Kuzguni saçlı çocuk, annesi ve babasıyla Hogwarts trenine doğru yol alırken etrafına göz atıyordu. Anne ve babasıyla vedalaşan çocuklar, kendisinden uzunca olan büyük sınıflar ve arkadaşlarıyla tekrardan görüştüğü için mutlu olan yüzler görmekteydi. Acaba seneye böyle olabilecek miyim diye düşündü çocuk. Asla arkadaş edinme sıkıntısı çekmemesine rağmen, 7 yıl boyunca okuyacağı efsanevi Hogwarts'ta her şeyin istediği gibi olmasını istiyordu. Korkulu düşüncelerini kafasından kovmak adına gözlerini kapattı ve yüzünü yanına eğilmiş olan annesine çevirdi.
"Haydi bakalım, James! Trene binme zamanın geldi sanırım, ne dersin?"
Çocuk güler yüzüyle kafasını salladı.
"Pekala anne. Haklısın. Imm, evet ben binmeliyim. O yüzden, işte şey, tamam yeter bu kadar hoşçakalın!" Dedi ve heyecanla annesine ardından babasına sarıldı.
Annesi kendisinden kurtulmak isteyen oğluna daha sıkı sarılarak omuzlarından tutup, geriye çekti.
"Şimdi James. Her şeyi gözden geçirelim hızlıca. Valizin burada. Tamam. Her hafta bize yazman gerektiğini de söyledik. O da tamam. Başka? Başka bir şey yok sanırım."
James bıkkınlıkla iç geçirerek annesinin mavimsi gözlerine dikti bakışlarını.
"Haydi ama anne, 11 yaşındayım 1 değil. Bana yüzlerce defa söylediğin şeyleri aklımda tutmam o kadar da zor değildir değil mi? Aynı şeyi tekrar tekrar belirtme lütfen. Mesela bak babama, gayet rahat. Değil mi baba?"
Babası oğlunun saçlarını hızlıca karıştırarak yanıtladı onu:
"Aslında James haklı, Olivia. Belki de biraz daha sakin olmalısındır ha? Her şey tamam. Eminim ki James iyi bir öğrenci olacaktır. Tabii biraz muziplik ölüm değildir oğlum." Diyerek göz kırptı hızlıca.
"Charlus!"
James bu konuşmadan sıkıldığını belli etmek amacıyla ofladı. Annesine ve babasına sarılarak onlara görüşürüz dedi ve bir şey demelerine fırsat bırakmadan trene bindi.
Boş bir kompartıman ararken uzun siyah saçlı bir çocuğun tek başına oturduğunu fark etti. Nedenini merak ederek hızla kompartımana daldı. Çocuğun siyah saçları hafifçe yüzünü kapatsa da yüz hatları açıkça belli oluyordu. Gözlerini eline dikmiş derin düşüncelerdeymişcesine ellerini inceliyordu. James'in içeriye girerken çıkardığı abartılı sesle düşüncelerinden arınıp 'bu gürültülü gerizekalıyı' görmek amaçlı kafasını kaldırdı.
İçeriye giren kuzguni saçları, ardından keyifle parıldayan ela gözleri inceledi. Uzun parmaklarıyla valizini köşeye yerleştirirken, kendisine büyük olan gözlüklerini düzeltiyordu. Tam olarak karşısına oturup elalarını ona dikti ve elini uzattı.
"Selam. Ben James, James Potter."
Siyah saçlı çocuk önüne uzanan uzun ince parmaklı ele dikkatle baktıktan sonra çocuğu ikiletmeden eline eliyle uzanarak sıktı.
"Sirius, Sirius Black."
Kuzguni saçlı çocuğun elalarında Black soyadının verdiği korkuyu görmeyi bekledi uzunca. Korkuyu göremeyip, aksine sevecenlik görünce 'acaba muggle doğumlu da ondan mı bilmiyor' diye düşündü. Ama Potter'ları tanıyordu. Aynı Black ailesi gibi uzun asırlardır safkan kalmayı başarmış ailelerdendi. Ama farklı olarak kendi ailesi kadar götü havada takılmıyorlardı. Annem bu tanımlamamı duysa ne der diye düşünüp kıkırdadı. Bunu annesine karşı kullanmalıydı. Gözleri tekrar elalara döndü. Soru sorarmışcasına bakıyordu. Sirius bunu açıklama gereği duydu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Legend Called The Marauders
أدب الهواة🍀 Çapulcu olmak bunu gerektirir. 🍀 Çünkü Çapulculuk herkesin altından kalkabileceği bir görev de değil. 🍀 Çapulculuk sadece dört kişinin, o özel dört kişinin bir arada bulunmasıyla gerçekleşecek bir sihirdi. James Potter, Sirius Black, Remus Lupi...