuz?"
-"Söylemek istediğim; ikinize de güvenmiyorum."
Adamın bu dedikleri sopa kadın için de şaşırtıcı olmuştu. Demek ki daha önce aralarında konuşmadıkları şeyleri döküyordu adam ortaya. O da bizimle birlikte öğreniyordu. Şaşkınlıktan elindeki kadehi düşürmemek için yanındaki yuvarlak sehpaya koydu. Hafifçe geriye doğru gidip arkadaki antika görünümlü berjere oturdu. Adam hala dimdik ayaktaydı ve bize meydan okuyor gibiydi. Serbey konuşmaya başladı.
-"Bizi siz getirttiniz buraya. Özel güvenlik olarak çalışacağım söylen..."
Lafını tamamlayamamıştı ki, adam bir anda kahkaha atmaya başladı. İnanılmaz yüksek sesli kahkahalar...
-"Özel güvenliğim falan olmayacaksın. Seni yani sizi, iki seçenek sunmak için burada istedim.
-"Nedir?"
Adam sağında kalan büyük yemek masasına doğru yürüyüp bardağına viski doldurdu. Ağır hareketlerle bir yudum aldı. Yüzünü ekşitti.
-"İkinci Ada'nın nüfusu aşırı arttı. Hepsi de potansiyel işçi bizim için, fakat artık adaya sığmıyorlar. Çocuk sayısına kısıtlama getirelim dedik ama o çocuklar bize ileride lazım olacaklar. Bizim torunlarımızın işlerini görecekler. Yeni bir ada da konduramayacağımıza göre, adaları aktaracağız."
-"Aktarma derken!?" Aynı anda sormuştuk.
-"Ondan ona, ondan ona işte..."
Anlamaya çalışıyordum. Fakat olmuyordu.
-"Dördüncü Ada tam manasıyla işe yaramazlar topluluğu, onların yeri artık Beşinci Ada."
-"Ölüme mi terk edeceksiniz yani?!" diye atıldım öne, benle beraber yanımdaki koruma da öne doğru hamle yaptı.
-"Sence yaşıyorlar mı oradakiler?" dedi adam tiksintiyle. Onlardan iğreniyor gibi bir ifadesi vardı.
-"Evet, sizlerin yüzünden onlarınkine 'yaşamak' denmez. 'Yaşama tutunmaya çalışmak' denir." Gözlerim yaşarmıştı ama kesinlikle ağlamayacaktım.
-"Benim ne yapmamı istiyorsunuz?" diye sordu Serbey.
-"Hanımın izin verirse söyleyeceğim. Dördüncü Ada Beşinci Ada'ya, Üçüncü Ada Dördüncü Ada'ya taşınacak."
-"YOK ARTIK!!!"
Öyle bir bağırmıştım ki, yöneticilerine saldıracağımdan korkan koruma, kolumdan sertçe tutmuştu.
-"BIRAK ONU!!!"
Bu sefer bağıran Serbey'di. Delirmiş gibiydi. Gözlerinden ateşler çıkarak kolumu tutan korumaya bakıyordu. Koruma ise, sahibine pardon yöneticisine baktı.
-"Bırak!" diye emretti adam.
Canım çok yanmıştı ama çaktırmıyordum. Serbey'in daha fazla delirmesini istemiyordum çünkü.
-"Bu şartlar altında sizinle çalışamam!"
-"Benimki bir rica değil... Aksi halde ikinci seçeneği devreye sokacağım."
-"Dinliyorum" dedi Serbey. Sesinde daha önce duymadığım, sakin ama ürpertici bir ton vardı. Tüylerim diken diken olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasyZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...