Ariel Chase 1. sınıfların binalarına yerleşmelerini izlerken kendi telaşını hatırladı. O kadar heyecanlanmıştı ki durmadan terliyordu, gözlükleri devamlı burnundan kayıyordu. Büyük sınıfların ona tebessümle baktığını anımsıyor, ben de mi böyle bakacağım büyüyünce diye düşünmüştü. İsmi okununca dudağından akan kanı hızla yalamış, gerginliği belli etmediğini uman bir gülümseme yerleştirmişti suratına. Hemen o akşam yerleştikten sonra ailesine mektup yazmış, kendisi kadar heyecanlı olan babasına Gryffindor olduğunu söylemişti.
Ariel gözlerini 1. sınıflardan ayırdı. Karşısında oturan Remus'un masanın üzerine yerleştirdiği parmaklarını inceledi. Birbirine kenetlenmiş parmakları birbirlerinin üzerinde ritim tutuyordu. Ariel kendi ellerine çevirdi bakışlarını. Babasının ona öğrettiği ilginç bir numarayı hatırladı. Sol elini yumruk haline getirdi. Sağ elinin işaret parmağını, sol elinin işaret parmağı ile orta parmağı arasında kalan boşluğa hafifçe vurmaya başladı. Çıkan tok ses onu gülümsetti. Babası ona bunu öğrettiğinde 7 yaşında olduğunu hatırlıyordu.
Ariel gözlerini Slytherin masasına çevirdi. Yeşil bezeli cübbelerine baktı. Cübbelerdeki yeşil aklına evlerinin bahçesindeki yeşil çimenleri getirdi. Babası onu ne kadar kovalamıştı orada. Ariel kendi kahkahalarının yankısını duyuyordu kulaklarında. Babası en sonunda onu hep yakalar, çimenlere uzanırlardı sonrasında nefes nefese kalmışken. Uzun saçlarına çimenler karışırdı. Akşam olup babasıyla eve dönmeden önce babası Ariel'ın saçlarında kalan çimenleri ayıklardı. Annesi hoşlanmazdı eve dökmesinden saçlarındaki çimenleri. Annesinin alerjisi olduğundan babasıyla olabildiğince dikkatli davranırlardı ayıklama yaparken.
Ariel derin bir nefes aldı. Ne görürse görsün aklında babasından başkası yoktu. Babası sadece onu saçlarına dokununca hatırlıyor, onun dışında herkese saldırıyordu tehlikede olduğunu düşünüp. Babasını o halde görmeye ne kadar devam edebilirdi bilmiyordu. Her görüşmelerinde ruhunun en derinlerinden bir parça zorla tutulup koparılmış, Ariel'dan uzaklaştırılmış gibi hissediyordu. Yanıyordu, ruhu yanıyordu. Sönmeyen bir kıvılcım taşıyordu kendisiyle.
"Ari? Biraz daha nefesini tutarsan patlayacaksın sanırım. Kıpkırmızı oldun, seni buraya getirmek iyi fikir değildi; senin için bayıldıktan sonra izin almalıydık."
Ariel dalgınlıkla sese doğru kaldırdı başını. Karşısındaki Remus Lupin birbirine kenetlediği parmaklarını açmış, endişeli bakışlarla kendisini süzüyordu.
Ariel sahte bir şekilde gülümsedi. Nefesini tuttuğunu bile farkında değildi, sadece düşüncelerinde dolaşıyordu.
"Dalmışım Rem, iyiyim ben."
"Ne düşünüyorsun? Dudakların yine kanıyor."
Ariel elini önemli değil manasında salladıktan sonra sağ gözünden akan yaşını gizlemek amacıyla kafasını sağa çevirdi. 1. sınıfları izliyormuş gibi davranmaya başladı.
Vermesi gerektiğini aklında tuttuğu derin bir nefes aldı. Bu sıkıntıyla devam edemezdi, her nefeste aklına gelen anılarla yaşayamazdı. Bir yolunu bulmalıydı. O Ariel'dı, her şeyin bir yolunu bulurdu.
🍀
6 gün sonraDeborah karşısındaki çocuğa gülümsedi.
Lacivert gözlü Ravenclaw'ın cübbesi yine son derce ütülenmişti, saçları son derece özenle yapılmıştı. Bakışları insanı rahatsız edecek derecede keskindi, gördüğüyle yetinmiyor, daha da derine inmek istiyor gibi bakıyordu. Hatları aynı bakışları gibi keskin olan burnu her ifadesiyle suratının ortasındaki baskınlığını kaybetmediğine emin olacak şekilde yer değiştiriyor, kalın kaşları yerlerinde duramıyorlardı. Deborah'ın aksine ellerini konuşurken sakin tutmayı biliyordu. Dişleri çizilmiş gibi mükemmel, eksiksiz, yerli yerinde parlıyordu. Mükemmel.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Legend Called The Marauders
Fanfiction🍀 Çapulcu olmak bunu gerektirir. 🍀 Çünkü Çapulculuk herkesin altından kalkabileceği bir görev de değil. 🍀 Çapulculuk sadece dört kişinin, o özel dört kişinin bir arada bulunmasıyla gerçekleşecek bir sihirdi. James Potter, Sirius Black, Remus Lupi...