Göğsümde bir ağrı ile gözlerimi açıp doğrulduğumda yanımda kimse yoktu. Hızlı ve sık nefeslerimi dindirebilirmiş gibi bir elimi göğsüme yerleştirdim. Ağustos ayına girmenin şerefine Antalya güneşi bizim eve girdirmiş gibiydi. Dağılan saçlarımı, yatağın içinde bulduğum lastik tokayla tepemde toplayıp odada göz gezdirdim. Can gitmiş gibi duruyordu. Nereye gitmiş olabileceğini düşünmemek için telefonuma uzandığım esnada telefonumun ekranında Çetin'in adı belirdi. Sabah sabah onun sesini duymak isteyip istemediğime karar vermeye çalışırken zil sesi odanın içinde yayılmaya devam ediyordu. Hayallerimin arasında Çetin'in sesiyle güne başlamak gibi bir madde yoktu ama çaresiz durumu kabullenerek telefonu açtım.
Sinirli mi yoksa panik dolu mu olduğunu anlamadığım bir sesle Çetin "Şükürler olsun," dedi.
Sırtımı yatağın başına yaslarken "Sabah sabah beni mi gördün rüyanda?" diye söylendim. Göğsümde hala bariz bir şekilde kendini belli eden ağrıyı görmezden geldim.
"Saat on bir olduğu için bu yersiz isyanını görmezden geliyorum ve hemen konuya geçiyorum. Gece mesaj attım tepki vermedin. Sabahtan beri arıyorum bir türlü cevap vermiyorsun." Çetin'in aralıksız bir şekilde konuşmasını durdurmak mümkün değil gibi duruyordu. "Sana istediğimizde ulaşamayacaksak o telefonu ne diye taşıyorsun?"
Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra "Nefes al," diyerek konuşmasını böldüm.
"Nefes alıyorum çok şükür."
O kadar halsiz hissediyordum ki kendimi Çetin ile daha fazla konuşmayı uzatmamak için bir süre sessizce konuşsun diye bekledim. Konuşmadığında "Allah aşkına bu kadar ısrarlı aramalar sonucunda bana güzel bir haber vereceksin umarım," diyerek sessizliğimi bozdum.
Beni daha fazla kıvrandırmak ister gibi imalı bir sesle "Nasıl bir haber seni mutlu eder?" diye sordu. Bu hali sabah sabah kafasını parçalama isteğimi artırıyordu.
Kafasını parçalama düşüncesiyle gülümserken "Aziz Yıldırım istifa etti haberinden aşağısı uykumu böldüğüne değmez," dedim. Çok ciddiydim.
"Sana kavanozları bırakan manyağı bulabiliriz desem baya önemsiz kalacak o zaman," dediğinde heyecanla bir yataktan fırladım. Ne göğsümdeki ağrı ne de halsizliğim kalmadı. Bir anda kalbimin boğazımda atmaya başladığını hissettim.
Titrek bir sesle "Kim?" diye sordum. Etrafıma göz gezdirip kendime bir elbise buldum. Telefonun sesini hoparlöre alırken "Hazırlan aşağıda bekliyoruz," dediğinde tekrar "Kim?" diye sordum.
Üzerimdekileri fırlatıp siyah küçük renkli çiçekleri olan yazlık elbiseyi üzerime geçirdim. Saçlarımı açıp düzgün bir şekilde tepemde topladım. Telefonu tekrar elime alıp kulağıma yakınlaştırdığımda "Onu beraber bulacağız," dedi.
Heyecanlı bir sesle "Geliyorum," diyerek odadan çıktım.
Hızlı adımlarla salona girdiğimde Sefa ve Ayşegül yemek masasında kahvaltı ediyorlardı. "Günaydın," dedikten sonra hızlı bir şekilde "Can nerede?" diye sordum.
Ayşegül neşeli bir sesle harfleri uzatarak "Günaydın," dedikten sonra "Can bir saat önce falan çıktı," diye ekledi.
"Nereye gitti?"
"Berbere gitti," diyen Sefa delirmişim gibi bana bakıyordu. Can'ın evde olmaması işime geldiği için "Görüşürüz o zaman size afiyet olsun," diyerek beyaz ayakkabılarımı elime alıp kapıyı açtım. Kaybedeceğim her an sinirimi bozacak gibi duruyordu.
Kapıyı kapatmak için çektiğim anda Sefa da aynı şekilde içeriden kapıyı tutup çekmeye başladı. Ben kapıyı bırakınca o tamamen açıp kapı girişinde durdu. Hızlı hareket etmem gerektiği için "Ne oldu?" diye sorarken ayakkabıları yere bırakıp giymeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Camdan Kavanoz [TAMAMLANDI]
General FictionBeni sevdiğime ve sevildiğime ikna eden Can'a baktım. "Seni hep sevdim," dedi. "Seni kendimi kaybedecek kadar çok sevdim." Gülümsedim. Bu sevilmeyen bir kadının buruk gülümsemesiydi. Bir kabullenişti. "Seni kendimi bulacak kadar sevdim," dedim. "Se...