7. BÖLÜM
Su damlaları.
Kütle yer çekimi ilişkisi.
Ve bir ton başka palavra.
Ne kadar ağırsan yere o kadar yakınsın.
Kalbin ne kadar ağırsa toprağa o kadar yakınsın.Sabah yeniden 3'te kalkıp annemin yanına gittim. Artık orada oturup onunla sohbet etmediğim için yatağın yanından kaldırdığım sandalyeyi odanın diğer köşesinden getirip karşısına koydum. Bir süre oturup onu izledim. Sonra sıkılıp üzerimdeki pijamayı incelemeye başladım. Sonra saçlarımla oynadım, parmaklarımı kıklattım, tırnaklarımı yedim, dudağımın üzerindeki kurumuş deriyi söktüm, bacaklarımdaki yara kabukları yeniden kopardım, kanımı dudaklarıma sürdüm... Bir sürü anlamsız şey yaptım annem orada öylece uyumaya devam ederken. Yanımdaki cihazın sesine artık alışmıştım, başımı çevirip ona bakıncaya kadar fark etmemiştim bile her saniye öten sesini.
"Anladı. Bir kişi de olsa gördü." diye fısıldadım. Duymayacağı için yüksek sesle konuşmanın faydası yoktu. Yutkundum. "Görüyorlar beni... Yakında içimdekini de görecekler. Sonrasında hepsi kör olmak isteyecekler." Başımı eğip ellerimle oynamaya başladım.
"Bugün doğum günüm." dedim sanki çok umutluymuş gibi. "Hatırlıyorsun değil mi?" Sinir bozukluğuyla kıkırdadım. Sesim konuştukça açılıyor, açıldıkça yükseliyordu. "5 yılda 12 kişiyi öldürdüm." dedim titreyen sesimle. "Ama pişman değilim. Yakında 13 olacak." Bunu sanki çok gurur duyulası bir şeymiş gibi söylüyordum. Şakaya vurup güldükten sonra söyleyecek başka bir şeyimin olmadığını hissettiğimden yerimden kalktım ve sandalyeyi köşesine geri bıraktıktan sonra hazırlanmak üzere odama geri gittim. Yine yarım saatte hazırlandım ama bu sefer başka şeyler yapmadan kendimi dışarı attım. Evde biraz daha kalmak istememiştim. Kulaklığımı takıp daha önce Ejder'le buluştuğumuz parka gittim. Oturduğumuz banka oturdum ve karşımdaki, o küçük kızın önceden sallandığı, şimdi de rüzgârdan dolayı hafifçe ileri geri sallanan salıncağa baktım. Gözlerim onu takip ederken başımı aynı zamanda müziğin ritminde yavaşça sallıyordum.
Sonra bir çılgınlık yapasım geldi. Dosyamı bırakıp yerimden kalktım ve salıncağa oturdum. Ama salıncak öyle alçaktı ki yanlış bir şey yapsam bacaklarım altında kalıp incinebilirdi. Çocukların düşmemesi için takılı olan parçanın üstüne oturduğumda ayaklarımı koymak için yer açılmıştı. Salıncak yeterince yükseldikten sonra bacaklarımı kendime çektim ve siyahtan griye dönen havayı izlemeye başladım.
Salıncak yavaşlamaya başlamışken kapattığım göz kapaklarımın üzerine birkaç yağmur damlası düştü. En azından gözlerimi açıncaya kadar öyle sandım. Başım hâlâ gökyüzüne bakar olduğu için gözlerimi açtığım gibi yüzüme doğru gelen ufak kar taneleriyle karşılaştım. Şaşkınca hepsinin bir bir yüzüme düşüşünü izlerken bir yandan salıncağı sallamaya devam ettim.
Yanımda bir hareketlilik olunca diğer salıncağa baktım. Küçük bir kız gelip salıncağa çıktı, korumayı kaldırıp içine oturdu. Benim aksime o sığabilmişti üzerinde kat kat kıyafet ve atkı olsa da. Kız kendisi sallanmayı denese de ayakları yere değemediği için kollarını kavuşturup dudağını büktü. Onun hâline gülsem mi üzülsem mi bilemedim. Ama ardından bir adam, babası gelip onu sallamaya başlayınca karlı havada yaz geldi sanki kızın yüzüne. Babasına minnetle bakarak kıkırdadı ve sanki bu dünyadan uzaklaşıp gidiyormuşçasına kollarını açtı. Salıncağın limitlerine ulaşabilecek kadar yükseğe çıkardı babası onu. Ama düşüşü de bir o kadar hızlı oldu, hatta belki de daha hızlı. Havada bir süre asılı kaldı, gözleri doldu kızın. Düşmeye başladı. Düştükçe daha da çok hüzün kapladı içini. Düştükçe yenildi, yenildikçe kaybetti. Kaybettikçe ne oldu, ben de bilmiyorum. Sahi, her şeyini kaybedince ne oluyordu? Her şeyi kaybetmek ölüm müydü yoksa ölünce mi her şeyi kaybediyorduk?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYSAR
Teen FictionÖlmek istemeyen birinin intiharı. ❝Papatyalar ölümü sayar. Senin hafızan beni sayıklar. Kopar kopar taç yapraklarını. Geri ekemezsin günahlarını. Seviyor sevmiyor değil bu. Sevemezsin zaten bunu. Hiçbir koşulda. Ölüm ve yaşamak değil asla. Yalnız...