"Bazı kitaplar tadılmak, bazıları yutulmak, bazıları ise sindirilmek içindir," der Francis Bacon. Bu üç duyguyu yaşayabilmek adına kendimi bildim bileli okuyorum. Sayısını hatırlayamadığım kadar fazla kitap okudum. Hayatıma çizdiğim sınırları hiçbir zaman kitaplara çizmedim. Aklıma gelecek ya da gelmeyecek her türü okumaya çalıştım. Ve karşılaştığım tüm kalemlerin arasında yarım kalmışlığı en çok Sabahattin Ali ile hissettim. Kendimi en çok onun cümlelerinde buldum. Her fotoğrafına bakışım da o yarım kalmış sevgilerini ve mutluluklarını gördüm. Tüm bitmişliğini ve çırpınışlarımı onunla hissettim. Tüm kalemler ve kitaplar bana nefes aldırırken, Sabahattin Ali her defasında nefesimi kesti.
Can'ın kollarından çıkıp bizi neyin beklediğini görmek için dönmeden önce "Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim," diye mırıldandım. Sabahattin Ali'nin bu sözü ile kendimi olabilecek bir belaya hazırladım. Boğazıma oturan yumru cümlenin noktası gibi olmuştu. Daha fazlasını söyleyemeden bizi bekleyen bela ile göz göze geldim. Ama umduğumdan daha farklı ve anlamsız bir manzara vardı. Can elimi sıkıca tutup kendine çekerken "Hallederiz," dediğinde karşımızda duran dört güvenlik görevlisine dikkatle bakıyordum. Hala olayı tam olarak idrak edebildiğimi sanmıyordum.
Bize doğru geldiklerini görünce bakışlarımı Can'a çevirdim. "Gerçekten şuan karşımızda güvenlik görevlileri var diye mi bu kadar geriliyorsun?" diye sordum. Ben bunu söylüyordum ama ben de karşımda tam olarak ne beklediğimi kestiremiyordum. Yine de bu kadar basit bir sorun beklemiyordum.
Benim duyabileceğim bir sesle "Kimsenin haberi olmadan seni kaçırıyorum," derken yüzünü bana çevirdi. Dudaklarında bir tebessüm olduğunu da o an gördüm. Ama gülümsemesi beni rahatlatmıyor aksine tedirgin ediyordu.
Rahat bir şekilde "Onlara benim isteyerek çıktığımı açıklarız. Gerekirse Cem ve Çetin'i ararım olayı hallederler," dedim ama üzerinde hala bariz bir gerginlik vardı.
Gergin bir sesle "O kadar basit olur umarım," dediğinde "Saçmalıyorsun," diye homurdandım.
Can elimi bırakırken "Sabıkam var," dediğinde ağzım bir karış açık halde kalakaldım. Az önce söylediğim her şeyi işte tam bu cümle ile yuttum. Söylediğini idrak etmek için bir süre sakince bekledim ama hayır bunu yapamayacaktım. Bir elimle Can'ın yüzünü tutup kendime çevirirken "Sabıkan mı var?" diye sordum. "Ben yanlış duymadım değil mi? Senin sicilin temiz değil." İşte esas bu an benim için belanın sesi duyulmaya başlamıştı.
Ben ondan uzun bir açıklama beklerken o sakin bir ifadeyle başını salladıktan sonra "Evet," dedi. Dünyanın en normal açıklamasını yapıyor gibi davranıyordu ve bu beni delirtebilirdi. Yanlış bir şey söylememek için çırpınırken sadece ona boş boş bakmaya devam ettim. Ne söylemem gerektiğini ya da nasıl sormam gerektiğini kestiremiyordum.
Daha fazla dayanamayarak korku dolu bir sesle "Ne yaptın?" diye sordum. Ne yapmış olabileceğini zihnimdeki kurguya bırakmayı hiç istemiyordum.
Biz Can ile bakışmaya devam ederken yanımıza gelmiş olan güvenlik görevlisi sert bir sesle "Bu saatte nereye gidiyorsunuz?" diyerek bakışmamızı böldü. İkimizin bakışları da otomatik olarak onlara dönmüştü ama benim için onlar şuan önemsi bir ayrıntıdan fazlası değildi.
Can "Hastayı biraz gezdirmek istedim," dediğinde sesli bir yutkunuş geçti boğazımdan. Can'ın gerçek bir bela olabileceğini düşününce karşımda duran güvenli görevlilerinden yardım istemek mantıklı olabilirdi ya da Can'a güvenecek ve bekleyecektim. Birilerine güvenmeyi öyle istemiyorum ki! Bunun ne kadar can yakıcı olabileceğini defalarca gördüm ve yaşadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Camdan Kavanoz [TAMAMLANDI]
Fiksi UmumBeni sevdiğime ve sevildiğime ikna eden Can'a baktım. "Seni hep sevdim," dedi. "Seni kendimi kaybedecek kadar çok sevdim." Gülümsedim. Bu sevilmeyen bir kadının buruk gülümsemesiydi. Bir kabullenişti. "Seni kendimi bulacak kadar sevdim," dedim. "Se...