Lily peyniri ağzına atıp kapıyı kollamaya devam etti. Karşısında her zamanki gibi Jenna ile Ariel yanında ise Deborah oturuyordu. Jenna gözlerini kısarak Lily'ye doğru eğildi.
"Yemek yerken bile gözlerini kapıdan ayırmadın Çileğim. Kimi bekliyorsun?"
Deborah kıkırdadı.
"Kimi olacak Jen, tabiki James'i bekliyor, değil mi Lils?"
Lily gözlerini kapıdan ayırmadan yanıtladı.
"Evet."
Ariel öksürerek öne gelen gözlüğünü ittirdi.
"Ne?"
"Duydunuz işte, bir daha söylemem, Potter'ı bekliyorum."
"Neden?"
"Bir şey isteyeceğim"
"Ne?"
Lily kapıdan giren kumral çocuğu görünce doğruldu ve cevap vermeyi unuttu. Saçları her zamanki gibi yüzünün bir kısmını gölgeliyordu, belki de yüzündeki çizikleri saklamak içindi bu, nedenini bilmiyordu. Yüzünde her zamanki ifadesi vardı, duyguları gizleyen maskesini takmıştı gene. Sonradan kazandığı muziplik parıltıları da vardı ışıldamayan gözlerinde, belki de kahve gözlerine renk veren tek ışıktı.
Arkasından Sirius Black girdi. Siyah saçlarının yarısını minik bir atkuyruğu ile toplamış, belki de ilk defa yüzünün hepsinin görünmesine göz yummuştu. Elleri kendisinden önce Büyük Salona giren Remus Lupin'in omuzlarındaydı, dudakları tekrar yukardaydı, her zamanki gibi, susmak bilmeden konuşuyordu.
Arkasından oldukça enerjik gözüken Peter Pettigrew çıktı. Hepsinden kısa, daha minyon olan Peter, Sirius'u izliyordu hayranlıkla. Sarı saçlarını kısaltmıştı kısa süre önce, elleri ceplerinde yürürken pantolonunu geriyor, kilolu vücudunu daha da belli ediyordu. Adımlarını hafifçe dengesiz atıyor, sağa sola yalpalanarak yürüyordu. Alnında pansumanla kapatılmış olan bir yara vardı, Lily ne olduğunu bilmiyordu ama uzun bir yaraya benziyordu.
En son girmişti salona Lily'nin yarım saati aşkındır beklediği. Her zamanki gibi pantolonundan yer yer taşmış beyaz gömleği, olduğunca gevşekçe bağlanmış Gryffindor kravatı ve tamamen şekilsiz olan dalgalı ve uzunca saçlarıyla serseri görünümü veriyordu. Yüzü asıktı Lily'nin beklediğinin aksine, sert yüz hatları ve şekilli burnu farklı olarak, gülümsemeyle yukarı çıkmamışlardı. Yuvarlak gözlükleri hafifçe uzaklaşmışlardı gözünden ama o dert etmiyordu. Gözleriyle Gryffindor masasını tararken Lily gözlerini kaçırmak için geç kalmıştı, göz göze geldiler. Onun gözleri gene başlamıştı muzip parıltılarını etrafa saçmaya, Lily de etkisinde kalarak saçlarını düzeltti. James buna karşılık olarak kaşlarını kaldırdı, önündeki Peter'a eğilerek bir şey söyledi, onlar devam ederken James yönünü değiştirip Lily'nin yanına yöneldi.
James Jenna'yı kafasından öpüp Ariel ile Deborah'a selam verene kadar Lily gözlerini genç adamdan çekememişti. James doğrudan Jenna'nın yanına oturup gülümsedi.
"Günaydın kızlar."
"Günaydın."
"Günaydın."
"Günaydın."
Lily tüm kafaların ona dönmesiyle sessiz bir cevap verdi.
"Günaydın."
James karşısındaki kıza baktı. Kızıl saçlarını tepeden bir atkuyruğu ile toplamıştı, yemyeşil gözlerini ortaya koyuyordu. Giydiği siyah kazak kar beyazı tenini vurgularken James'in gözleri istemsizce kızın dolgun dudaklarına kaydı. Dudakları yavaşça aralanırken gözleri kesişti. Böyle durabilirdi James günlerce. Hiçbir şey istemeden huzura kavuşabilirdi o gözlerde. İstediği her şeyi barındırıyordu sanki. Saf bir güzellik vardı bakışlarında, sadece kendisinin gördüğüne inandığı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Legend Called The Marauders
Fanfiction🍀 Çapulcu olmak bunu gerektirir. 🍀 Çünkü Çapulculuk herkesin altından kalkabileceği bir görev de değil. 🍀 Çapulculuk sadece dört kişinin, o özel dört kişinin bir arada bulunmasıyla gerçekleşecek bir sihirdi. James Potter, Sirius Black, Remus Lupi...