86. Bölüm: Sıcacık Gülümsemesi Sonsuza Kadar Soldu

601 50 106
                                    

cidden gerekli yazar notu: arkadaşlar son kısım ile ilgili bir uyarı yapmam lazım.
kalın yazılar ile italik olanları birbirine karıştırmayın. kalın olanlar deborah'a, italikler ise james'e ait. aynı anda aynı şeyden bahsediyorlar diye böyle bir şey yapmaya kalktım, bilginiz olsun.

ve bu bölüme bir sürü yorum bekliyorum çünküsünü okuyunca anlayacaksınız, buyurunuz.

🍀

Deborah Williams hayatının o sabah gelecek bir mektupla değişeceğini bilseydi o sabah yataktan kalkmazdı.

Gün güzel başlamıştı aslında. Kahvaltıda Valeria Alvin ile tanışmış, arkadaşlarıyla eğlenmişti. Ne yazık ki kendisine gelen mektup, her şeyi değiştirmişti.

Deborah yattığı yerde sağa dönerek yüzünü duvara çevirdi. Sol gözünden süzülen damla minik burnunun üzerinden akarak yüzünü ıslatırken Deborah o damlanın bugünkü kaçıncı damla olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Bedeni bir hıçkırıkla daha sallanırken kendisine arkadan sarılan Lily onu daha da kendine çekti, kafasını kucağına alan Ariel saçlarını okşadı, yere oturup kollarını kendisinin bacaklarına uzatmış olan Jenna kafasını Deborah'ın bacaklarına yasladı. Deborah arkadaşlarına minnettardı. Sessizliğin asilliğine karışmadan kendisiyle Merlin bilir kaç saattir oturuyorlardı. Ses çıkarmadan tüm varlıklarıyla onun yanında olduklarını hissettiriyorlardı.

🍀
(1 hafta önce)

Deborah elindeki mektubu açarken oldukça heyecanlıydı. Babasından gelmişti, babası ona pek mektup yollamazdı. Deborah'ın heyecanı diğerlerinin bakışından kaçmamıştı, James Potter kendisine sesli okuması için baskı yaparken Remus Lupin inatla onu durdurmaya çalışmış, mektupların özel olduğu ile ilgili bir şeyler söylemişti. Deborah bunların hiçbirine aldanmamış, kelimelerini sonsuza kadar ezberinde tutacağı mektubu okumuştu.

"Sevgili Deborah,

Çok özür diliyor ve bu satırların asla aklından silinmeyeceğini bildiğim halde inatla yazmaya devam ediyorum çünkü bilmen gerekiyor. Hepsini, tane tane, birer birer.

Her şey ilk eşim tren kazasında öldüğünde başladı. Sen bunu bilmiyorsun çünkü ne sana ne de annene anlatmaya cesaret edemedim. Kimberly Cooke, ilk eşimin adı buydu. Kimberly tren kazasında öldüğünde oğlumuz henüz minicik bir bebekti. Harold. Onu büyütebileceğimi biliyordum, teknik olarak ama ona ne verecek sevgim ne de sunacak sabrım vardı. Kimberly bir parçasını benimle götürdü. Panikle Harold'ı terk ettim.

Ne kadar iğrenç bir insan, diyorsun şu an. Biliyorum ama ben iğrenç bir insan değilim kızım. Ben, kaderinde baba olmak olmadığı halde baba olmak için limitleri zorlayan bir adamım sadece. İnan bana, kader kendisini kandırmamıza asla izin vermiyor. Oysaki ben kaderi kandırabileceğime inanmıştım. Annenle tanıştığımız gün, kaderi yendiğime inanmıştım.

Diana incinmiş bir kuştu. İncinmişti ama uçmaktan korkmuyordu. İteklenmiş, dışlanmış ve öteki olarak değerlendirilmişti ama korkusuzdu. Diana'nın kimsede olmayan ışığı buydu işte. Daha yasımı tutamadan aşık oldum annene. O beni hiç benim onu sevdiğim kadar sevdi mi bilmiyorum. Sevmekten vazgeçmek istiyordu oysa, onunki kadar büyük bir kalple bu mümkün değildi. Sevdikleri tarafından ihanete uğramıştı, sevdiklerini terk etmek zorunda kalmıştı. Sevmek denen basit sözcük onun kader ağıydı.

A Legend Called The MaraudersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin