(Barış'la Dolunay benzin istasyonunda indikten sonra, Dolunay polisi aramadan önce.)
Arama butonuna basıp telefonu kulağıma götürdüğümde kapı birden, tekmelenmişçesine açıldı. Barış seken kapıyı yeniden itip içeri daldığında pencereye doğru kaçtım ve cevaplanan aramaya doğru konuşmaya yeltendim ama telefon elimden çekildi. Telefonu almak için ona saldırmaya başladım ama ne yapsam telefonu benden kaçırmayı başarıyordu. Artık onu tırnaklamaya, ona vurmaya başlamıştım ama ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Sanki sadece ona zarar vererek ele geçirmeye hırslanmıştım.
En sonunda telefonu bir köşeye fırlattı. Ben hâlâ debelenirken kollarıyla beni hapsetti. Beni öyle sıkı tuttu ki bacaklarımı bile hareket ettiremedim. Çünkü sakinleşmiştim. Çünkü onun kim olduğunu hatırlamıştım.
"Barış... Ben onu öldürdüm, bırak."
"Bırakmam. Sen öldürmedin onu, öldürmedin."
"Öldürdüm!" Mecburen elini ağzıma kapattı ama sonra hemen çekti.
"Hiçbir kanıt yok." diye fısıldadı korkutucu bir sesle. "Ellerine bak Dolunay." Bileklerimi tutup, bana sarılmaya devam ederken ellerimi gösterdi. "Bu senin kanın." Bir eli, avuç içimdeki yaralardan hafifçe geçti. Bir yanma hissettim ama çok da değildi. "Minel'den hiçbir şey yok sende." Kana bulanmış montumu atmıştık, pantolonumda birkaç leke vardı sadece. Elimdeki kansa ikimizinkinin karışımıydı ama elimdeki yaranın varlığıyla bunu düşünmek çok olası değildi.
"Ellerini yıkayalım, geçecek." Beni kendiyle birlikte lavaboya getirdi. Hâlâ sıkı sıkı tutuyordu kaçacakmışım gibi. Ama kaçmayacağımı biliyordu.
Ellerimi suyun altına sokup usulca yıkamaya başladı. Artık alışmıştım buna, su yakmıyordu canımı. Ellerimi tamamen temizledikten sonra beni sonunda bıraktı. Montunu çıkarıp içindeki soluk mavi hırkayı çekiştirdi ve bir parça kumaş söktü. Ben şokla ona bakarken kumaş parçasını yaralı elime sardı.
"İçeri baktım, yara bandından başka ilkyardım malzemesi yoktu." Sıkı bir düğüm attıktan sonra gözlerime baktı.
"Ben onu öldürdüm." dedim ciddiyetle. "Söylemem lazım." Başını iki yana sallamaya başladı. Sonra da kollarını yeniden bedenime sardı.
"Minel'i göm." dedi. "Minel'i göm... Minel'i göm... Diğerleri gibi. Katil ol Dolunay, yoksa yaşayamazsın bununla. Acımasız, soğuk kanlı bir katil ol, yoksa yıkılırsın. Minel'i göm." Ortam sessizdi, bir tek nefeslerimi duyuyordum.
"Yer kalmadı..." diye fısıldadım, inkâr ettim ama karşı çıktı.
"Hayır, yer var. Kendini; o koyduğun, koymayı planladığın mezardan çıkar, Minel'i göm. Onu kendine göm." Gözlerimi kapadım.
"Barış..."
"Minel'i göm, Dolunay, onu göm."
"Kefenini kendisi giymişti..."
"Sana da onu gömmek kaldı." Sağ gözümden bir yaş akarken gözlerimi araladım. Kalp atışlarım kulaklarıma doluştu. Üzerinden bir ağırlığın kalktığını hissettim, sanki yeniden atıyor gibiydi. Ama zihnimin bir köşesinde bir oda doldu. Minel'i gömmedim, onu orada yaşattım.
Onu orada büyüttüm. Onu orada Kül'e kavuşturdum. Onu orada öldürmedim. Onu orada gömmedim. Onu orada sevmeye devam ettim.
"Gidelim." dedim. Başını kaldırıp yüzüme baktı. "Gidelim, gidelim."
Yüzüne hafif bir tebessüm yayılırken başını salladı.
"Gidelim," Yerdeki paramparça olmuş telefonumu aldı. "Gidelim." Ve banyodan çıktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYSAR
Genç KurguÖlmek istemeyen birinin intiharı. ❝Papatyalar ölümü sayar. Senin hafızan beni sayıklar. Kopar kopar taç yapraklarını. Geri ekemezsin günahlarını. Seviyor sevmiyor değil bu. Sevemezsin zaten bunu. Hiçbir koşulda. Ölüm ve yaşamak değil asla. Yalnız...