Hasem'in yüzünde kızgınlık ifadesi vardı. Ama bu kızgınlık sadece göç ettikleri için değildi. Sabahtan beri Moras'a olan davranışları sanki artık bir şeylerin değiştiğini gösterir gibiydi. Moras bunun sebebini biliyordu. Üzüldü içten içe. Böyle bir durumla karşılaşacağını daha çok öncesinden küçük aklıyla tahmin edebilmişti. Zaten amcası beş sene boyunca ona hep emanet gözüyle bakmıştı. Oysaki Moras ondan sadece bir şey beklemişti. Öksüz bir çocuk olduğu için aradığı şefkat ortamını amcasının yanında hissedebilmek. Ya da bu koca dünyada yalnız olmadığını ve haklı davasında arkasında birisinin bulunduğunu bilebilmek. Belki bu ikinci isteği biraz fazla optimist bir düşünceydi. Çünkü Hasem'de ne onun fikirlerini algılayabilecek zeka kapasitesi ne de hayalini kurduğu davaya destek olabilecek bir cesaret vardı.
Hep o beş yaşına dönmek istemişti Moras. Babası ile geçirdiği son yıla dönmek... Birlikte geçirdikleri o eşsiz vakitlerin yerini ne tutabilirdi ki. Aryon öldüğünde Moras sadece 5 yaşındaydı. O yaştaki bir çocuğun hayata hazırlanırken karşısında gördüğü en büyük rol model babasıdır elbette. Annesi ise içindeki geri kalan tüm yeşermiş duyguları adeta bir yapboz gibi birleştiren kişidir. Moras'ın rol modeli erkenden göçüp giderken onun duygularını harmanlayacak kişi olan annesi, Aryon öldükten sonra Moras'ı terk edip kuzeye kaçmıştı. Bir şeyler yarım kalmıştı içinde küçük çocuğun, bir şeyler çok eksik...
Günlerden 24 Kasım 1214'tü. İki gündür yoldalardı. Güzergahlarını genelde Dalk'ın güneyine uğramadan dağlık araziler olarak belirlemişlerdi. Çünkü güneydeki Milenya ve Gekpol şehirlerinden iyi haberler gelmiyordu. Hasem'in Kuşgezer Hanı'nda duyduklarına göre bir kaç gün önce 30 ile 40 arasında warg Milenya'nın bazı köylerine gece baskını yapmış ve onlarca insanı katletmişti. Gekpol'de de durum farklı değildi. Gekpol, Dalk'ın en güneyindeki şehirlerden biriydi. Orada bulunan meşhur Rulf Nehri çevresinde tarım yapan köylülerde wargların saldırılarından nasibini almıştı. İşte amca-yeğen bu haberler ışığında biraz korku, biraz endişe ve biraz da ne yapacaklarına karar verememiş bir ruh haliyle yollara düşmüştü. Şimdi ise önlerinde tek başına uzunca uzayan bir dağ vardı.
''Bak amca Khadur Dağı. Babam çocukluğunun buralarda geçtiğini söylerdi. Ve senin de tabi. Bir de halam Tepya'nın." Moras ,halası Tepya'yı hayal meyal hatırlıyordu. Ama babası Aryon sürekli kız kardeşi ile çocukken geçirdiği zamanları, özellikle de Khadur dağında amansızca koşup kırlara yayıldıklarını ve buradaki kır çiçeklerini koparıp annelerine götürdüklerini anlatırdı. Moras Khadur'u ilk defa görüyordu ama daha önceden dinlediği tasvirlerden hemen gözünde canlanıvermişti. Hem zaten diğer dağlardan kolaylıkla ayırt edilebilecek bir toprağa sahipti burası.
''Tamam anladık. Acele et, tehlike hala geçmiş değil.'' dedi Hasem. Hızla hareket ederken arkasına dönüp Moras peşinden geliyor mu diye bir an dahi bakmamıştı. Moras'ın her ne kadar yaşının ilerisinde bir zekaya sahip olsa da sonuçta çocuk olduğunu düşünmedi bile veya belki de umursamıyordu. Dağa tırmanmaya başladılar. İkisi de konuşmuyordu. Kuzuların sessizliği bürümüştü her tarafı. Moras nefes nefese kalmıştı ilerledikçe. Arada durup ayakkabılarının içinde şişen parmaklarını hareket ettiriyor sonra tekrardan koşarak amcasına yetişmeye çalışıyordu.
