06 - "Yaşamak"

3K 221 187
                                    

*Solumdaki Devrim isimli hikayemden gelen okuyucularımı öpüyorum. Sizlere Nazım'ı da şiirleri de bu hikaye ile var etmeye çalışacağım. Çünkü benim kızım Piraye. Sadece ağlanacak haline gülen bir kadının Piraye'liğini yazıyorum. Yani Asel'den oldukça farklı, gülerek, eğlenerek, ağlayarak şiirlere sarılan bir kadını umarım seversiniz. Yorumlarınızı çok seviyorum.

---

Evrende küçük bir nokta bile etmediğimden emindim. Yine de bazı anlarda nedense tüm evrenin enerjisini üzerimde hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Kısa bir an için baykuş desenli soluk pembe pijamalarımla salon koltuğunda oturmuş, evren kavramını inceliyor olmanın gururunu yaşadım. Evrende bir nokta bile değildim. Evrenin içindeki tek bir nefestim ama en azından mutsuzluğumu sorgulayacak kadar araştırmacı bir ruha sahiptim.

Karanlık salonda geriye doğru yaslanırken, kupanın içindeki ılımış olan kahvemden bir yudum aldım. Evreni düşündükçe yaşıyor olmama bir anlam veremiyordum. Tam Müslüm Gürses dinleme havasına girecek bir noktaya gelmişken Ayşegül'ün "Karanlıkta ne halt ediyorsun?" diye sormasıyla yerimden sıçradım ve kahvenin bir kısmı bacaklarımın üzerine döküldü. Kahvenin sıcak olmaması sayesinde sakince başımı kaldırıp, kapı aralığında duran Ayşegül'e baktım. "Düşünüyorum," dedim.

"İlginç," dedi kapının kenarına yaslanırken. "Ne düşünüyorsun mesela?" O laf ettiği ışığı açmadığı için yüzünü hala seçemiyordum.

"Akrep ve yelkovan bile benim mutsuzluğumdan besleniyor olmasını düşünüyordum."

"Kızım sen salak mısın?" diye sorduğunda bir süre sessiz kaldım. İlaçlarımı almadığımı açık verecek bir şeyler söylememek için çırpınıyordum. "Bak şimdi," dedim kahve kupasını sehpanın üzerine bırakırken. "Ne zaman ikimizden biri mutsuz olsa, ki biz her zaman güler ama mutsuz olacak şeyler buluruz. O mutsuzluk sürecinde zaman geçmiyor. Yani akrep ile yelkovan bizim mutsuzluğumuzdan besleniyor."

"Saat kavramını bulan Mısırlıların kemiklerini sızlattın," dediğinde "Beni dinleseler bence bana hak verirlerdi," dedim. Bir süre anlamsız bakışlarını üzerimde tutup beni gerginleştirdikten sonra "Ben gidip yatıyorum. Yarın ders var ya erken uyu ya da hiç uyuma ve beni kaldır," diyerek beni yine karanlık bir salonda bıraktı. Bu kavanoz meselesini konuşmadıkça onun da uyuyamayacağını biliyordum ama ses çıkarmadım. Koltuktan uyuşan bacaklarımı indirip, çıplak ayaklarımı zeminde sürüyerek mutfağa geçtim. Kendime yeni bir kahve yapmak için ısıtıcıyı çalıştırıp, kalçamı tezgaha yasladım. Üzerime dökülen kahvenin ıslaklığına odaklanmak istiyordum ama ne yazık ki kafamın içindeki o çınlama sesi engel oluyordu. Su kaynadığında kahveyi yapıp tekrar koltuktaki yerimi aldım. İki elimle sıkıca tuttuğum kahve fincanının sıcaklığı bana iyi gelmişti. Fincanı bırakırsam, tırnaklarımı kemirmeye başlayacaktım.

Kapının önüne bırakılan kavanozdan ziyade eve geldiğimden beri çantama ben görmeden bırakılan kavanozu düşünüyordum. Her seferinde tüm günü başa alıyor ve neler yaptığımı düşünüyor ve sonucunda ne kadar umursamazca çantamı ulu orta bıraktığım kanısına varıyordum.

Kapalı salon ışıklarını bir anda yakıp ansızın salonda beliren Ayşegül'e gözlerimi kısarak baktım. "Açmasan," dedim kısık bir sesle. En azından bu sefer korkmamıştım.

"Niye romantik bir analiz mi yapmak istiyorsun?" derken deviremediği gözlerini boş boş bana dikti.

"Diğer tarafın ışığını aç," dedim. Çünkü duvarlardaki yazıları görmek istemiyordum. Her bir cümle dikkatimi dağıtıyor ve yaralarımı hatırlatıyordu. Daha fazla ısrar etmeden "Tamam," diyerek diğer tarafın ışığını açtı ve salonda loş bir ortam oldu. Bunu yaptıktan sonra tekrar salonda beni yalnız bıraktı. Geri geldiğinde biri küçük biri büyük iki kavanoz da kucağında duruyordu. Kavanozları sehpaya bırakıp, notları da ortaya açık bir şekilde koyduktan sonra "Kahve ister misin?" diye sordu. Rakı istiyordum. Bir yetmişliğin son damlasında boğularak ölmeyi istiyordum.

Camdan Kavanoz [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin