41 - "Geçmiş"

1.2K 136 281
                                    

Kadınlar tuvaletinde algılarını yitirmiş bir halde karşımda duran Fatih ve kapının arkasında beni bekleyen Can arasındayken bir mucize beklememeye karar verdim. Mucizeyi yaratacak olan bendim. Fatih'i bu halde burada bırakmak konusundaki tüm kararsızlığımı kenara atmak zor gelse de onu orada bırakmaya karar verdim. Derin bir nefes aldım ve kapıyı açacağım sırada Fatih cılız bir sesle "Onu seviyor musun?" diye sordu. Bir elim kapı kolunun üzerinde hareketsiz bir şekilde kalırken bu soruya vereceğim cevabı düşündüm. Dünyanın en basit ve aynı zamanda en zor cümlesi dudaklarımın arasından çıkmadı.

Onun sorusuna tepkisiz kaldığımı görünce "Piraye," diye seslendi. Bu sefer az önceki kadar umursamaz olamadım. Hafifçe ona döndüğüm sırada "Gel. Sana muhtacım," diye mırıldanan Fatih'e bakmak istedim ama benden tamamen gittiklerine emin olduğum Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet yan yana durmuş bana bakarken bu zordu. Sahibine özlem dolu bakan bir kalem gibi onlara bakmaya devam ettim. Dudaklarımı aralayıp bir şeyler söylemek istemedim. Sanırım kırgınlığımı anlasınlar istiyordum. Bir onlara baktım bir de sağ taraflarında kalan çaresiz Çiçek Adam'a. Sonra kapının ardında bekleyen Can'ı hatırlayarak gözlerimi Fatih üzerine sabitledim. "Ben Piraye değilim," dedim.

"Mucize istiyordun," dedi.

Gülümsedim. "Kendi mucizemi yaratmaya gidiyorum." Bu ona karşı son cümlem oldu. Kapıyı açıp çıktığımda Can sırtını duvara yaslamış beni bekliyordu. Gerginliğini dışarıdan ona bakan herkes anlayabilirdi.

Göz göze geldiğimizde "Oradan hiç çıkmayacaksın zannettim," diye söylenerek duvardan uzaklaştı. Onu bir an önce buradan uzaklaştırmak için bana uzattığı elini tutup yürümeye başladım.

Fatih'in arkamızdan gelme ihtimali ile tedirgin olsam da gülümseyerek "Çok sıra vardı," dedim. Ve bir yalan daha söyledim.

Şüpheli bir sesle "İçeriye kimse girmedi ki?" dediğinde "İçeridekiler yetti zaten," dedim. İkinci yalan da saniyeler içinde gelmiş oldu.

Koridordan çıktığımızda "İçeride kaç kişi vardı ki?" diye bir soru yönelttiğinde bakışlarımı ona çevirdim.

Tepkilerimi normal bir düzeyde tutmaya çalışırken "Kusan bir kadın ve arkadaşı vardı. Bir de onlara yardım etmek isteyen biri ile ben vardım," diyerek bir yalan daha söyledim. Yalanlarım sürekli bir yalan doğurmaya devam ediyor ve ben bunu engelleyecek bir hareket yapmıyorum.

Yalanlarıma inanıp inanmadığını kestiremedim. Konuyu kapatmasıyla en azından biraz kendimde rahatlama hakkı görmüştüm. El ele masanın yanına geldiğimiz de Sefa gülerek "Biraz daha gelmeseydiniz biz de yanınıza gelecektik," dedi.

Ben gülümseyerek yerime geçtiğim zaman durgun ifadesiyle yanıma oturan Can'ın gözleri koridordaydı. Fatih'in oradan çıkacak olma ihtimaliyle oturduğum yerde ter dökmeye başladım. Cümlesi havada kalan Sefa'ya bakarak kadehimi kaldırdım. "Bu gecenin ilk kadehleri size kalkıyor o zaman." Yapacak tek anlamlı bir hareket bulamıyordum. Can'ın içindeki huzursuzluk önce dışına sonrasında ise bana yansıyordu. Ve onun bu huzursuzluğu o kadar haklıydı ki ne yapsam bana vicdan azabı olarak dönecekti.

Sefa ve Ayşegül kadehlerini kaldırırken Can hala kitlenmiş gibi koridora bakmaya bir süre daha devam etti. Bize eşlik etmesi için havaya kaldırdığımız kadehlerle ona bakarken, kafasının içinde her ne kurduysa başını iki yana salladıktan sonra sandalyesini bana çevirdi. Kadehini kaldırdı ve "Ayşegül ve Sefa'ya," dedikten sonra kadehler birbirine dokundu.

Can'ın bu hareketi ile omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibi hissettim. İlk kadehi dudaklarımla buluşturduğumda rakıyla olan kavuşma anımın tadını çıkarmaya karar verdim. Yudumlar halinde önce dudaklarıma temas edişinin tadını çıkardım. Rakı ağır akan bir şelale gibi ağzımın içine yayıldığında bir süre damağımda rakıyı çevirdim. Bu onunla aramızdaki özlem dolu bir sarılışa karşılık geliyordu.

Camdan Kavanoz [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin