Deborah Williams kendini inanılmaz enerjik hissediyordu dönemin son günlerinde. Evine dönecek ve çok özlediği babasına kavuşacaktı. Kaç gecedir rüyalarına ev sahipliği ediyordu babası, resmen burnunda tütüyordu. Bundan daha hevesle beklediği herhangi bir şeyin olması imkansızdı.
Bitki Bilim dersinden çıktıktan sonra kimseyi beklemeden bahçeye yöneldi. Enerjik olmasına rağmen sıkılmıştı, sıkıntısını geçirecek net bir isim vardı aklında, onu bulacaktı.
Ona bu sefer selam verenin kendisi olmasını istiyordu.
Adımları kendisini bahçeye çıkardığında derin bir nefes aldı.
Owen Atkins'i bahçede bulacağından epeyce emindi. Gözlerini ovuşturup parmaklarının belirginleşmiş göz altlarının izini takip etmesini sağladı.
Dün gece neredeyse hiç uyuyamamıştı, sıkıcı bir akşam geçirmişti, arkadaşları da uyanık değildi.
Oysaki bu oldukça garipti.
Jenna ve Lily neredeyse her akşam, Ariel ve kendisi uyuduktan sonra uyur, onlar uyuyana kadar da kıkırdar dururdu ancak dün akşam Deborah odasına girdiğinde ikisi de yataklarına uzanmış ve perdelerini sıkıca çekmişti.
Deborah yaklaşık 2 senedir Hogwarts'da idi, geldiği ilk günden beri Sirius ile olan arkadaşlığından dolayı 8 kişilik mini grubunun içindeydi ve onlarla yapmadığı delilik kalmamıştı.
Jenna ile kendilerine rahatsızlık veren insanları lanetlemişler, Mcgonagall'dan ceza üstüne ceza almışlardı. Ariel ile dedektiflik oynarken çözmediği gizem kalmamış, Lily ile ders çalışıyoruz ayağına, dünyanın döndürmediği dedikoduyu dönüşmüşlerdi. Sirius ile eski günleri anımsarken, Peter ile yeni bir arkadaşlık kurmuş, Remus ile eğlenmeyi öğrenmiş ve James'i, Sirius'u olan yakınlığından ötürü kıskanmıştı, ki hala da kıskanıyordu zaten.
Ancak yine de hala ve hala anlayamadığı birçok şey vardı.
En başta da nasıl Hogwarts'ta yaşanan bütün olayların bir şekilde kendilerine bağlandığıydı.
Ne duyarsa duysun, kimden duyarsa duysun; olayın bir şekilde bu 8 isimden birisiyle dolaylı da olsa bir bağlantısı çıkmıştı, çıkıyordu ve çıkacaktı.
Ayakları çeşitli binalardan gençlerle dolmuş kalabalığın önünde durduğunda Deborah etrafına bakındı. Aradığı şahsı bulması zaman almadı.
Ne de olsa, her zaman için, etrafı en kalabalık olan, en sosyal olan kesinlikle Owen Atkins oluyordu.
Deborah ilk başlarda bu çocuğun nasıl Ravenclaw'a seçildiğini idrak edemese de zamanla çocuktaki zekayı görmeyi başarmıştı.
Kendisi belli etmese de, hatta saklamak için çaba sarf etse de birazcık onu tanıyınca su yüzüne çıkıyordu çocuğun dehşet zekası.
Kurduğu türlü türlü komplolar, planlar; hayatı ve çevresindekileri yorumlama biçimi inanılmazdı.
Tabii böylesine zeki olsa da, aptal gibi davranıp aptal gibi göründüğü açık bir gerçekti. Tabii ki de bunların hepsini çocuk kendisini, ona Sirius'u ayarlaması için ikna etmeye çalışırken fark etmişti.
"Hey." seslendi çocuğa kendisini fark etmesi için. Owen'ın kendisini gördüğünde oluşan gülüşüyle yüzüne doğal ve istemsiz bir tebessüm yerleşti.
"Selam Deborah!" Çocuk ellerini ceplerine sokup yavaşça kendisine doğru ilerlemeye başladı. "Bu ziyaretini neye borçluyum?"
Deborah tamamen pozitif enerjiyle dolup taştığına yemin edebilirdi o an. Owen Atkins'in gülümsemesi insanın içine rahatlatıcı bir hava estiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Legend Called The Marauders
Fanfiction🍀 Çapulcu olmak bunu gerektirir. 🍀 Çünkü Çapulculuk herkesin altından kalkabileceği bir görev de değil. 🍀 Çapulculuk sadece dört kişinin, o özel dört kişinin bir arada bulunmasıyla gerçekleşecek bir sihirdi. James Potter, Sirius Black, Remus Lupi...