50. BÖLÜM
Hepimiz küçük günahlar işleriz.
Şeytan fısıldadı deriz,
Tanrı'dan af dileriz.Peki şeytan fısıldamıyorsa,
Tanrı affetmiyorsa,
O günahlar aslında,
En büyük günahı oluşturacak ufak günahlarsa?Birkaç can almaya başlarsa benim zararsız günahlarım,
Artık ufak tefek kalmazlarsa,
yine affedilir miyim?
Şeytan bile bağışlamazken beni,
Tanrı neden affetsin ki?Korku, korku, korku... Yaşam giyotinin gölgesinde bir terör rejimiydi. Ve ben korkuyordum. Bir gün daha çok şeyden korkacağımdan. Aldığım 12 canın hukuksuz cezası gibiydi bu. Tanrı'nın içime soktuğu şeytan yetmemiş, girdiğim şeytan kılığı yüzünden de yargılanıyordum. Elbet bir gün, bu yargı benim aklımdan çıkıp bir mahkemeye taşınacaktı. Bugün olmasa başka bir bugün. Tahmin edemeyeceğim bir günde.
Elbet bir gün, kendim vazgeçsem bile bir katil olarak kalacaktım. Çünkü bunu geri çeviremezdim artık. Ölüler dirilse de kalplerindeki o delik orada bâki kaldıkça, elinde o bıçağı tutan bedenim, ruhu umursanmadan yargılanacaktı.
Katiller öldürülmez ama ölüler dirildiğinde daha öldürülebilir hâle gelirler. Ben o gece daha insan oldum. 12 canımdan biri gittiğinde.
Ve insanların yarattığı o giyotine çıktığımda oradaki beden yalnızca cesedim olacak. Çünkü iki ruhum da böyle bir adaleti terk eder.
Akay hâlâ arada içini çekerek yaşanan şeyi hazmetmeye çalışıyordu. Montunu bana vererek gittikçe buz kesen havada, kendini o adamın yaptıklarına engel olamadığı için cezalandırmaya çalışıyordu. Ama olan veya olmayan hiçbir şey onun suçu değildi. Her şey içimdekinin suçuydu. Her zamanki gibi. Her zaman O'nun suçu olacaktı. Ama kimse insanın içine bakmak istemediğinden sadece üzerindeki kıyafeti görürlerdi. Ama Akay bu ikisini de yapmıyordu. O yalnızca titreyen elleriyle oynuyor ve kendi aklında tartışıyordu bu konuyu. Bana yakın bile oturmuyordu. Aramızda bir kişilik boşluk vardı Barış ve ben otururken aramızda ona yer bıraksak da. Aklındaki şeyler onu biraz daha kıstırdıkça birer santim daha kayıyordu benden uzağa. Artık bana baktığında ne bir şeytan ne de yaptıklarımı görüyordu. Yalnızca bana yapılanları görüyor ve bu kendine acı çektirmekten başka bir şey yapmıyordu.
Ama ben buna dayanamıyordum. O kendine ceza çektirmeye çalışıyor olabilirdi ama ben hâlâ kendim için sakladığım adaleti içimde barındırıyordum ve bunu onun için harcamaktan çekinmedim. Yoldan aldığımız kitabı kapatıp yanıma koyduktan sonra ona doğru yatıp omzuna dayandım. Başımı omzuna koyduğumda bana döndüğünü hissettim ama bir şey demedi. Başını başımın üstüne koydu. Onun bana uzatamadığı ellerinin üzerine koydum elimi. Bu onu rahatlatmış gibi nefesini verdi. Gözlerimi yumdum.
Hava soğuk ve tenimde kesikler bıraksa da güzeldi. Ayaklarımızı sarkıttığımız yerden neredeyse bir metre aşağıda olsa da kıyıya yavaşça vuran denizin de güzel olduğu anlaşılıyordu. Gözlerim kapalı olsa bile insanın içindeymiş gibi hissettiren, üşütmeyeceğini sanmasına neden olan bu deniz içten içe berrakmış hissi veriyordu. Sanki kimse pet şişe veya poşet atmamış gibi. Yüzeyinde hiçbir şey yüzmediği için derinine bakmayan insanlar yüzünden daha çok kirletilse bile, o denize bakması güzeldi. Bakıp da hiçbir şey yapamamak. Çünkü deniz kadar içindeki çöpler de uçsuz bucaksızdı. Deniz ne kadar büyükse içindeki pislikler o kadar fazlaydı. Ve kalbin ne kadar büyükse o kadar fazla kötülük olurdu. Yara alacak daha çok alan, parçalanacak daha çok parça... İçinde; yüzüne bakarken kalbinin bir köşesine atılan ölü bedenler ve birçok içinde yaşamaya devam eden ölü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYSAR
Novela JuvenilÖlmek istemeyen birinin intiharı. ❝Papatyalar ölümü sayar. Senin hafızan beni sayıklar. Kopar kopar taç yapraklarını. Geri ekemezsin günahlarını. Seviyor sevmiyor değil bu. Sevemezsin zaten bunu. Hiçbir koşulda. Ölüm ve yaşamak değil asla. Yalnız...