ALTERNATİF SON

127 3 0
                                        

! Bu alternatif son kitabın kurgu ve mantık yönünden yaşanabilir görünse de kitap böyle devam etmeyecektir.

(Dolunay Minel'i nehre attıktan, inci suya düştükten sonra)

.
.
.

Kalp atışlarım düzelene kadar yerde oturdum. Neden ağlayamadığım belli olmuştu. Zamanı gelmişti.

O anda nehrin sularının altından sarı bir ışık belirdiğini gördüm. Saniyeler geçmeden ışık yüzeye ulaştı ve göz yakan parlaklığı başımı çevirip üst bedenimi de yere bırakmama neden oldu. Işık tenimi bile yakabilirdi. Varlığını gerçekten algıladığım an dehşet vücudumu sardı. Arkamda su sesi sonra da ufak hareketler duyduğumda gözlerim, yüzüm toprağa gömülüyken, kocaman açıldı. Yüzüme kapadığım dirseğimi çekerken vücudumu da o tarafa döndüm. Kaşımdaki manzara nefesimi kesti.

Bembeyaz tenli, uzun boylu, uzun ama biçimli yüzlü, sarışın ve mavi gözlü bir adam vardı karşımda. Ve kucağında da Minel vardı.

Onun esas katili karşımdaydı.

Henüz kurumamış gözlerim yeniden yaşlarla doldu.

Korkudan değildi.
 
Mutluluktandı.

"Kül..." diye mırıldandım. Yüzünde benimkinin aksine korkmuş bir ifade vardı. Kaşları yukarı doğru çatılı, dudakları titriyordu. Gözleri bana yalvarırcasına bakıyordu.

Yeniden kucağındaki Minel'e baktım. Kül Minel'i toprağa bırakırken dizlerimin üzerine düşüp onlara yaklaştım.
    
"Dolunay," dediğinde varlığının şokuna bir daha uğrayıp, gözlerimi ona çevirdim. "yardım et." Yutkunarak Minel'e baktım.
    
"B-b-ben..." diye kekelediğimle kaldım. Ben de artık korkuyordum. Kül bir anda ellerimi tuttuğunda yeniden ona baktım. Ama ellerimizden bir ışık yayıldığını gördüğümde gözlerim ellerime çevrildi. O zaten oraya bakıyordı.
    
Ellerini ellerimden çektiğinde kanlar yok olmuştu. Hayretle ufak bir kahkaha kaçırdım ağzımdan. Ama sonra bu daha çok bir yakarışa döndü. Kaşlarım yukarı doğru çatılarak ona baktım.
    
"Kurtar onu!.." dedim zorla. Başını sallayarak Minel'e çevirdi. Kestiğim bileğini kaldırıp elleriyle yarasını sardı. Aynı ışık yeniden doğunca üzerimden devasa bir yük kalkmışçasına, histerik hıçkırıklarla kendimi yere bıraktım. Sırtımın üstüne devrildiğimde gözlerim O'nu aradı. Bir ışık gördüm gökyüzünde ama ilk başta o olduğunu anlamadım. Çünkü Dolunay evresindeydi bu ay. Benimkinin, masumiyetimi kaybettiğim gece ışığının çoğu sönmüştü. Ama gökyüzünde başka ay olamazdı. Dirseklerim üzerinde doğrulup, kaşlarımı çattım. Bu O'ydu. Artık hilâl değil, yeniden dolunay evresindeydi.
    
"Dolunay!" Kül'ün sesini yeniden duyduğumda kendimi kaldırıp onlara baktım. Işık sönmeye başlıyordu ama Minel hâlâ hareket etmiyordu. Üzerine eğildim.
    
