52. BÖLÜMBazı cümlelerin sonuna üç nokta gelmemeli.
Tek noktayla bitmeli.
Ama ben aşırıya kaçıyorum.
Ama ben sana dört nokta koymaktan kendimi alamıyorum.
Ama bendeki seni bitiremiyorum.Neredeyse üç saat olmuştu. Üçümüze de kahve getirmiştim. Barış'ınki hâlâ uyuyor olduğundan dolayı çoktan soğumuştu. Akay'ınki de ellerinin arasındayken. Onu tek noktaya bakarken gördükçe ben de içmek istememiş, onun gibi kucağımda bekletmiştim aldığım iki yudumdan sonra.
"Doktorlar anlamışlar." dediğinde dudaklarımı birbirlerine bastırdım. Lâl'in serumdan sonra uyanması yalnızca 10 dakika alsa da doktorlara söylediğim şey yüzünden apar topar bir yeme bozuklukları uzmanıyla seansa alınmıştı. Götürülürkenki direnişini izlemek benim bile dudaklarımı ısıra ısıra parçalamak istememe sebep olmuştu. Ağlaya ağlaya, incecik kalmış koluyla doktorlara karşı koymaya çalışması izlenecek gibi değildi ama sanki Akay başka yere bakmak istemiyor, ben de kendime acı çektirmek istiyordum.
Akay ailesini aramıştı. Ama gecenin körü olduğu için telefonları açmamışlardı. Bu yüzden eve gitmeyip beklemiştik. Eve gidip gitmeyeceğimizi de hiç soramadım çünkü Akay, Lâl'i iyi görmeden gitmeyecek gibi gözüküyordu.
"Konuşmak ister misin?" dedim saatlerdir duyduğumuz tek şey doktorların konuşmaları, koşuşturmaları ve nabız ölçen cihazların biplemeleri olduğu için.
"Olabilir." dedi. Sesi kurumuştu. Öksürerek boğazını rahatlatmaya çalıştı ama boğazı acıyınca kahveden, soğuyunca daha acı olsa da, bir yudum aldı. "Ne konuşalım?" diyerek arkasına yaslandı.
"Bilmem," diyerek onun gibi arkama yaslandım. "Ama bir şey konuşmamız gerekiyormuş gibi hissediyorum. Hastanede sessizlik... garip geliyor."
"Ölüm sessizliği var her yerde." Gözleri etrafta gezindi. Sanki acildeki herkesin üstünde bir ölüm kokusu vardı ve Azrail burası evinin sokağıymış gibi geziyordu. "Bir söz duymuştum... 'Kalp atışlarını duymazsan saymaya başlamazsın.' diye." Kaşlarımı çattım. Bu söylediğine anlam verememiştim. "'Sayıyı kaybedersen baştan başlayamazsın.'" Başımı çevirip yeniden etrafı incelemeye koyuldum. Arada bir bizim gibi, alelacele kucağında biriyle hastaneye koşmuş birileri geliyordu. Bir keresinde bir evsiz bile gelmiş, yüzüne bile bakılmadan kovulmuştu. Bazı hastalar yerinden hiç oynatılmamıştı, araba kazasıyla gelen bir hasta da hayatını kaybetmişti. Tek gecede çok fazla insan, çok fazla şey yaşayabiliyordu.
"Öyleyse hiç başından başlamamış olursun ki..." diye mırıldandım ona duyurmadan.
"Kalbinin attığının farkında olursan durabileceğinin de farkına varırsın." Başımı yeniden ona çevirdim.
"Lâl'e bir şey olmayacak, söz veriyorum." dedim onu rahatlatmak isteyen bir sesle. Sözlerimi tutmasam bile, hiç söz vermesem bile.
Karşıya bakmaya devam etti.
"Olan olmuş zaten." dedi umutsuzca. Acıyan dudaklarımı birbirlerine bastırdım.
"En azından ölmeyecek."
"Ama üzerine ölümün kokusu sinmiş bile. Baksana, hastanedeyiz. Kokusu ne kadar ağır..." Derin bir nefes aldım.
"Biraz hava alalım o zaman." diyerek oturduğum yerden kalktım. O kadar çok aynı yerde, aynı pozisyonda oturmuştum ki koltuğun şeklini almış olabilirdim. Akay biraz itiraz etti ama elinden çekip kaldırınca mecburen benimle geldi. Barış'ı yine bir başına bırakmak ne kadar iyi bir fikirdi bilmiyordum ama uyku modunda olduğu için bir süre sıkıntı çıkaracağını sanmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYSAR
Подростковая литератураÖlmek istemeyen birinin intiharı. ❝Papatyalar ölümü sayar. Senin hafızan beni sayıklar. Kopar kopar taç yapraklarını. Geri ekemezsin günahlarını. Seviyor sevmiyor değil bu. Sevemezsin zaten bunu. Hiçbir koşulda. Ölüm ve yaşamak değil asla. Yalnız...