Aktesil Toras'a ayrılmalarından önce, yapması gerekenlerle ilgili öğütler vermişti. Toras da tüm söylenilenlere uyuyordu. Zaten başka bir çaresi de yoktu. Çünkü ölümün yuvasına yani Darkos'a gitmekteydi. En başta hızlı olmalıydı. Artık zamanla yarışıyordu. Malyen'de son ve en büyük savaşın çıkmasına artık çok az kalmıştı. Tüm doğu hanedanları ölüm veya bağımsızlık uğruna batıya yol almaya başladığı sıralarda, Toras da Malyen'in en ücra yerlerinde onlar adına bir umut ışığı yakmak için gecesini gündüzüne katarak yol alıyordu. Küçük çocukların, yaşlıların, yoksulların, kadınların, yetimlerin kısacası çıkacak bir savaş ateşinin en fazla etkileyeceği kesimlerin gözü kulağı Toras dan gelecek iyi haberlerdeydi. Triyanonlu da bunun farkındaydı. Seneler öncesinde sadece ailesini bir araya getirmek için çıktığı yol şimdi onu Malyen'in huzur kapısını açmaya kadar getirebilirdi. Artık davası kişisel değildi. Tüm doğunun geleceği onun ellerindeydi.
Toras'ın ilk yapması gereken Darkos'un güneyindeki Aktesil'in soydaşları olan ejderleri bulmaktı. Aktesil, soydaşlarına göre yaşayanlar arasında en büyüklerindendir. Onun soyu Darkos'un güney doğusundaki Yunmir Çayırları'ndan gelir. Zamanla bu soydan gelen ejderhalar çeşitli doğal sebeplerden dolayı boyut olarak küçülmüştür. Ama Aktesil ve onun ailesi başta olmak üzere bazı ejderhalar doğal etkilerden kendini soyutlamayı başarabilmiştir.
Toras bu topraklarda ilerledikçe soluk alıp vermenin zorlaştığını hissetti. Artık herhangi bir insan diyarında değildi. Ejderhalar ile aynı havayı solumak ciğerlerini zorluyordu. Ama bu aynı zamanda Toras'ı farklı da kılıyordu. Çünkü senelerdir Darkos'un içine girmek bir kenara, beş kilometre yanına dahi yaklaşan insan olmamıştı.
Sınıra gelince devasa büyüklükteki Darkos surlarını incelemeye başladı Toras. Bunları bir ejderha yapamazdı. Esil Triyanon ve yanındaki otuz kadar insan tarafından yapılmıştı. İnşası senelerce süren ve ustalıkla tamamlanmış duvarlar adeta bir estetik abidesiydi. Taşların orijinal rengi kırmızıydı. Üzerlerine hanedan armaları ve geçmişte yaşanmış olayları anlatan resimler işlenmişti. Ellerini surun kayalarına sürttü Toras. Sanki bir anda seneler öncesine gitmiş gibi hissetti. Saniyeler sonra ise elini hızla geri çekti. Taşlar çok sıcaktı. Defalarca ejderha ateşine maruz kalan bu taşlar ısısını kaybetmiyordu. Ama o, bulunduğu korku ve yaşadığı hissiyattan ötürü ilk başta taşların sıcaklığını anlayamamıştı. Avuç içi kıpkırmızı olmuştu. Başını kaldırıp surların girişine baktı. Yavaş adımlarla yürüdü. Heyecanlıydı çünkü atalarının yürüdüğü yollarda tek başına yürümek ona gurur veriyordu. Aynı zamanda korkutucuydu da. Evet karşısına hangi insan çıksa fark etmezdi Toras için. O bu noktaya gelene kadar neredeyse her türlüsü ile karşılaşmıştı zaten. Yalnızca insan da değil. Yurak, ayı, trol ve daha birçoğu vardı mücadele ettikleri arasında. Fakat şimdi karşısına çıkabilecek canlılar; cüssesi ile diğerlerinden kat be kat daha iri, yıllara meydan okumuş, kadim yaratıklar olacaktı. Hem tek sorun cüsseleri de değildi. Malyen'de hiçbir canlının sahip olmadığı bir yeteneğe sahiptiler onlar. Eşsiz olmalarına sebep olan bir şey. Yani ağızlarından alev çıkarabilmeleri.
Girişte herhangi bir kapı bulunmuyordu ve ihtiyaçta yoktu zaten. Buraya kadar gelen bir insan ya canına susamış olmalıydı ya da Toras gibi son çare Darkos'a varmalıydı. Onun yerine ters ''u'' şeklinde devasa bir giriş vardı. Girişin etrafını çevreleyen taşlar kırmızı renk değildi. Eski insanlar sadece bu bölmeyi yapabilmek için, uzak mesafelerden siyah taşlar getirmişti. Üzerlerinde anlam verilemeyen yeşilimsi parıltılar vardı. Bu yüzden gecenin en zifiri karanlığında dahi diğer taşlardan ayırt edilebiliyorlardı.
