Peter Pettigrew halasının nasırlı ellerini yanaklarında hissetti.
"Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi Pete?"
Sarışın çocuk halasının ona takma ismiyle seslenmesiyle yüzüne bir gülümseme kondurdu. Karşısında duran, son iki yılda on yıl kadar yaşlanmış halasına baktı. Sarı saçları tepede toplanmıştı, gözlerinin çevresindeki kırışıklıklar uzun zaman sonra içten gülümsemesiyle neşelenmişti, üstünde kırmızı hırkası vardı; Peter'ın ona 10 yaşında hediye ettiği hırka.
Çocuk hafif eğilerek elleriyle halasının yanaklarını avuçlarına aldı. Normalde etrafındakilerin izlediğini düşünerek her zaman endişelenmişti ama şimdi-- halasıyla beraberken en son umursayacağı şey olurdu bu. Halasına bugün sahip olduğu her şeyi borçluydu, bu borcu sonsuza kadar sürecekti, Peter ölüp toprakla bütünleştiğinde bile devam edecekti. Dokunulması zor olan kıymetlisiydi, her şeyi ona feda ederdi.
"Kesinlikle hala. Aynı benim seni sevdiğimi senin bildiğin gibi."
"Seninle gurur duyuyorum; annen ve baban da seninle gurur duyardı oğlum, aynı benim gibi." Halası acı anıların ardından buruşan yüzünü eski haline döndürdü, Peter'ın alışık olduğu, ama eniştesinin durumu yüzünden uzun zamandır göremediği samimi tebessüme büründü. "Şimdi, bu kadar gevezelik yeter, haydi, seni Hogwarts'una uğurlayayım."
Peter ellerini halasının yüzünden çekip bedenine sardı. Çenesini halasının omzuna yaslandı, halasının kollarını sırtında hissetti. Dudaklardan aynı sözler aynı anda saçıldı, bulunamayacak özel ve sihirli anlardandı.
"Hep seninleyim, asla unutma."
Ayrıldıktan sonra Peter halasının ardından el salladı. Saçılan sözlerin etkisi onu geçmişe sürükledi.
Anne ve babasını son gördüğü geceye.
"Peter, gel buraya!"
Babası yaşıtlarından iri olan oğlunu tek hamlede kucağına almıştı. Gözlerindeki yaşlar birer birer süzülürken oğlunun tombul baş parmağıyla onları silmeye çalışmasını izlemişti.
"Baba, neden ağlıyorsun?"
"Seni seviyorum Pete, seni seviyorum oğlum." Peter babasını hiç öylesine telaşta görmemişti. Bu onu korkutmuştu, midesindeki çekilmeyi hatırlıyordu. "Ama şimdi ayrılmamız gerekiyor. Başım belada, bilmen gerekenleri halan sana zamanı gelince anlatacak."
Babası sarı saçlarının gözlerine düşmesine aldırmadan oğlunun ağzını kapatmıştı. Nazikçe parmaklarını ağzından çekip kendisinden aldığı saçları okşamıştı. Gözlerini iyice sıkıp tekrar açtıktan sonra zoraki bir gülümseme yerleştirmişti gencecik çehresine. "Asla unutma, seni çok seviyorum, ve bunu tamamen seni korumak için yapıyoru--"
"Oğlum!" Hafif kilolu bir kadın kısa bedeniyle eşinin kız kardeşinin salonuna koşuşturmuştu. Koyu kahve saçları dağılmıştı, yüzündeki makyaj akmıştı. Oğlunu kocasının kolları arasında sarmış; gözyaşlarına durmalarını söylerken kendisine ihanet etmelerini izlemişti.
İkisinin de hiç olmadıkları kadar telaşlı olmaları, ayrılmaktan bahsetmeleri Peter'ı ağlatmaya yetmişti. Annesinin dolu mavi gözlerini hatırlıyordu, nasıl gözbebeklerinin titreştiğini, ağlamamak için boşuna direnmesini, yaşlarının teker teker süzülmesini, hepsi hala aklındaydı.
"Peter, kendine iyi bak fırtınam. Beni asla unutma, ben her zaman seninleyim. İstesen de istemesen de, gözlerin açık da kapalı da olsa tam yanındayım." Burnunu hafifçe çekip gözlerini elinin tersiyle silmişti. Peter ağzını açacak fırsatı bulamadığını anımsıyordu. "Anlaştık mı, halanın sözünden asla çıkma. Bizi unutma Pete, bizi unutma." Kadın Peter'ın halasına seslenmişti. "Cecilia, ona iyi bak. Onu benim gibi sev."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Legend Called The Marauders
Fiksi Penggemar🍀 Çapulcu olmak bunu gerektirir. 🍀 Çünkü Çapulculuk herkesin altından kalkabileceği bir görev de değil. 🍀 Çapulculuk sadece dört kişinin, o özel dört kişinin bir arada bulunmasıyla gerçekleşecek bir sihirdi. James Potter, Sirius Black, Remus Lupi...