"Minel! Minel n'olur uyan, Minel!" diye bağırdım bedenini sarsarak. "Ejder için uyan lütfen..." Sızlayarak göğsüne yattım. Gözyaşlarım elbisesini ıslatıyordu. Başımı koyduğum yerin altında bir zonklama hissettiğimde nefesimi tutup gözlerimi açtım. Aniden üstünden kalkıp ona baktım. Göğsünün inip kalkmaya başladığını gördüğüm an Kül'e baktım. O da aynı heyecanla bana baktıktan sonra gözleri açılan Minel'i kaldırıp ona sarıldı. Birbirimizin gözlerinin içine baktık. Bana minnetle bakıyor gibiydi, Minel'i öldürmeme rağmen. Bundan utanıp Minel'e odaklandım. Eli Kül'ün saçlarının arasında dolanıyordu. Kül'ün saçlarına gömmüştü yüzünü, saçlarını kokluyordu.
    
"Seviyor musun artık beni, Kül?" dediğini duydum, boğuk geliyordu sesi. "Senin için öldüm bak." dedi çocukça bir hevesle. Gözlerinin parladığına emindim. Bir "evet" yanıtı beklediği kesindi.
    
Kül de ona aksini vermeyecekti.
    
Kollarını iyice Minel'in bedenine sararak, gözlerini yumup, başını omzuna gömerek, "Ben seni hep sevdim, Minel..." dedi. "Seni öldürsem de hepsi yine senin içindi..." Dişlerimi sıktım. Çünkü anlamıştım. Bu söylediğinin tam olarak neyi ifade ettiğini, anlamıştım.
    
Kül, her gün Minel'i öldürerek onun acı hissini yok etmişti. Kendisi yandığı cehenneminden çıktığında, yani Minel ölüp onun aklından sağ kalınca, Minel gidecekti o cehenneme. Ama Kül, Minel'in acı çekmesini istememişti. Bu yüzden yapmıştı her şeyi.
    
Ve şimdi de, canının yarısını ona vererek onu yeniden o cehennemden kurtarmıştı. Şimdi ömürleri eşitti. O cehenneme gidecek olsalar bile beraber gidecek, ve artık hep beraber olacaklardı.
    
Minel Kül'den ayrıldığı gibi yüzünü bana döndü.
    
"Abim..." dedi. "Abim nerede?" Hem gözlerim hem ağzım mutluluktan açıldı.
    
"Benim evimde." dedim hemen. "Benim evimde! Ejder benim evimde, abin benim evimde! Kül burada ve sen onu sonunda tanıyacaksın! Nerede olduğunu biliyorum, nerede olduğundan eminim. Ejder benim evimde!" Buna neden bu kadar heyecanlanmıştım bilmiyorum ama hızlıca kalkıp onların da kalkmalarını işaret ettim. Kül hemen Minel'e kalkması için yardım etti. Ben beklemeden ilerlemeye başlamıştım. Gelip gelmediklerini görmek için arkamı döndüğümde duraksadım.
    
El ele tutuşuyorlardı.
    
Minel'in aklından neler geçtiğini biliyordum.
    
"Biliyordum," diyordu. "Biliyordum, gerçeksin sen. Şimdi eskisinden daha da gerçeksin. Artık herkes inanacak bana, çünkü en büyük kanıtm olan sen, buradasın. Elini gerçekten tutabiliyorum. Gerçekten yakınsın bana, yanımda değil yakınımdasın. Saçlarına dokundum ben senin. Saçlarına... Benim tüm dileklerim gerçek oldu şimdi, artık yenilerini seninle kurmak istiyorum."
    
Eğer bana yetişmeselerdi gözlerim sırf onları el ele tutuşurken gördüğüm için bile dolabilirdi. Ama onun yerine en azından aralarındaki boy farkına hafifçe gülebildim. Minel Kül'ün omzunun bile altında kalıyordu. Benim de omzumun biraz üstüne geliyordu zaten.
    
Yolu gösterdim ve ormandan çıktık. Bu orman evime uzaktı, arabayla bile bir saati bulurdu. Otostop çekmek güvenli gelmedi ama şansımıza bir taksi geçince fırsatı kaçırmadık. Taksi durduğu gibi üçümüz de arka koltuklara doluştuk. Minel ortaya oturmuştu. Omuzlarımız birbirine değiyordu. Teni sıcaktı. Hissedebiliyordum. Yaşıyordu. Ve abisine gidiyordu.

AYSARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin