-"NE DİYORSUN SEN LUNA???"
Öyle bir sormuştu ki bu soruyu o gün Serbey, hissettiği tüm duygular; acı, şaşkınlık, hayal kırıklığı... Hepsi yüzünden ve özellikle gözlerinden net bir şekilde okuyabiliyordum. İçim parçalanıyordu her aklıma geldiğinde. Bombok hissediyordum. Tek suçu beni sevmekti...
-"Hayallere dalmışsın yine bir tanem?"
-"Yok bir şey anne..."
O gün o adam, o salonda, kulağıma, annemle babamın hayatta olduğunu ve sadece birkaç yöneticinin bildiği bir yerde kapalı tutulduklarını fısıldamıştı. Bilincimi kaybettirecek kadar büyük bir şok yaşamış, üstelik ne tamamen sevinebilmiş ne de tamamen üzülebilmiştim. Birinci Ada sakinlerinin sağ salim bu adadan çıkışları için, ellerindeki koz olmaya devam etmezsem; annemle babamın bir süre sonra kapalı oldukları yerde, açlık ve susuzluktan öleceklerini söylemişti. Tüm benliğimle Serbey'le beraber gitmeyi isterken, adamın doğruyu söylüyor olma ihtimalini de göz ardı edememiştim. O günden bugüne tam iki yıl iki ay olmuştu. Neredeyse sekiz yüz gün yani... Bu sekiz yüz günün her dakikasında aklımda o vardı.
-"Al kızım."
Babam elinde tuttuğu fincanı bana uzatmış bekliyordu.
-"Kahve içmiyorum baba, biliyorsun."
-"Kusura bakma unutuyorum. Yaşlandım artık..."
Bahçeye çıktım. Evin rengi çok soluklaştığı için daha canlı bir maviye boyatmıştık geçen ay. İçimdeki kasvetin tam tersine, mutluluk ve huzur saçıyordu. Küçük masaya oturdum. Ortasındaki lotus bibloma baktım. En son karargahtaki odada kutunun içinde kalmıştı. Serbey'le yaşayacağımız evin dekoru olmak için bekliyordu. Olamadı maalesef...
-"Hadi tatlı kızım, yanımıza gel."
Annem de babam da birbirimize kavuştuğumuz günden beri beni yanlarından ayırmıyorlardı. Gözleri sürekli üstümdeydi. Hem beni özledikleri için hem de bir delilik yapmayayım diye... İntihar etmezdim belki ama aklımı kaybetmeye çok da uzak hissetmiyordum. Ara sıra şu andan kopup kendimi geçmişte buluyordum mesela... Söylenenleri duymuyordum. Dalgınlıklarım artmıştı. Annem benimle kutu oyunları oynuyordu. Sıkıldığı için kendine eğlence aradığını söylüyordu fakat tamamen, biraz da olsa beynimi çalıştırayım, farklı bir şeye odaklanayım diyeydi. Babam da mesela, koltuğunda oturup bulmaca çözerken bal gibi bildiği soruları sanki hiç duymamış gibi bana soruyordu. Onları gerçekten çok özlemiştim. Çok da seviyordum fakat aşkın yerini hiçbir şey dolduramıyordu maalesef. Gözlerine bakınca eridiğin, yanındayken türlü türlü şımarıklıklar yapmak istediğin, elini tuttuğunda kalp atışlarının hızlandığı o kişiyi bulduysan, kaybı başka hiçbir acıya benzemiyordu.
-"Aaa! Kimler gelmiş!!! Bizi ziyarete dünya güzeli bir bebiş mi gelmiiişşş???!!!"
Annemin mutlulukla çığırmasından gelenlerin Kamo ve Meli olduğunu anlamıştım. Tabii bir de Moli... Şu ana kadar gördüğüm en tatlı bebekti gerçekten. Henüz altı aylıktı ve Kamo'nun küçük, dişi bir kopyasıydı.
-"Biz geldiiikkk!!!" diye seslendi Kamo.
Amacı bende de bir sevinç dalgası yaratabilmekti. O günden beri haftada bir uğruyorlardı. Amaçları beni biraz dışarı çıkarabilmekti. Bebek arabasını ittirmeyi sevdiğim için yürümüş oluyordum ve onlar da bana hava aldırma sorumluluklarını yerine getirdikleri için mutlu oluyorlardı. Annemle babam da bu yürüyüşlerde bize eşlik ederek arkamızdan yürürdü normalde ama bu sefer bir gariplik sezmiştim. Çıkmak için herhangi bir hazırlık yapmadan öylece oturuyorlardı.
-"Luna, bu seferlik senle baş başa yürüsek mi? Küçük cadı dün gece hiç uyutmadı bizi, biraz ondan uzak durmak istiyorum. Belki özler de babasına kıyamayıp gece mışıl mışıl uyur."
Yalan söylüyordu. Bebek kesin gece uyutmamıştı. Oraya kadar doğruydu. Sadece oraya kadar.
"Hadi Luna'cığım sen git Kamo'yla, biz de bu tombiş yanaklıyla vakit geçirelim biraz."
Belli ki, annem de işin içindeydi.
-"İyi tamam, gidiyorum."
