Yandım.
Yenildim.
Düştüm.
Kanadım.
Ağladım.
Yıkıldım.
Yaşadım ama ölmedim. Son nefesimi verdiğimi düşündüğüm günden bugüne kadar üç koca yıl geçti. Aynaya her baktığımda henüz kurumamış olan korkularımı ve o berbat güne ait anılarımı görebiliyorum.
Günler hızla önce haftalara sonra ise aylara devrildi. Aylar bitti ve yıllar da geçti. O gün ve o günden sonra olan tek bir şey bile hafızamdan silinmedi. Yaralarım taze ve onların tazeliği korkularımı perçinliyor. Ama bir fark var; eskisi kadar canım yanmıyor.
Aynadan kendime son kez bakarken tam arkamda durmuş gururla beni izleyen Sabahattin Ali ile göz göze geldim. Dudaklarımda istemsiz bir tebessüm oluştu. 'Başardın,' dedi. Ne sanılıyordu ki? İyi oldum diye onları bırakacak mıydım?
Ona doğru dönmeden gülümseyerek "Başardım," dedim. "Peki bu içimdeki garip sızı neden? İlk defa başardığım için mi?"
'Hayır, Piraye,' dedi Nazım Hikmet. 'Bu başarmış olmanın getirdiği bir heyecan.'
Omuzlarımı kaldırıp son kez kendime baktım. Babamın bana aldığı o beyaz elbise ve altına giydiğim kırmızı topuklu ayakkabılarım ile birazdan babasının elini tutacak küçük bir kız çocuğuydum. Üzülmedim. Bu kez babamın kızı olduğumu bilerek adım attığım bu hayatın bilincinde olarak daha da fazla gülümsedim. Onu asla kaybetmediğimi biliyordum ve sesli bir şekilde "O hep benimle," dedim.
'Senin göremediğin kadar seninle,' dedi Sabahattin Ali. Gülümseyerek onlara doğru döndüm.
"Onu görmeme gerek yok. İzi benimle," dedim. Derin bir nefes aldıktan sonra ikisinin arasından geçerken bir anda odanın kapısı hızla açıldı. Nefes nefese gelen Şevket "Seni çağırıyorlar," dedi.
Telaşlı haline gülümseyerek "Tamam," dedim. "Biraz sonra canlı yayına çıkacak olan sen gibi duruyorsun. Yalnız Ayşegül hala gelmedi mi?" Ayşegül'ü göremedikçe delirecek gibi oluyordum. Çünkü onu fazlasıyla düşünmem gereken bir haldeydi.
Şevket "Geldi," dedi ama sesinde garip bir durum hissettim.
Heyecanla "Devam etsene," dedim. "Bebeğe mi bir şey olmuş?" Bir anda heyecanın yerini panik almıştı. Ayşegül'e ve bebeğe bir şey olma düşüncesi beni tekrar delirtmeye yetebilirdi.
Hızlı adımlarla koridora çıktığımda bileğimden tutup beni durdurdu. "Bebeğe bir şey olduğu yok Aslı," dedi. "Sakin ol. Sadece biraz heyecanlı yani korkuyor."
"Anlamadım," dedim. Gerçekten anlamamıştım.
Buz mavisi gözlerini benden kaçırarak "Üç sene," dedi. "Üç sene sonra senin böyle bir şeye cesaret etmen onu korkutuyor."
Bileğimi ağır bir şekilde Şevket'in elinden kurtardım. "Anlıyorum," dedim. Gülümsememi koruyarak yürümeye başladım. Her şey tekrar başa dönecek diye korkuyorlardı. Sahi ben korkmuyor muyum? Daha mı cesaretlisin Aslı? Yenilerek geldiğin bu yolda kazanabileceğine inanıyor musun? Evet, inanıyorum. Ne garip değil mi!
Televizyon stüdyosunun kapısında Çetin'i bir köşede tırnaklarını yerken gördüm. Cem tam yanında durmuş elinde kahvesiyle telefonuyla ilgileniyordu. Yaklaştığımızı görünce Çetin elini ağzından çekip tırnaklarını yemeye ara verip "Bir an odadan çıkmayacaksın zannettim," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Camdan Kavanoz [TAMAMLANDI]
Genel KurguBeni sevdiğime ve sevildiğime ikna eden Can'a baktım. "Seni hep sevdim," dedi. "Seni kendimi kaybedecek kadar çok sevdim." Gülümsedim. Bu sevilmeyen bir kadının buruk gülümsemesiydi. Bir kabullenişti. "Seni kendimi bulacak kadar sevdim," dedim. "Se...