parça

26 2 0
                                    

19'dan 3'e uyku rutinim dokuzuncu sınıfta başlamıştı ama o senenin yazında teyzemin beni Asil'le gece hayatına sokma çabalarıyla biraz aksamıştı. Onuncu sınıfa başlayıp yeniden bu rutine uymaya çalıştığımda ilk başta çok zorlanıyordum. Uykumu tam alamadığım için neredeyse her teneffüs, beş dakikalığına da olsa tuvalette kabinlerden birine kapanıp, bir klozetin tepesinde uyuklamaya çalışıyordum -ki bu, işleri daha da zorlaştırmış olabilir.

Neredeyse her teneffüs oradaydım ama kimse ne orada olduğumu ne de her şeyi duyduğumu bilmiyordu. Unutulmak kolay olmuştu, önemsenmemek daha kolay, görülmemek daha da kolay, bilinmemek en kolayı.

Gizlenmek hayatımı kurtardı. Belki de Gizil ismi bana gerçekten uyuyordu, beni korumuştu -aklımdakine çanak tutuyordu o ayrı. Bunu, saklanmayı başaramayanların çektiklerine bizzat şahit oldum. Orada, kabinlerden birinde uyuklarken.

Eylül fazla ilgi çekmeyen bir kızdı ama yine de bazı kızların eğlencesine malzeme oluyordu. Kendini koruyacak hiçbir şey de yapmıyordu. En çok buna sinir oluyordum. Ben olsam karşılık bile vermem, gülüp geçerim dediğim şeylere kız, hatalıymış gibi karşılık verip alttan almaya başlıyordu. Aynı sıkıcı zorbalık hadiselerinin gerçekleştiği bir gün de onu tuvalete sürüklemişlerdi. Niyeyse çantasındaki her şeyi yere dökmüş, başka da hiçbir şey yapmamışlardı. Kıkırtılarını duyuyordum, dört kişiydiler. Uykum açılmıştı artık, gözlerimi devirerek dışarı çıktım ve karşımda bulduğum görüntüye baktım. Eylül yerde eşyalarını topluyordu, tek tek. Diğer kızlar da tepesinde dikilmiş öylece bakıyordu. Bana kalırsa hiç eğlenceli değildi. Onların eğlenceli buldukları şey Eylül'ün güçsüzlüğüydü. Çantayı muhtemelen ver dedikleri an kendisi uzatmış veya onlar alırken tek kelime bile etmemişti. Şimdiyse melül melül eşyalarını toplaması onları eğlendirebiliyordu.

Burnumdan kısa bir nefes verip yere eğildim ve yerdeki kitapları tek tek üst üste dizdikten sonra çantasına tıktım ve eline verdim. Muhtemelen ben yardım etmesem daha dakikalarca toplayacaktı dağılan her şeyi. Elbette ondan önce doğruldum ve diğer kızlara baktım. Bana bozulmuş gibi bakıyorlardı ama aynı şeyi bana da yapmaya başlayamazlardı, bende aynı zayıf karakteri görmüyorlardı, onun dışında eğlenceli de gözükmüyordum ve beni göz ardı etmek daha cazip geliyordu.

Kısa bir an, burayı terk etmeden önce, en arkalarında duran kızla göz göze geldim. Sarışın, ince bir kızdı. Arkadaşlarının ikisinin aksine saçları doğaldı. Göz göze geldikten hemen sonra gözlerini kaçırıp yere dikti. Kolları bağlıydı ve diğerlerinin aksine yüzünde o muzip gülümsemeden yoktu.

Bunu istemiyordu, hiç istememişti. Lâl, aralarındaki tek iyi niyetli kişiydi, bunu görebiliyordum. Yine de, bu zorbalıkları onaylamasa da bir şey demiyordu. Öylece, arkada duruyor ve izlememeye çalışıyordu.

Eylül sonunda ayağa kalkmayı becerince bana teşekkür etti. Teşekkürü bile özür diler gibiydi, onunla dalga geçmelerine izin verir gibi. Ona kızmak istedim, neden bu kadar saf davrandığını anlamıyordum. Üstelik şimdi geri dönüşü de yoktu, bir anda güçlü ve sert davranmaya çalışsa şimdi daha da dalga konusu olurdu. İnsan neden böyle olur ki, diye düşünmekten başka bir şey yapamıyordum. Muhtaç, zayıf, saf...

Kendimi hiç düşünmüyordum Eylül hakkında her fikir üretmeye başladığımda. Ona yüklediğim bütün sıfatların kendimde de olduğunu unutuyordum. Ama ben onun gibi değildim. Ben birine muhtaçtım, yalnızca o kişi benim zaafımdı ve yalnızca ona gelince saf kesiliyordum. Çünkü O benim zayıf anlarımı görmeyi hak eden tek kişiydi. İnsanlara asla bu tarafımı göstermez, göstermeyecektim.

Lâl ve arkadaşları gittikten sonra Eylül'e yalnızca yamuk bir gülümsemeyle karşılık verip ellerimi yıkamaya gittim. İçimden, ya okul değiştirip kendini yeniden başlatmasını ya da intihar edip bu zavallı yaşantısını sonlandırmasını düşünüyordum.