Kamo sağımda, elleri kot pantolonunun cebinde, ayağıyla taşları sektirerek yürüyordu. Bir ara ıslık çalarak bir melodi tutturdu. Her hareketi sakladığı bir şey olduğuna beni daha çok ikna etti. Yarım saat kadar bu şekilde boş boş yürüdük.
-"Ne güzel oldu böyle yaaa!!! Özlemişim arkadaşımla birlikte vakit geçirmeyi!"
-"Kamo, istirham ediyorum ne diyeceksen de artık! Ayaklarıma kara sular indi!"
Durdu. Gözlerime baktı. Benim için duyduğu üzüntüyü okumuştum gözlerinde.
-"Gel oturalım biraz..."
Sahildeki banklardan birine oturduk. Oturmak iyi hissettirmişti. Hareketsizliğe alıştığım için her yerim ağrıyordu. Yüzümü buruşturdum. Bir anda aklıma, tam da buralarda bir yerde ailecek çektirdiğimiz fotoğraf geldi. Bezime kaka doldururken yüzüm aynı şimdiki gibi buruşuktu. Gülmeye başladım.
-"İyi misin Luna?" diye sordu Kamo.
-"Aklıma komik bir anı geldi de, ona güldüm. Merak etme delirmedim."
-"Genel olarak sormuştum ben..."
-"Nasıl yani??"
-"Genel olarak iyi misin? Nasıl hissediyorsun?"
Kamo, nadir görülecek bir şekilde ciddiydi. Belli ki onu gerçekten de endişelendiriyordum.
-"Çok iyi değilim tabii ki ama iyi sayılırım. Biraz iyiyim aslında... Çok az..."
-"Terapiler biteli sekiz ay oldu galiba, yeniden başlasan mı, ne dersin?"
Sadede gelmiştik.
-"Kamo biliyorsun yaşadığımız şeyler hiç kolay değildi. Ben sizden birkaç kat daha fazla şeyle mücadele etmek zorunda kaldım üstelik. Yirmi küsur sene sonra annem ve babamı buldum. Onların yaşlı hallerine gözümün alışması bile çok zorlu bir süreçti takdir edersin ki... Ayrıca sen sevdiğin insanla evlenip bir de çocuk yapıp aile sahibi olurken ben..."
Durdum. Kamo'nun gözleri yaşarmıştı. Durduk yere üzmüştüm onu. O sadece benim iyiliğimi isterken ve bunun için çabalarken ben güzel bir hayatı olduğu için onu suçlar gibi konuşmuştum.
-"Kusura bakma Kamo... Benim için uğraştığını biliyorum ama ben o günde takılıp kaldım. Ne yaparsan yap çıkamayacağım. O pislik insanlarla beraber gemideydim ve sırf beni bir yerden sonra denize atarlarsa diye Serbey de arkamızdan tekneyle açılmıştı biliyorsun. Sizden önce davranıp Üçüncü Ada'ya geldiği tekneyi bulup onunla geminin peşinden gelmeye çalışmıştı. Sonra ben sizi görüp gizlice denize atladığımda o neredeydi kimbilir! Ne kadar açılmıştık hatırlasana! Geri dönemedi o Kamo! Adaları bulup geri dönemedi! ANLIYOR MUSUN??!! HERKESİN TAHMİN ETTİĞİ HALDE KİMSENİN KONUŞMADIĞI ŞEYİ SÖYLEYEYİM Mİ SANA??!! O ÖLDÜ!!!"
Deli gibi ağlıyor ve zangır zangır titriyordum. Kamo da ağlıyordu. Serbey'in ölmüş olmasına mı, benim bu halime mi, ikisine birden mi bilemiyorum. Sarıldı bana. Başımı omzuna bastırdı. Titrememin geçmesini bekliyordu. Etrafımızda yürüyen insanlar da durmuş bizi izliyorlardı. Yaşlıca bir kadın çantasından mendil çıkarıp telaş içinde koşarak bize getirdi.
-"Ne oldu size?? Ne oldu çocuğum??" diye sorup duruyordu.
Titremem durunca Kamo beni serbest bıraktı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu onun da ağlamaktan.
-"Luna, annen ve baban çok üzülüyor. Onlar senden de kötü günler geçirdi inan. Senin annen baban yoktu ortada, onların ise çocukları! Moli doğduktan sonra daha iyi anladım ben de... Sevgilerin en büyüğü ve aynı zamanda en büyük derdin oluyor o çocuk senin için. Yapma onlara bunu, topla kendini. Serbey için kendini hırpaladığını biliyorlar ve ellerinden hiçbir şey gelmiyor! Bu onları daha da üzüyor. Anlıyor musun beni? İnsana acısını unutturacak tek şey çocuğunun acı çektiğini görmek inan bana... Şimdi lütfen bir söz ver. Kendini toplamanı rica ediyorum. En azından rol yap. Yapabilirsin. Üstelik sen en güzelini yaparsın! Bu zamana kadar örneklerini yaşadın. Neler atlattın rol yaparak öyle değil mi? Tamam mı? Anlaştık mı? Söz mü?"
-"Deneyeceğim" dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasiaZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...