Yaşadığım süre boyunca bana ne öğrendiğim ve sonucundan emin olduğum tek şey; vazgeçmek sana vazgeçtiğini getirir. İsteğin biter. Heyecanın söner. İstediğin her ne olursa olsun onun olmayacağını kabul etmekten başka çaren yoktur ve işte evren orada enerji akışını hızlandırır. O dünyanın en imkânsızı gibi duran adamı bile size getirir.
Fatih ise bu teorimin bir kanuna dönüşmesini sağlayacak adamdı. Benim en güzel vazgeçişimdi. Şimdi ise benim evimde yaptığım makarnayı yerken heyecanla hayallerinden bahsediyordu. Kalbimde çiçekleri belirmeye başladığı ilk andan beri hayal ettiğim şeyler bir bir oluyor ve işin ilginç tarafı bu sefer ben sakin kalan taraf oluyordum.
Elindeki çatalı tabağına bırakırken "Sıra sürprize geldi," dediğinde dalgın bakışlarla ona baktım.
"Sürpriz mi?" diye sordum. Yemeğe geldiğinde ona söylediğim şey aklıma gelince hızla sandalyeden kalktım. Buzdolabını açıp dün geceden yaptığım sütlaçların olduğu tepsiyi çıkardım. Fatih'in anlamadığım bakışlarının odağında sütlaç dolu tepsiyi tam önüne bıraktım.
Bir tepsiye baktı bir de bana. "Bunlar ne?" diye sordu.
Gülümseyerek "Sürpriz buydu," dedim. "Sana sütlaç yaptım."
Bakışlarını tekrar tepsiye çevirdi. Sesli bir şekilde yutkunduğunda duygusallaştığını anlayacak kadar iyi tanıyordum onu. Tekrar yerime geçip oturdum. Zaten bir şey söylemesine de gerek yoktu. Kırık bir sesle "Teşekkür ederim," dedi.
Bakışlarımı onun güzel yüzünden çekmeden "Afiyet olsun," dedim. Gülümsedi. Dirseğimle masadan destek alırken yüzümü avcumun içine bıraktım. Bir süre o sütlaçları izledi. Ben de onu izledim. Söylemek istedikleri ile yapmak istediklerinin çelişmesi bile umurumda değildi. Ufacık bir teşekkürün ardına saklananları hissetmek yetiyordu.
Bakışlarını bana çevirdi. "Unutmamışsın," dedi. Unutmamı beklemesi beni şaşırtan bir durumdu.
"Unutmadım," dedim. "Yemek ile pek aran yok. En sevdiğin şey sütlaç. Ama en çok annenin yaptığı sütlacı seversin. Ne zaman ona haber versen sana bir raf dolusu sütlaç yaparmış. Sadece sen yermişsin."
"Ben zannettim ki Can'ı sevdin."
Yalan söylemeye ihtiyacım yoktu. "Can'ı sevdim," dedim.
"Peki beni?"
"Sen benim için her zaman özel oldun. Hala çok özelsin."
"Hiç mi kötü bir laf etmedin?"
"Ne ben sana başına kötü gelen bir kelimeyi yakıştırırım ne de bir başkası benim yanımda sana kötü konuşabilir. Ne garip hala anlamamış olman."
"Bir insan başka bir insanı nasıl böyle sevebilir?"
"En büyük hayalin Kanada'ya gitmek. Winston içiyorsun. Diesel Fuel For Life kullanmayı sevdiğin parfüm. Şişme siyah montunu giyiyorsun ama genellikle kot ceketini seviyorsun. Krem ve kahverengi detaylı bir hırkan var ama arkadaşların onu çok giydiği için sen ara sıra giyiyorsun. Yazın en çok siyah pantolonun ve siyah tişörtünü giymeni seviyorum ama beyaz v yaka tişörtünü de çok seviyorum. Tırnaklarının kenarındaki etleri koparıyorsun. Kola içerken pipet istemiyor ama bardak istiyorsun. Çayı çok sevmiyorsun ama ara sıra içersin. Bir tane örgü şapkan var. Kış aylarında üşüyorsun ama kendine dikkat etmediğin için sık sık grip oluyorsun. Hastanelere gitmekten hiç hoşlanmıyorsun. Spor yapmaktan hoşlanmıyorsun. Kedileri seviyorsun."
Söylediklerim ona dünyanın en ilginç detayları gibi geliyordu. En azından ifadesine bakınca bana bunu düşündürüyordu. "Tüm bunları ben söylemiş olamam," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Camdan Kavanoz [TAMAMLANDI]
General FictionBeni sevdiğime ve sevildiğime ikna eden Can'a baktım. "Seni hep sevdim," dedi. "Seni kendimi kaybedecek kadar çok sevdim." Gülümsedim. Bu sevilmeyen bir kadının buruk gülümsemesiydi. Bir kabullenişti. "Seni kendimi bulacak kadar sevdim," dedim. "Se...