(2 ay sonra)
Siyahların getirdiği karanlık adamlar vardı. Karanlıkların ise yok etmeye çalıştığı beyaz, bembeyaz kuş tüyleri...
Saygısızca yapılan bir savaşın ortasına düşen beyaz kuş tüyleri... Belki bir kuşun kanadından belki de bir meleğin kanadından. Beyazlardan grilere döndüler, siyah olamadan kül oldular. Kirlendi kuş tüyleri. Karanlığın dumanlı elleri onlarada bulaştı. Sonra hiç düşünmeden, hiç azap çekmeden ve pişmanlık duymadan cehennemi yarattılar. Daha çok yanmak ve daha çok sönmek için. Yarattıkları cehennemden de memnun olmadılar. Kötülük hep daha fazlasını istedi belki de daha azını... Gökyüzüne kadar yükseldi yangınları, yaktı gökyüzünü. Yıldızlar kaydı sonsuzluğa. Kayıpları oldu kazandıklarından çok. Sönsün istediler cehennemleri, yanmaktan zevk alırken söndürmek ve sonsuz çığlıklarda yok etmek istediler.Acıların son bulduğu bir cehennem. Alevlerin söndürüldüğü, acıların yok sayıldığı, sıcaklığın giderek azaltıldığı bir cehennem. Bunun için çok savaştık. Çok kayıp verdik. Çok canımız yandı. Ama kazandık. Acıların olmadığı bir cehenneme merhaba dedik.
Soramazdı kimse bize, cehennemi söndüreceğinize neden cennete gitmediniz diye! Nasıl giderdik milyonlarca kez kovulduğumuz cennete? Biz oranın günahkar çocuklarıydık. Yaşayamazdık. Gücümüz vardı cenneti bile onların elinden alabilecek kadar gücümüz vardı. Ama cennete ayak basmamıza yarayacak saflığımız çoktan kayıptı. Biz o saflığı çocukluğumuz en başında kaybetmiştik. Çocukluğumuzla birlikte hemde. Lunaparka bile gidip kahkaha atamayışımızla yitip gitti çocukluğumuz. Cezalarımız dünyaya daha ilk ayak bastığımızda kesilmişti. Kirliydik artık. Kirletmek istemedik temiz kalan tek cennetide. Sonra kader acılarımızdan yakaladı bizi ve acılarımızı bir yaptı. Karıştık acılarımızla birbirimize. Bizde gücümüzü cehennemi söndürüp daha yaşanır bir hale getirmek için kullandık. Ve başardık. Cehennem eskisi gibi acıtmıyor artık... Acıtan biziz.
Cehennemi söndürdük ama ruhumuzu saran alevleri söndüremedik. Hala bir caninin ellerinde sıkılmakta ve deşilmekte olan kalplerimiz vardı. Acının en üst düzeyinde kanaya kanaya sevdik ve sevildik. Kelebeklerin bir günlük ömürlerini sevdiklerinden daha çok belkide. Yakmak değil de yanmayı göze almıştık. Karanlığın getirdiği kabusları ve onları besleyen iblisleri bile sevmiştik. Nasıl ki ruhlarımız acılardan besleniyorsa zihnimizde onların fısıltılarından besleniyordu. Zihnimizin cehennemlerinde milyonlarca kez kendimizi ateşe atmıştık duymamak için. İnsanlığımızı kaybetmemek için. Bir kerede olsa güzel şeyleri hissetmek için. En akıllı delilerdik belkide. En ufak bir duygu kırıntısı için bile kendimizi ateşe vermiştik. Yoksa biz mi ateştik? Yandığımızı söylerken aslında tek yakan bizler miydik? Ne acı ki yanan ateşi söndürmek kolaydı. Ama ateş tam olarak kendinse, yüreğindeyse bir bardak su içmek yetmezdi mesela. Bir yerden çok yükseklerden kendini boşluğa bırakmalıydın, sonu denizin dibi olacak bir yüksekten. Belki bir ihtimal sönerdi ateşin, belki de tüm denizi ateşe çevirirdin...Elimdeki kalemi bırakıp siyah defterimi kapattım. Önümde duran portakal suyunu yudumlamaya başladım. Uzun zamandır her şeyi yazdığım bu kara defter...
Bu şehire ilk geldiğim andan itibaren yazdığım defter. Nasılda biliyordu tüm sırlarımızı, tüm yaşadıklarımızı.Sen de yıpranmışsın kara defter. İçindekiler fazla geldi değil mi? Ondan böyle büzülmen. Hangi yürek kaldırır ki senin ince narin sayfaların kaldırsın?
Komidinin üzerindeki sigara paketine uzandım. Tam bir tane içinden alacakken uzun uzun baktım ve ittim. Komidinden aşağı düşüşünü izledim. Hayal kırıklığıyla yere düştü. Hayır. İçmeyecektim. Bebeğimin o sigaranın dumanına maruz kalmasını bile istemiyordum. O grilerde uzakta beyazdan farklı olacaktı. Beyaz olsa kirlenirdi bizim gibi. Mavi olmalıydı. Babasının gözleri gibi. Gökyüzünün maviliğinde yıkanmalıydı ve asla rengini dumana çevirmememliydi. Sevmek ve sevilmek uğruna her şeyi yapmalıydı. Yanmalı mıydı? İşte onu bilmiyorum. Ben onu hep koruyacaktım. Ama bir gün oda aşık olacaktı. Annesi gibi, babası gibi. Uğruna savaşacak bir şeyleri olacaktı ve asla pes etmeyecekti. İstediğim tek şey bizim hatalarımızı asla yapmamasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURTARMAK UĞRUNA
Random"Atlamak mı istiyorsun Kayla? O halde durma atla" gözlerimi dikmiş Ona bakıyordum. Gözlerinde gördüğüm neydi? Öfke mi? Hayır. Üzüntü mü? Hayır. Gözlerinde çaresizlik vardı. "Yolun sonuna geldik Pamir" dedim zoraki gülümseyerek. Yolun sonuydu demek...