Dağ boylu boyunca uzanırken etrafı sarmış olan sis görüş açılarını daraltıyordu. Sonunda dağın eteklerinde bir mağara bulup içine girdiler. Hasem içeri önden girip tehlikeli bir yaratığın olup olmadığını araştırmak istedi. Moras on beş-yirmi dakika kadar amcasını bekledi. Bu süre zarfında ilk iş olarak kendini yere bıraktı. Çok yorulmuştu. Matarasını çıkarıp hızlıca içindeki suyu içmeye başladı. Biraz kendine geldiğinde, girdikleri mağaranın duvarlarında gözlerini gezdirdi. Farklı şekiller vardı. Dikkatini bir anda Ekselon bayrağı çekti. Ekselonlardan biri veya birileri zamanında buraya gelmiş olmalıydı. Hasem gelince ise şaşırdı. Elleriyle bir çocuğu yakasından kavramış tartaklıyordu. ''Hadi bakalım velet dışarı çık!'' dedi Hasem. Çocuk korkmuştu. ''Lütfen bayım. Kıyafetlerinizden anladım ki sizde Triyanonsunuz. Bende Erk oğlu Löfer Triyanon'um. Benim size bir zararım olmaz. İçeride kıvrılıp uyurum gürültüde çıkarmam. Beni dışarı atmayın lütfen. Etraf yabani hayvanlarla dolu." Moras çocuğa çok üzülmüştü. Amcasına dakikalarca dil döktü, yalvardı. Ve sonunda amcasını, çocuğun onlarla kalması için ikna etti. Çocuk titriyordu. Hemen sırtında taşıdığı çantasından yorgan çıkarıp çocuğun omuzlarına attı Moras. Bir kaç dakika sonra Hasem'de etraftan çalı toplayıp ateş yakmıştı. Moras çocuğun ellerini tutup kendi avucunun içine aldı ve sıkıca sardı. Bu hareket çocuğu biraz da olsa ısıtmıştı.
Moras ilk başta hiç konuşmadı. Yanlış bir şey sormaktan korkuyordu çünkü. Sonra cesaretini topladı ve bir anda aklındaki soruları peşi sıra dizmeye başladı: ''Sen neden buradasın? Annen veya baban yok mu senin?" Löfer bu güzel yüz karşısında biraz daha sakinleşmişti. ''Hayır yok. Biz Dalk'ın güneyinde yaşardık. Beş gün önce erkek kardeşimle at binmeye dışarı çıkmıştık. Geri döndüğümüzde ise o korkunç sahneyle karşılaştık. Annem ve babam wargların saldırısına uğramış yaşam mücadelesi veriyordu. Önce yardımlarına koşmak istedik ama annem bize çabuk kaçın diye bağırdı. Bizim elimizden de bir şey gelmezdi zaten. Onlara ne olduğunu göremeden beni erkek kardeşim aldı ve oradan uzaklaştırdı. Khadur'u tırmanırken bu seferde yağmacılar ile karşılaştık. Warg saldırılarından dolayı evinden ayrılan insanların yollarını kesiyorlardı belli ki. Bu sefer ikimizde paramızı vermemek için direndik. Kardeşimi öldürdükten sonra hepsi kaçıp gitti.''
Löfer cümlesini bitirdikten sonra bir an durdu. Derince nefesi çekti içine. Gözlerinden süzülen yaşları ise Moras elleriyle sildi ve: ''Çok üzüldüm.'' dedi içtenlikle. ''Seni çok iyi anlıyorum. Benimde annem ve babam yok. Öksüz kalmak nasıldır iyi bilirim.''
Bu arada Hasem yiyecek bir şeyler bulmak için dışarı çıkacaktı. Sırtında yine o her sabah avlanmak için yanına aldığı okları ve yayı vardı. Çocuklara dönüp: ''Siz ikiniz burada sessizce durun. Akşama doğru gelirim. Gelmezsem de dışarı çıkıp başınızı belaya sokmaya kalkmayın sakın. Zaten derdim başımdan aşkın bir de sizinle uğraşamam.'' dedi.
Moras ve Löfer uzunca bir sohbete daldılar. Löfer'de küçük Moras gibi efsanelere bayılıyordu. Ejderhalar, warglar, devler... Onun da hayallerini süslüyordu. Moras, Löfer'den üç yaş daha büyüktü. Bir nevi abisi sayılırdı.
Akşama kadar sohbet ettiler. Akşam olduğunda ise Hasem'in gelmediğini gördüler. Saatlerce gelmesini beklediler. Ama mağaranın girişinden gelen hiç kimse yoktu. İki arkadaşın bekleyişi daha fazla süremedi. Moras ve Löfer mağarada yorgunluktan sızıp kaldılar.
Sabah güneşi Moras'ın direk yüzüne vuruyordu. Hemen doğrulup: ''Kalk Löfer. Hadi amcamı bulmamız gerekiyor. Dünden beri buraya gelmedi. Başına bir şey mi geldi acaba?'' dedi. Löfer hemen uyandı. Mağaradan çıkıp Khadur Dağı'nın aşağılarına yöneldiler. Burada güzel bahçelerden buldukları domateslerle karınlarını doyurdu iki arkadaş.
Hava bugün kış mevsimine göreılıktı. Biraz daha ilerlediler. Moras: ''Bak orada bir şey var.'' dedi. Hemenkoştular. Ve çimenlerin üzerinde Hasem'in cesediyle karşılaştılar. Warglaröldürmüştü büyük ihtimalle. Vücudunda pençe izleri vardı. Löfer, Moras'ınyüzüne baktı. Ama amcası ölmesine rağmen, Moras'ın çokta üzülmediğini farketti. Löfer tedirgin olmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasyON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...