42. BÖLÜM: "İZİN GÜNÜ"

58 3 0
                                    

-"Benim duyduğumu siz de duyuyor musunuz???" diye sordum şaşkınlıkla...
-"Evet, geldiler demek..." dedi Serbey.
-"Kimler???"
-"Ekiptekilerin yakınları gelecekti ya..."
-"Aaa evet unutmuşum ben onu! Ne güzeeel!!! Hadi gidip bakalııımmm!!!"
Onlar oldukları yerde durmaya devam ederken, ben diğerleriyle beraber yemekhanenin dışına çıktım. Çok güzel bir görüntü karşıladı beni. Birbirlerine sarılanlar, öpüşenler... Beni görünce çocuklardan biri yanıma yaklaştı. Durup öylece bana bakmaya başladı.
-"Sen de kimsin???" diye sordu kocaman gözleriyle.
-"Merhaba, ben Luna, tanıştığımıza memnun oldum yakışıklı" dedim. Eğilip tombul yanaklarını sıktım.
Sanırım birazcık utanmıştı. Annesine doğru koşup bacaklarına sarıldı.
-"Bizimki biraz utangaç" dedi annesi mahçup bir şekilde.
Gülümsedim. Kadın kucağında bir de kız çocuğu taşıyordu. Herhalde Poyraz'ın ailesiydi. Tam da ben bunu düşünürken, koşarak Poyraz geldi yanlarına. Sarıldılar. Gözleri dolmuştu. Haklılardı. Benim bile dolmuştu. Başımı diğer tarafa çevirdim. Bu sefer Kuzgun'u, eşi olduğunu düşündüğüm bir kadına sarılırken görmüştüm. Evet eşiydi... Elindeki ultrason çıktısını gösterdi kocasına. Yüzü gülüyordu. Kuzgun da yere çöküverdi. Başını eşinin dizlerine yasladı. Ağlıyordu. Bu sefer hamilelik iyi gidiyordu demek! Bebek tutunabilmişti annesinin rahmine! Artık dayanamayacaktım. Ben de ağlamaya başladım. O sırada Serbey gelip arkadan sarıldı. Ellerini karnımda birleştirdi. Başını sol omzuma koydu.
-"Neden ağlıyormuş benim bi'tanem? Duygulanmış mı? Dayanamaz mıymış hiç böyle şeylere, içine mi dokunurmuş?" dedi tatlı tatlı.
-"Sen böyle konuşursan daha çok ağlarım yalnız!" dedim.
-"Bir ara İkinci Ada'ya geçip, çocuklara ve doğacak bebeğe hediyeler alalım. Burada hiç para kullanmadığımız için sen hala zenginsindir nasıl olsa..."
-"Evet ya zenginim. Bankada mis gibi param var benim. Sonracığıma şey de var mesela... Eee... Lan oğlum, benim başka param yok ki!?"
Bu "lan oğlum"lu çıkışıma çok gülmüştü Serbey.
-"Daha evliliğimizin cicim aylarında "lan oğlum" mu oldum???" dedi. Üstüne bir de kolumu ısırdı.
-"Ahhh!!!" diye bağırdım yalandan.
Tekrar çocukları izlemeye başladım. Serbey'in dediği gibi hediye alıp onları mutlu edebilirdik. Aklıma alışveriş yaptığımız mağaza ve orada çalışan ufak tefek kız geldi.
-"Serbey..."
-"Efendim?"
-"Şu Dördüncü Ada'daki kampa gidilecekti ya..."
-"Evet?"
-"Alışverişi ondan sonra yapalım olur mu? Geçen gittiğimiz çok katlı mağazaya gideriz. Kadın, erkek, çocuk ve bebek bölümleri ayrı ayrıydı. Dünya kadar seçenek vardı. Bir de aklımda başka bir şey daha var."
-"O belli zaten... Nasıl istersen... Sen mutlu ol yeter ki..."
-"İkimiz beraber mutlu olalım."
Birkaç dakika sonra iki asker, tam da konuştuğumuz konuyu bize iletmek için, arayan gözlerle etrafa bakınıyordu. Bizi görünce koşar adım yanımıza geldiler.
-"Komutanımız sizi keşif yapabilmeniz için Dördüncü Ada'ya götürmek istiyor. On beş dakika sonra ana kapının önünde araç bekliyor olacak."
-"On beş dakika mı??? Çok az zaman var" dedi Serbey.
-"Ekibinizin izin günüymüş sanırım, komutanımız akşam ziyaret saati bitiminde burada olmak istiyor. Karargahtan uzun süre ayrılmayı sevmez."
-"Luna da benimle gelebilir mi?"
Asker duraksadı.
-"Israrcı olmanız halinde, eşinizin de size eşlik edebileceği söylendi."
-"Israrcıyım" dedi Serbey. Sonra bana dönerek devam etti; "Nasıl ki komutan karargahtan uzakta olmayı sevmiyor, ben de eşimden uzak olmayı sevmiyorum."
Söylediği şeyden dolayı, takdir bekliyordu sanırım. Sırtına, "Aferin" der gibi pıt pıt yaptım. Biraz hayal kırıklığı olmuştu onun için, bu çok da istekli olmayan tavrım.
-"Tamamdır" dedi asker. "Komutanımızı, sizi ve eşinizi on beş dakika sonra araç alacak."
Hızlıca dönüp gitti. Serbey, tavırlarımda bir gariplik olduğunu düşünüyordu. Gözlerinde soru işaretleri vardı. Baktı ki ben konuşmayacağım, o söze başladı;
-"Komutan birbirimizden ayrılmak istemeyeceğimizi düşünüp açık kapı bırakmış bize... Aslında ben, senin çok sevineceğini düşünmüştüm Dördüncü Ada'ya gitme meselesine... Yani ne bileyim, seversin böyle maceralı şeyleri ya..."
