Simsiyah büyük bir araçla çirkin ötesi malikanelerinden ayrıldık. Arkamızda iki özel güvenliğin olduğu araç, önümüzde dört özel güvenliğin olduğu araç, biz de üçümüz ve özel şoför. Toplamda on kişiyiz. Tüm diğer çalışanlara ne oldu hiçbir fikrim yok. Apar topar çıktığımıza göre onları geride bıraktık. Özgürler miydi acaba artık??? Benden daha şanslılardı öyleyse!
Yolda bir süre gittikten sonra şoförü de geride bırakıp tekneye bindik. Dokuz kişiye inmiştik ki, kaptan ve yardımcısıyla on bir olduk. Şoför de son görevini yapıp özgürleşmişti sanırım. O da benden şanslıydı yani... Tekneden de indiğimizde, herkes robotlaşmış gibiydi. Kimse tek kelime bile etmiyordu. Ben de kendimi sürece teslim etmiş durumdaydım. Nereye gidiliyorsa oraya gidiyor, onlar konuşmuyor diye ben de sessizce duruyordum. İşte karşımızda o salon!!! Ziyafet için geldiğimiz, Vikol'un beni görüp hayatımın içine ettiği yer. Garip olan şu; tüm kapılar, pencereler sıkı sıkı kapalı. Işıklar da yanmıyor. Çıt da çıkmıyor üstelik! Uzun süre önce terk edilmiş gibi bir hali var.
Adamlar önden biz arkadan yürüyüp salonun ana giriş kapısına varıyoruz. Vikol öne geçip kapıya ritmik şekilde vuruyor. Hiç ses yok...
Tekrar daha güçlü vuruyor.
-"Daha gelmediler mi acaba??" diye soruyor Rişil Hanım endişeyle.
Aklımda en az elli tane soru var ama hiçbirini sormuyorum. Cevapları da beni ilgilendirmiyor zaten.
-"Şşşş!!! Sessiz olun!!!" diye fısıldıyor özel güvenlik görevlisi adamlardan biri kızgınlıkla. Onlar da gerilmiş vaziyette.
-"Bir ses duyuyorum!" diyor Vikol. Kapının kilidi açılıyor. Kapıyı ise henüz açmadılar.
-"Biziz! Açın artık!!! Donduk!!!"
Vikol o kadar çelimsizlikle yine iyi dayandı soğuğa. Kapı yavaşça açıldı. İçerisi zifiri karanlık... Kapıdan bir el uzandı. Vikol o eli tuttu. Daha doğrusu ben tuttuğunu sanmıştım fakat belli ki bir şeyin alışverişi oldu. Karşı taraf o şey her neyse bir süre inceleyip onaylamış olacak ki, en sonunda;
-"Geçin içeri" dedi.
İçeri girdiğimizde kımıldanmalar ve fısıldaşmalar başladı. Oksijen yerine ağır bir parfüm kokusu vardı. Zor nefes alınıyordu. Sanırım bayağı da kalabalıktı. En sonunda tam ortalardan biri, masanın üzerinde duran büyük bir mumu yaktı. Gözlerime inanamamıştım! Salon tamamen doluydu. Beş yüz kişi falan vardı içeride! Nasıl o kadar sessiz kalmayı başarmışlardı. Korku hepsini öyle bir sindirmişti ki...
-"Getirdik!" dedi Vikol beni kolumdan tutup öne doğru ittirerek.
-"Güzel!" dedi bir adam.
İçerisi kalabalıktan ötürü sıcaktı ve sıcaktan nefret ediyordum. Üstümdeki montu çıkardım. Koyacak bir yer yoktu. Elimde kalmıştı.
-"Oturabileceğimiz bir yer var mı?" dedi Rişil Hanım memnuniyetsiz bir şekilde.
En sonunda aralarına sıkışarak oturmuştuk. Kimsenin yüzü net seçilmiyordu karanlıktan. Kadınların, mum ışığının vurduğu mücevherleri parıldıyordu ara sıra.
-"Sayın Birinci Ada sakinleri!"
Yüzünü seçemediğim ama sesinden çok yaşlı olduğunu anladığım bir adam sandalyesini iterek ayağa kalkmış ve konuşmaya başlamıştı.
-"İçinde bulunduğumuz durumu biliyorsunuz. Maalesef ki, o pislik herifler bize ihanet etti! Neymiş; kimseyi Beşinci Ada'ya atamazlarmış! Şimdi ne oldu peki!!?? Şimdi o iğrenç insanları buraya getirmeye kalktılar! Kabul edilemez bir durum! Onlarla bu adada beraber yaşamak yerine ölmeyi tercih edeceğimizi söyledik."
Konuşmaya ara verdi. Su içiyordu sanırım.
-"Hiç oralı olmadılar. Hiç!!! İkinci büyük ihanet de çok değerli evlerimizin içlerine kadar soktuğumuz özel güvenliklerden geldi! Aileleriyle irtibata geçilmiş ve beyinleri yıkanmış hepsinin! Elimizde toplam yüz yirmi dokuz adam kaldı ki, tahmin edeceğiniz gibi hiçbir işe yaramaz! Karşımızda resmen bir ordu var artık!!"
-"Ya komutana ne demeli!!??" diye bağırdı başka bir adam oturduğu yerden.
Demek artık bağrılabiliyordu. O zaman ben de biraz sesimi yükseltsem sorun olmazdı herhalde...
-"HEPSİ SİZİN YÜZÜNÜZDEN!!!" dedim sesli bir şekilde.
Salonda bir uğultu oldu. Benim konuşabilme yetim olduğuna inanamıyorlardı sanırım.
-"Eğer böyle boktan bir düzen yaratmasaydınız, adalarda adil bir yönetim olsaydı, kimse böyle bir ayaklanmaya kalkışmazdı!!!"
-"BU NE CESARET PİS KADIN!!!"
Tanımadığım bir teyze tiz sesiyle bağırmıştı.
-"Sizin cesaretiniz paradan geliyor. Benim cesaretimin kaynağı insanlığım!!! Siz senelerdir lüks içinde yaşarken çok değil birkaç kilometre ötede insanlar yaşam savaşı veriyordu! Hiç mi aklınıza gelmedi bir gün devranın döneceği!!?? Hiç mi düşünmediniz rüzgarın yönünün değişebileceğini!!?? Para her şeye kadir değilmiş, bunu anlayabildiniz mi!!?? HEPİNİZ HAK ETTİĞİNİZ SONU YAŞAYACAKSINIZ!!!"
En son cümlemi resmen çığlıklar içinde söylemiştim. Derin bir sessizliğe bürünmüştü salon. Ta ki bir ses;
-"LUNA!!!" diye bağırana kadar. Kamo'ydu bu. Evet, Kamo!!! Gelmişlerdi.
Salonun ışıkları yanmıştı aynı anda. Karanlığa alışan gözlerimi ilk saniyeler açık tutamadım.
-"HERKES BENİ DİNLESİN!!! Tüm özel güvenlik güçleriniz etkisiz hale getirildi. Birinci Ada da dahil olmak üzere tüm adalar artık bizim yönetimimizde!"
Ne güzel bir haber, ne kadar gurur verici fakat Kamo'nun bilmediği bir şey vardı. Onların da bir kozu olduğu, yani ben...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasyZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...