Ne zaman birileri bir kadın için çiçek benzetmesi yapsa duru bir düşünürüm. Çiçeklere pek ilgim olmadığından mı yoksa kadınlara çiçek olmayı yakıştıramadığımdan mı bilmiyorum ama daha çok gökkuşağına benzetirim kadınları. Ana renklerin her birini bünyesinde barındırır gökkuşağı. Ve o 7 ana renk belki yüz belki binlerce renk sunar size. Her kadın bir renktir ve aslında her kadın rengarenktir.
Bu evde geçirdiğimiz beş sene boyunca duvarlar Ayşegül ve benim her tonuma şahit oldu diye düşünürken bugün Ayşegül'ün bir rengini daha gördüm. Defalarca kırıldık, ağladık, üzüldük ve hırpalandık. Sevdik. Sevilmedik. Yokluğu ve varlığı gördük. Çok kez güldük. Hatta bazen ağlayacağımız hallere güldük. Ve tüm bunlar Ayşegül'ün bu renginden daha farklıydı.
Sefa'nın basit bir "Gidiyorum," demesi sanki onun en karışık rengine bürünmesine sebep oldu. Önce derin bir sessizlik oldu. Çatalı ince dudaklarında hafif bir tebessümle tabağının ortasına bıraktı. Kurumuş gibi dudaklarını diliyle ıslattı.
Bakışlarını masanın ortasına sabitleyip yanında oturan Sefa'ya "Önce memlekete sonra da askere gidiyorsun," dedi. Duyduklarını doğrulamak ister gibi duruyordu.
Sefa bakışlarını bana çevirdiğinde sadece başımı salladım. Tekrar bakışlarını Ayşegül'e çevirip "Evet," dedi.
"Nerede yapacaksın askerliği?"
"Bilmiyorum," dedi Sefa. "Henüz neresi olduğu hakkında bir bilgi gelmedi askerlik şubeden." Biraz sonra bu yemek masası cinayet masasına dönecek gibi bir hal vardı. Sahte bir öksürükten sonra "Ben doydum odama geçeyim," diyerek ayağa kalktım. Ayşegül başını kaldırıp bana sert bir şekilde "Otur," dediğinde ise tekrar yerime oturdum.
Gitmeyeceğimden emin olduğunda uzun tırnaklarıyla masada ritim tutmaya başladı. Saç dipleri terden sırılsıklam olmuştu. Bu gerginliğe dayanamayarak Sefa'ya "Sigara," dedim. İki paketi bıraktı önüme. Ayşegül'ü incelerken ve her an kriz geçirmesini beklerken ben de titremeye başlamıştım.
Ayşegül sigara içmeyi kabul etmeyip "Gidiyorsun," dedi tekrar. "Gerçekten bana bu ayrılığı mı layık gördün?" Ben bu sorunun cevabını beklerken Ayşegül bir anda ayağa kalktı. Tutmadığı ahşap sandalye zemine sert bir şekilde düştüğünde irkilip sıçradım. Ne yapmak üzere olduğunda engel olmak istedim ama ben hiçbir şeye bu kadar geç kalmamıştım. Masa örtüsünü tuttu ve daha biz ne olduğunu anlamadan masanın üzerindeki her şey havalanarak etrafa saçıldı. Sefa ile oturduğumuz yerden Ayşegül'ün kırılmayanları da tek tek alıp duvarlara atıp kırmasını izledik.
Yerimde başkası olsa onu durdururdu ama ben bunu yapmadım. Her şeyi un ufak etmesini sigara içerek izledim. Çünkü Ayşegül yılların acısını bugün çıkarıyordu. İşte onun en farklı tonunu bu yüzden yaşamasını engellemedim. Nasılsa düştüğünde ben onu tutacaktım ama düşene kadar yorgunluğunu çıkarmasına karışmayacaktım.
Sefa ise korkusundan ona engel olmuyor gibi duruyordu. Ayşegül sakinleşip "Git," diyene kadar ölmüş olabileceğini bile düşündüm. Bir ölü kadar tepkisiz duruyordu.
Kovulmayı beklemeyen bir şekilde "Ne?" dedi. "Gideyim mi?"
"Evet," dedi Ayşegül.
"Bu kadar mı?"
Az önce delirmiş gibi duran ve ortalığı birbirine katan Ayşegül değilmiş gibi bir anda sakince "Ne diyecektim?" diye bir soru yöneltti.
"Neden diye sorabilirdin mesela," derken Sefa ayağa kalktı. Sorgulayan bakışlarıyla Ayşegül'ün tam karşısına geçti. "Neden bunu yapmak istediğimi merak bile etmiyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Camdan Kavanoz [TAMAMLANDI]
Fiksi UmumBeni sevdiğime ve sevildiğime ikna eden Can'a baktım. "Seni hep sevdim," dedi. "Seni kendimi kaybedecek kadar çok sevdim." Gülümsedim. Bu sevilmeyen bir kadının buruk gülümsemesiydi. Bir kabullenişti. "Seni kendimi bulacak kadar sevdim," dedim. "Se...