-"Hazır mıyım bilmiyorum" dedim omuz silkerek.
-"Ne gibi?"
-"Serbey biliyorsun, Dördüncü Ada ve tabii ki Beşinci Ada ile ilgili, çocukluğumuzdan beri korkutulduk. Yaramazlık yapan çocuklara, oralara atılacakları söylenirdi. Bir sürü efsaneye konu oldular ayrıca... Beşinci Ada'da ölenler geceleri canlanıp intikam almak için diğer adaları gezerlermiş falan... O yüzden gece hava kararınca çok kişi göremezsin adaların sokaklarında. Saçma sapan şeyler biliyorum ama hepimizin aklına kazınmış bir kere... Üstelik direkt; "İşkence çekerek ölmek" anlamına gelen Beşinci Ada'ya, hayatımda hiç olmadığım kadar yakın olacağız. Çekincelerimi anlatabiliyor muyum?"
-"Evet, çok iyi anladım. Ha deyince gidilebilecek yerler değiller yani... Haklısın, ben burada yeniyim sonuçta, büyürken beynim bu hikayelerle yıkanmadı."
-"Aynen öyle... Yani, bazen korkacak bir şey olmadığını bile bile, içten gelen bir dürtüyle korkarsın ya... Benim yaşadığım da o herhalde."
-"Nasıl yapsak?? Sen gelme o zaman, ben gidip geleyim."
-"Senin gitmelerinden bıktım artık... Ben de geleceğim."
Bıkmıştım gerçekten. Ne kadar korkarsam korkayım, en azından sevdiğim adam gözümün önünde olacaktı. Sanki benimleyken ona bir şey olamazmış gibi...
-"E tamam o zaman, üstümüze daha koyu renk birşeyler giyelim. Dördüncü Ada'nın kaldıramayacağı kadar renklisin de..."
Bu konuşan adam, ne dediğinin farkında mıydı acaba???
-"Kamo haklıymış yani öyle mi??? Yani böyle bir zevksizlik dünyada görülmemiş!!! Narin gözlerine eziyet resmen, ÖYLE Mİ!?"
-"Sen ne giyersen giy, gözlerime eziyet olamaz da... Şartlara pek uygun düşmeyecek diyelim."
-"İyi be!!! Öfff!!! Gideyim de, sıkıcı sıkıcı, koyu koyu şeyler giyeyim. Üstüme senin uzun siyah paltonu da alırım. Oh, şahane olur!!!"
Haklıydı bu arada. Bu kıyafetle gidilecek yer değildi. Nedense onunla konuşurken şımarıyordum. Herhalde beni çok iyi tanıyor olmasına güvendiğim için. Olabildiğince kaprissiz, yüksek beklentiler içine girmediğim, onu zora sokacak durumlardan kaçındığım bir ilişki yürütmeye çalışıyordum. İkili ilişkilerde sık görülen durumları, bizim ilişkimize bulaştırmamaktı amacım. Niyeyse, erkeklerin dikkat etmesi gereken konular sürekli dillendirilirken, kadınların üzerine düşenler halı altı ediliyor gibiydi. Mesela, erkeğin, ayda yılda bir yaşanacak seks karşılığında, kadının isteklerini yerine getirmek zorunda olması, tamamen saçmalıktan ibaretti. Ya da sevginin ispatı olarak sürekli çiçek, mücevher, hediye gibi beklentiler içinde olmak... Bitmek bilmeyen özel gün kutlamaları... Sonsuza kadar fallarla, burçlarla ilgili yorumlar yapma isteği... Erkek olsam arkama bakmadan kaçacağım şeyleri, Serbey'e asla yapmayacaktım. Sonuç olarak, ilişkilerdeki iki taraf da birbirinin iyiliğini karşılıksız olarak düşünmeliydi işte... Zor bir denklem değildi. Tüm bu saydıklarım bende tamamdı evet, ama maalesef, şımarıklığım için bir çözümüm yoktu.
   İkimiz de hızlıca giyindik ve komutanı bekletmemek için aceleyle dışarı çıktık. Onu, araca geçmiş, bizi beklerken bulduk.
-"Kusura bakmayın komutan, beklettik sanırım" dedi Serbey.
-"Hayır hayır, benim alışkanlığım bu... Her zaman verilen saatten daha önce orada olurum" dedi kibarca.
Sonra bana döndü.
-"Kıyafetlerinizi değiştirdiğiniz iyi olmuş, oraya pek de uygun kaçmayacaklardı" dedi.
Olamaz!!! Komutan, Serbey'e, benimle günlerce dalgasını geçeceği malzemeyi vermişti bilmeden. Dönüp baktığımda, tam da bu sebepten, kıs kıs gülüyordu "Sevgilim" dediğim adam!
Araç yola koyulduktan bir süre sonra, komutan bana döndü. Düşünceli ve sıkıntılı bir hali vardı. Babacan bir ses tonuyla;
-"Hazır mısın Luna?" diye sordu.
-"Değilim sanırım" dedim dürüst olarak.
-"Tahmin ediyorum. Serbey sana sormayacağım. Fazla bilgin yoktur adalarla ilgili."
-"Evet, dediğiniz gibi fazla bilgim yok, ara ara Luna'nın anlattığı kadar sadece..."
-"Luna sana neyi, ne kadar anlattı bilmiyorum ama..." Ellerini birbirlerine kenetledi. Başını hafifçe öne eğdi. Derin bir nefes aldı.
-"Karşılaşacakların uzun süre hafızandan silinmeyecek."

5 ADAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin