56.Bölüm

1.1K 63 135
                                    

    Koştum. Koştum. Koştum. Nereye yetişeceğimi bilmeden sadece koştum. Varacağım yer umrumda değildi. Hayatta bazen böyle yaşardık. İnsanlar hep koşuşturmaca halindelerdi ve kimsenin nereye gitmek istediğine dair bir fikri yoktu. Ayaklarına dolanan taşlar vardı. Yavaşlatan rüzgar...
    Aceleciydi insanlar. Ne zaman öleceklerini bilmediklerinden mi bilinmez. Oysa ben biliyordum artık. Galiba yani. Adımlarım yavaşladı. Hıza ihtiyacım yoktu. Hayat bana doğru hızla akıyordu zaten. Artık yavaşlamam gerekiyordu. Yolun sonuna çok az kalmıştı ve koşmak benim hiç bir işime yaramayacaktı. Yavaşladıkça etrafıma bakmaya başladım. Yavaşladım evet ama durmadım. Adımlarım hala ileriye doğruydu.

   Hiç mi korkmadım ölmekten? Ayaklarım yaşamaya inat ona koştu.

    Duraksadım yavaşça. Yine sahildeydim. Denizin kokusunu içimin en derinlerine çektim. Bir şeylerin iyi gelmesi umuduyla. Umut mu? Hadi ama Kayla! Bu kelimeyi bile kullanamazsın sen. Yasak sana. Duyarlar sesini. Yağmurlar yağdırırlar en tepene. Ruhundan bile kanatırlar seni. Kısacık zamanınıda alırlar elinden. En önemlisi umut olarak gördüğün ne varsa öldürürler. Lanetinle o kelimeyi ağzına bile alma.

    Yavaşça tam denize bakan bir banka oturdum. Nefes nefese kalmıştım. Ellerim titremeye başlamıştı bile. Kulağımdaki kulaklığı çıkartıp elimi cebime attım. Her zaman ki gibi sigaram oradaydı işte. Dudaklarıma götürürken sahilden bir dalga vurdu kayalıklara. O kadar yükseldiki sular. Sonra geri ait olduğu yere denizine indi.

  Herkes ait olduğu yerdeyse ben neden ordan oraya savruluyorum?

     Bir süre izledim. Kuşların özgürce uçuşuna kadar her şeyi izledim. Kızgındı deniz. Hırçındı bugün. Ölüm kokusu vardı. Zihnimin boşluklarında bir çığlık daha koptu. Kuşlar uçuştu kondukları yerden. Deniz dalgalarını çarpmadı kayalıklara. Sustu her şey. Çığlıklar yükseldi. Aldırmadım. Bir duman daha çektim sigaramdan.

    Ruhumun canı acımıştı yine. Oluk oluk kanıyordum. Boğuluyordum. Lanetime içmek istiyordum. Bir masada binlerce kadeh kalkıyordu benim ölmekte olan benliğime. Başımla selam veriyordum herkese. Kırmızı gözler, siyah gözler, gökyüzü gibi bakan ama aslında küllerinden arasında büyümüş grı gözler...

   Zihnim yine bana oyunlar oynuyordu.

   Kadehimi karanlığın kollarında kaybolmuş ve asla bulunamayan yazgıma kaldırıyorum...

    Bir duman daha çektim. Ah keşke kalsan içimde! Ciğerlerim zehirlenirken bu dünyanın pisliğinden sen kalsan ve hep bana ait olsan.

"Kayla." Sese doğru dönmedim. Bu ses tanıdıktı. Ruhum tanıyordu onu. Ensemde bir nefes hissettim. Sonra sevgilimin dudaklarını. Gülümseyip ona doğru döndüm. Kenara kaydığımda yanıma oturdu.

"Ne düşünüyordun yine?" Gülümsemeye çalıştım.

"Seni düşünüyordum tabiki. Başka ne düşünebilirim ki?"

  Onun da yüzünde bir gülümseme belirdi. Ah sen ne güzelsin adam!

"İyisin değil mi?"

"Yapma Pamir, bana soru sorup durma. İyi miyim sence?" Sonra gözlerim dolmuş bir şekilde avuçlarımı açtım ona.

"Baksana! Avuçlarım kül içinde, grilerde kaybolmuş." Kafasını iki yana salladı. Onaylamıyordu yine. Avuçlarımı dudaklarına götürdü. O an o yangının bir nevi söndüğünü hissettim. Dudaklarını avuçlarımdan çektiğinde usulca gözlerini gözlerime dikti.

"Yanılıyorsun. Avuçların gökyüzü içinde! Gökyüzü hala avuçlarında kadın."

    Elimi yavaşça ellerinden çekip denize döndüm. En uzağa kitledim bakışlarımı.

KURTARMAK UĞRUNA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin