12. BÖLÜM

193 8 47
                                    


12. BÖLÜM

İçimdeki şeytan, cehennemini benim içimde mi bulmuştur dersin?

Bugün tam beş yıl olmuştu. İlk bir sürü şeyimin üzerinden beş yıl geçmişti. İlk cinayetim, ilk maktûlüm, ilk...

Bugün tam beş yıl olmuştu. Bir kişinin ölüm yıldönümü, diğerininse... Hayır, ölüm günü falan değil bugün. Aksine, ölmeyiş günü. Ölemeyiş günü. Ölmeliydi günü.

Beş adım daha attıktan sonra işte tam da o noktadaydım. Ormanın Doğu girişinden 14 ağaç sonra, iki ağacın arasında. Ağaçların nehir kenarına uzaklığıysa üç adımdı ama o son üç adımı atabileceğimden emin değildim. Bulunduğum noktadan daha fazla ilerleyemeyip başımı gökyüzüne kaldırdım. Belki de O'na teşekkür etmem gerekirdi o gün beni kurtardığı için. Ama o gün, benim yaşamak için bir savaş başlatmama neden olmuştu. O, o gün caydı diye ben ne zaman caymayacağı zaman gelir korkusuyla yaşamıştım.

Uzun zaman sonra ilk kez o gün korkmuştum O'ndan. İlk kez o gün düşmanım olmuştu benim. Hayatımı, beni, tehlikenin kollarına bırakmıştı ufacık bir bebek hâline getirip. Ama sonra da söke söke çekmişti beni tehlikenin kollarından. Dost-düşmanım olmuştu. Ama bilmiyordu ki, O'nun kollarında uyumam; bir daha asla uyanamayacağım bir uykuya dalmak değil, bir daha asla çıkamayacağım bir kabusta yaşamaktı.

"Birinci..." diye mırıldandım, sanki benim ölüme en yaklaştığım yerde, ölü biri beni gerçekten duyarmış gibi. "Birinci..." Ama ona, bendeki isimsiz hitabından başka bir şey söyleyemeyeceğimi bilmeliydim.

"Birinci... Birinci. Birinci!" diye bağırdı aklımın içindeki.

"BİRİNCİ!" diye bağırdım ben de. Ama bu sefer zihnimden değil. Sesim ormanda yankılandı, suda titredi. Bazı kuş sesleri duyuldu, ciyak ciyak. Ellerimi kulaklarıma kapadım. "Duygu..."

🌒

Terasta oturacak yer bulduğuma sevinmiştim. Mevsim kış olduğu için oradaki iki sandalye ve masa katlanmış, bir kenara atılmıştı. Sandalyelerden birini dirseğim yardımıyla kurup yerleştikten sonra bacaklarımı çaprazlayarak, merhemin kapağını açtım. Kapağın, ağzımla açtığım için yere uçmasını umursamadan kremi sol elime boca ettim. Sıktığım miktar belki fazlaydı ama benim için soğutucu jel görevi görüyordu. İki elimi birbirlerine örterek merhemi yayarken başımı göğe kaldırdım.

"Günaydın." diyerek selamladım O'nu. Bunu kinâye şeklinde hep yapardım. O'nunla, sanki hayatımı hiç mahvetmemiş gibi günü açardım.

"Gün henüz aymadı." Dudağımın bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı.

"Tabii... Geceye hapis olan sen, asla gün yüzü göremeyeceksin." dedim irite edici bir şekilde, kötücül kıkırdayışımla.

"Bana hapis olan sen de asla rahat uyuyamayacaksın."

"Eline n'oldu öyle?" Ozan hiç beklemediğim bir anda bana seslenince yakalanmış gibi ellerimi indirip, gözlerimi büyüterek ona baktım.

"Yok bir şey." dedim ayağa kalkarken. Burada olmasından rahatsız olmuştum.

"Ne demek yok, çıkar ellerini." Arkama sakladığım ellerimi, kollarımı çekerek görmeye çalışıyordu ama bana o kadar güç uygulamayacağını biliyordum, ben de karşı koyabilecek kadar güçlüydüm.

"Seni ilgilendirmez, niye geldin?" Derin bir nefes alıp amacından vazgeçince bir adım geri attı. Kekeleyerek, "Işığını açık gördüm." dedi. Gece yarıları kendini yan odaya attığından görürdü tabii.

AYSARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin