Bu bölüm çok "Deborah içerikli" bir bölüm oldu.
Nedenini ben de bilmiyorum.
Olayları sıralarken karakterlere çok dikkat etmemişim demek ki.
Neyse.
🍀
Deborah senenin ilk Quidditch antrenmanına giderken James'i lanetlemeyi düşünmediği herhangi bir yol kalmamıştı.
Onun Quidditch takım kaptanı olması bazen gerçekten eziyet verici olabiliyordu. Yani tamam, iyi bir kaptan olmak için çok çabalıyordu, hele de Allison Ally geçen sene mezun olduğundan beri, ama Deborah bazen sıkı çalışmanın yararlarını takıma tekrar ve tekrar anlatıp duran James'i ciddi anlamda dövmek istemiyor değildi.
Senenin ilk konuşmasını yaklaşık 3-4 gün önce yapmışlardı. Oldukça da uzun sürmüştü ama Deborah'ın kafasında tek bir cümle yankılanıyordu hala. Diğerlerini uzun uzun dinleyecek değildi zaten.
"Bu sene kazanıp kupayı alabilmek için sık ama daha az yorucu olacak şekilde çalışacağız."
Deborah bahçenin ortasında durup süpürgesinin ucunu çimenlere bastırdıktan sonra etraftakilerin bakışlarını fark etmeden öfkesine kurban giderek aniden bağırdı.
"Salak Potter!"
Deborah kafasını iki yana salladıktan sonra kendisine merakla bakan bir sürü yüz ile karşılaştı. Hepsine teker teker baktıktan sonra süpürgesini daha da sıkı kavradı ve umursamadan yoluna devam etti. Ta ki yolunun karşısında duran silüete çarpana kadar.
Deborah içindeki sömekten çok uzak öfkeyle kafasını kaldırıp kendisine çarptıktan sonra bile hala kıpırdamamış olan çocuğa baktı.
Bu çocuğu tanıyordu.
Owen Atkins.
Kendisinden 15 santim -veya daha fazlası- kadar uzundu. Bir Ravenclaw öğrencisi nasıl gözükmeliyse o da aynı görünüyordu. Düzgün cübbesi, sıkıca bağlanmış kravatı, ütülü pantalonuyla oldukça tertipli gözüküyordu. Ama Deborah bu çocuğu birazcık tanıyordu ve onun kadar çapkın başka kimseyi tanımıyordu. Çocuğun, laciverte kaçan mavi, parlak gözleri ve hafif kalın kaşlarıyla bütünleşmiş ince burnu ve ince dudakları çoğu Hogwarts öğrencisinin gönlünü çalmıştı. Yüzünde çarpık bir gülümseme vardı ve Deborah şimdi fark ediyordu ki, boynuna uzanan ince bir yara izi çenesinden geçiyordu. İki eli de cebindeydi, Deborah'ın yaptığı gibi karşısındakini süzüyordu.
Deborah çocuğun ilerlemekten çok uzak olduğunu fark edince kaşlarını kaldırdı.
"İlerle Atkins, işlerim var!"
Çocuk çarpık gülüşüyle çevredeki çoğu kızın ve iki ya da üç erkeğin iç geçirmesini sağladıktan sonra ellerini ceplerinden çıkarıp önünde bağladı.
"Benim de seninle işlerim var Williams."
Deborah süpürgesini tutmayan elini çocuğun beline koyup ittirdikten sonra umursamadan ilerlemeye devam etti. Owen'ın arkasından koştuğunu ve biraz sonrasında ise onunla yürüdüğünü görmezden gelerek varlığını reddetmeye devam etti.
"Hadi ama, tek istediğim birkaç değerli saniyen. Bir süre için de olsa Potter'a laf etmeden durabilirsin değil mi?"
Deborah tekrar alevlenen siniriyle durup yanındaki uyuz çocuğa baktı.
"Potter'a laf etmiyorum ben. O benim arkadaşım. Senin kulakların bozuk."
Owen tekrar Deborah'ın yolunu kapattı. Şimdi de geri geri yürüyordu, arada arkasını kontrol etmeye çalışmasa olduğundan daha havalı gözükebilirdi bile belki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Legend Called The Marauders
Fanfiction🍀 Çapulcu olmak bunu gerektirir. 🍀 Çünkü Çapulculuk herkesin altından kalkabileceği bir görev de değil. 🍀 Çapulculuk sadece dört kişinin, o özel dört kişinin bir arada bulunmasıyla gerçekleşecek bir sihirdi. James Potter, Sirius Black, Remus Lupi...