Hava karanlıktı. Aslında vakit daha akşam olmamıştı. Karanlığın sebebi, Darkos'un üzerine güneşin sadece yılın belirli zamanlarında doğmasıydı. Bu yer sadece dolunayın olduğu vakitlerde ışıl ışıl olurdu. Onun dışında ise fersahlarca uzanan meşalelerin ışıkları aydınlatırdı Darkos'u. Toras gidip meşalelerden bir tanesini eline aldı. Yanan ateşin ejderha gücüyle yakıldığı çok belliydi. Ateşin rengi saf görünümlü bir lav gibiydi. Meşalelerin sapları Esil ve arkadaşları tarafından yapılmıştı. Üzerindeki ateş ise bölgede yaşayan ejderhalar tarafından asırlarca korunmuş ve söndürülmemişti.
Biraz daha ilerleyince sesler duymaya başladı Toras. Daha çok, derinden gelen bir ıslık gibiydi. Ama görünürde herhangi bir şey yoktu. Kafasını kaldırıp havaya bakmak istedi. Etraf sessizliğe gömülmüştü. Gözleriyle etrafı süzdü. İşte o an küçük boyutlu yüzlerce ejderin başının üzerinde uçuştuğunu anladı. Bazıları hızlıca alçalarak Toras'ın kıyafetlerini tırmalıyor, sonra tekrar yükseliyordu. Bunların boyutları büyük bir ejderhaya göre on kat daha küçüktü. Başları ile kuyrukları arasında en fazla bir metre vardı. Toras ejderlerden kurtulmalıydı. Aktesil'in ona bahsettiği ikinci adım geldi aklına. Ejder dilinde: ''Ben Aktesil'in dostuyum. Kulak verin söylediklerime! Kulak verin, ciğerleri zehir soluyan ejderhanın tecrübe dolu fısıltısına! Kulak verin batının canlıları! Atalarınızın sözlerine kulak verin!'' dedi. Toras bu uzun cümleyi ezberlemek için epey zaman harcamıştı. Çünkü bu sözler küçük ejderhalar için adeta hipnoz gibiydi ve sözlerdeki en ufak bir yanlış dikkatlerini dağıtabilirdi. Aynı öğüdü seneler öncesinden buraya girmek isteyen diğer insanlarda kurmuştu. Darkos'taki Yunmir Çayırları'na giren canlıların bilmesi gereken bir parolaydı bu. Küçük ejderhalardan biri dinledikleri üzerine başını çevirerek Toras'ın yanına doğru uçmaya başladı. Ve hemen peşinden diğer minik ejderhalarda yaklaştı. Sayıları o kadar çoktu ki. Uzaktan bakıldığında kuş sürüsünü andırıyorlardı. Aralarından en büyük olanı Toras'a dönüp konuşmaya başladı:
''Kimsin sen? Ne işin var burada? Yunmir'e uzun süredir bir insan gelmemişti. Sen Aktesil'in dostu olduğunu söylüyorsun. Aktesil bizim büyüğümüzdür. Onun sözüne itibarımız sonsuzdur. Fakat şimdi o nerede?'' Toras sakin kalmaya çalışıyordu. Etrafını saran bunaltıcı ejderhalardan dolayı haylice terlemişti. Ama onlara hitap ederken korkmuş halet-i ruhiyesini göstermemeliydi. Aktesil, Toras'a böyle öğütlemişti. Ejderhalar ile konuşacak kişi korkusuz olmalıydı. Onlar otoriteyi, gücü ve cesareti severdi. Korku ise iki sonuç ortaya çıkarırdı. Ya ejderha; konuşan kişiyi kaleye almaz ve oradan uzaklaşırdı ya da karşısındaki kişinin korkusu onu daha çok sinirlendirir ve bu sebepten konuştuğu kişiyi midesine indirirdi. Derince nefes aldı Triyanonlu ve cevap verdi: ''Adım Toras. Aktesil ile seneler öncesinde bir yolculukta tanıştık. Siz ne kadar ona saygı duyuyorsanız emin olun ki ben daha fazlasını duyuyorum. Çünkü onu çok yakından tanıma fırsatım oldu. İkimizde kendi amaçlarımız doğrultusunda Darkos'un güneyindeki kara deliğe girdik. Ama o geri dönmedi.''
''Ne yani öldü mü Aktesil?'' diye sordular. Bilmiyorum, diye cevap verdi Toras. ''Bana buraya gelmeden önce bazı öğütler vermişti. Sizler onun soydaşlarıymışsınız ve bana yardımcı olabilirmişsiniz. Bana Otonas surlarını yıkabilmem için büyük ejderhalar lazım.'' Küçük ejderhanın yüzünde olumsuz bir ifade belirdi.
''Büyük ejderha mı? Son on senedir Darkos'un güneyinde rastladığımız sadece iki büyük ejderha vardı. Birisi Aktesil'di ki onun artık geri gelmeyeceğini söylüyorsun. Diğeri de Başınabuyruk Anberyon'dur. Onun yanına biz gitmeyiz hiçbir zaman. Anberyon'un siyah, korkunç derisini gören her canlı hızlıca yolunu değiştirip kaçmaya başlar. Elbette başarabilirse. Ama sen bizim büyüğümüzün sözleriyle geldin. Bu yüzden sana Denitles'in yolunu göstereceğiz insanoğlu.''
Toras şimdi tepesinde uçuşan yüzlerce küçük ejderha ile yolculuğuna kaldığı yerden devam ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasíaON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...