Neyse ki aynı sınıfta değildik. Ama Akay ve Eylül beraber bir proje yapmaya karar vermişlerdi, fizikle ilgili bir şey, o yüzden son zamanlarda sık sık bizim sınıfa gelmeye başlamıştı. Bu durumu ilk öğrendiğimde elim otomatik olarak yüzüme çıkmış ve derin bir iç çekmiştim. Kendisini gitgide daha da riske sokuyordu. Sınıfa gelmek bir yana, Akay'la yan yana olmak en büyük riskti, Lâl'i bile yolundan çevirebilecek kadar büyük bir risk.

Barış hep yanlarında oluyordu, dinliyormuş, bir şey anlıyormuş gibi yapıyordu- ama Lâl'in gözünün onu gördüğünü sanmıyordum. Her yakaladığımda onlara bakıyordu. Daha doğrusu kıza. Eylül sürekli konuşuyordu, proje üzerine fikirler üretip, teoriler açıklayıp duruyordu. Ben bile üç yeni prensip öğrenmiştim. Akay da onu ilgiyle dinliyordu, karşılık veriyordu.

Lâl o zamandan sonra fizikten hep yüksek not aldı.

Ama yine de Eylül'e hiçbir şey yapmadı. Bahsettiğim riskin başka birisine karşı değil, kendisine karşı olduğunu ben de o zaman anladım. İlk başta bu kıskançlıklar zararsız hatta fizikteki sonuçları gibi yararlıydı ama sonra başka değişiklikler fark etmeye başladım. İşin Eylül'le kalmadığını da belirtmek gerek. Akay okulda popülerdi, üstüne üstlük nazik ve iyi kalpli ve yakışıklı ve başarılıydı dolayısıyla herkes onun etrafındaydı. Lâl her zaman yanına yaklaşamıyordu ama onu hep izliyordu. Diğer kızlarla onu izliyordu. Akay'ın hiçbir zaman arkadaşlıktan öte hisler benzemediği kızları izleyip onlara imreniyordu. Oysa onlarla konuşurken Akay'ın gözleri de hep Lâl'e kayıyordu. Çünkü biliyordu, okuldaki herkes biliyordu. İlk anlayan bendim elbette, belki Lâl'den bile önce.

Eylül'e geri dönecek olursak, bir değişim programıyla Fransa'ya gittikten sonra bir daha geri dönmedi. Aynı sene, yani on birinci sınıfta, Lâl de California'ya gitti. Akay, okula geldiğinde gözlerinin sürekli onu aradığını fark etmiştim, birkaç gün sonra umutsuzlukla aramayı kesti.

Ben bütün bunlar olurken, hiçbir sene değişmeyen sıramda tek başıma, sessizce oturuyordum. İzlemek ve dinlemek için doğmuş gibi. Yaşamak için değil.

Ondan ziyade öldürmek olabilirdi.

Bütün bunlar olurken ellerim de çalışıyordu. Yedinci kurbanımdaydım. İkinci erkek kurbanımdı, Eray. Aynı okulda olsak veya herhangi bir şekilde tanışsak yüzeysel ve duyarsız bulacağım biriydi ama mesajlaşırken ona bunu hissettirmemeye çalışıyordum. Tek konuştuğu şey ölüm ve aşktı, ikisi birbirini dengeliyormuş gibi. Ya güzel bir kız bulacağını ya da kendini öldüreceğini söylerdi. Bu yüzden ona hiç fotoğraf atmadım. Babası gibi intihar etti, kendini asarak. En erkeksi bulduğu yöntem buydu, gerçekleştirebileceği. Silah tutmayı sevmezdi, babası bir avcıydı.

Nasıl bir şanssızlıksa, sekizinci kurbanımla ikisini hep, garip bir şekilde yakıştırmıştım. Neleri onları birbirlerine uygun hissettirdi bilmiyorum ama ikisi de yalnızdı ve aşkı ölüme her gün tercih ederlerdi.

Birinin son mesajı "Tabureye çıkıyorum.", diğerininkiyse "Sanırım bu son."du. Bence birbirlerini karşılıyorlar. Eray, ailesinde kendini asarak intihar eden son kişi olacaktı ve Reina da ailesinde intihar eden tek kişi ve bu, sonuncu intiharı olacaktı. Neyse işte, kafamda kurgulamayı severdim.

Eray son mesajı attıktan, mesajları sildikten sonra O'na sordum: "Sence gerçekten de aşk ölümü dengeler-dengeleyebilir mi? Aşık olursam acaba, öldürmeme gerek kalmaz mı?"

"Eray aşkı kendi ölümüyle dengeliyordu, Dolunay, öldürmekle değil. Aşk, senin elde edeceğin hiçbir veballe boy ölçüşemez."

"Ama belki-"

"Daha önce denedin, hatırlıyorsan, ilk cinayetin bundan çıkmadı mı?" Dişlerimi sıkıp başımı gökyüzüne çevirmiştim.

"Haklısın." İtaat eder gibi başımı eğdim. "Her zaman."

"Merak etme, ikimiz de hiçbir zaman âşık olmayacağız. Bu yüzden, birbirimize sahibiz." Sol gözümden düşen yaşı O'ndan saklayabilecekmiş gibi hızlıca sildim.

"Ölüme."

AYSARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin