8.KISIM,8.BÖLÜM-SONUNDA...

100 62 0
                                    

                13 Mart 1247 günüydü. Seneler öncesinden büyük umutlarla çıkılan yolculuk artık belki de son bulacaktı. Toras bu maceranın her karesinden izler taşıyordu içinde. Bazen mutlu olduğu zamanlar olmakla birlikte, içinde derin yaralarda bırakmıştı macerası. Birlikte davasını paylaştığı insanlar, yuraklar ve diğer canlılar... Hepsi de teker teker avuçlarından kayıp gitmişti. Kardeşini kaybetmenin acısı ile revan olmuştu yollara. Son olarak da Aktesil'den kalan yara... Onu bilinmezlik içinde bırakıp gitmek çok koymuştu Toras'a. Ve ondan aldığı üçüncü öğüt geldi aklına. Elini cebine attı. Hala oradaydı. Aktesil ona, Esil Triyanon'dan kalma bir mızıka hediye etmişti. Kara delikte ki çocukların lideri, bunu yeşil ejderhadan aldıkları çok eski zamanlardan beri saklamıştı.

Aktesil, Toras'ın yolculuğunda mızıkaya ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bu yüzden onu çocuklardan rica edip Toras'a verdi. Esil Triyanon, asırlar öncesinde bu mızıka ile geceleri Kara Anberyon'a müzik çalar, o büyük ejderha da dolunaya bakarak dinlerdi. Esil ile Anberyon'un ilişkisi hiçbir zaman sahip köle formunda olmadı. Zaten Triyanonlu kral, devasa ejderhanın kimsenin buyruğuna girmeyeceğini çok iyi biliyordu. Malyen'de, Anberyon'a emirleriyle hükmedecek hiçbir canlı yoktu. Bu yüzdendir ki kendi ırkdaşları arasında ''Başınabuyruk'' lakabıyla anılırdı. Ama Esil daha önce gördüklerine benzemiyordu. O, karakterinden ötürü senelerce yeni doğan Triyanonlu çocuklara örnek gösterilecek bir şahsiyet olmuştu. Kısacası Esil ve Anberyon farklı ırklardan olmalarına rağmen aynı alanları paylaşan, birlikte yaşayabilen dostlardı. Bunu Malyen'de başarabilen ilk insan-ejderha ikilisi olarak da tarihe geçmişlerdi.

Takvimler günbegün düşüp gitmişti. Ve bir vakit geldiğinde, dostundan ayrılmak zorunda olan Anberyon'un hüznü kaldı yalnızca geriye. Esil ölmüştü. O gece ejderha dolunaya her zamanki gibi uzunca baktı. Ama bu seferki farklıydı. Yanında ona her gece güzel müzikler çalan insanoğlu yoktu.

Anberyon ne Esil Triyanon'u unuttu ne de mızıkayı. Bu sebeptendir ki Aktesil, Toras'a mızıkanın tek yaşama şansı olduğunu hatırlatmıştı. Tepesinde uçuşan küçük ejderhalar ona yol boyunca eşlik etmişlerdi. Denitles'e geldiklerinde liderleri konuştu: ''Bizler buradan daha ileriye gidemeyiz. Anberyon, alanına giren tüm ejderhaları öldürür. Ama sen ona görünmeden yanına kadar sokulup mızıkayı çalabilirsen belki seninle konuşup insafa gelir. İşte şu dağın hemen arkasında uyuyordur muhtemelen. Dikkatli ol insanoğlu. Unutma ki göreceğin şey, ömrü hayatında duyduğun ve işittiklerinin de ötesinde olacak. Bol şans.'' diyip Darkos'a doğru uçmaya başladılar. Toras artık tek başınaydı.

İki saat kadar arazide sessizce ilerledi Triyanonlu. Aniden ona doğru yaklaşan yüksek çığlık sesleri geldi kulağına. Önce patikadan yaklaşan alevler göründü. Sonra ise bu alevlerin bir adamın arkasından çıktığına şahit oldu. Adam acı dolu bir sesle: ''Yardım edin! Lütfen, nolur bana yardım edin!'' diye çığlık atıyordu. Toras hızla koştu. Arkasındaki paltoyu hemen adamın üzerine örttü. Beş dakika kadar ateşi söndürmeye çalıştılar. Sonunda ise adam bayılarak yere düştü. Akşama kadar adamın yanı başında bekledi Toras. Aklında cevaplarını aradığı sorular vardı. O, savaş haberlerinden beri buralara kadar ulaşan tek insanın kendisi olduğunu düşünüyordu. Peki bu adam da nereden çıkmıştı şimdi? Kıyafetlerinin yanmasından ötürü, herhangi bir ejderhanın alevine maruz kaldığı çok açıktı. Ama onu bu hale getiren ejderha, Kara Anberyon muydu? İşte bunu öğrenmek için sabırla bekledi Toras.

Akşam saatlerine doğru adam gözlerini hafifçe aralamaya başladı. Toras adamın uyandığını görünce hemen yanına koştu. Elleriyle adama yardım ederek ağaca yaslanmasını sağladı. Sonra konuşmaya başladı: ''Kimsin sen? Nereden geliyorsun? Ne oldu sana?'' Adam cevap veremedi önce. Çok susamıştı. Dudaklarını yalıyordu. Toras durumu fark etti. Yirmi metre kadar uzakta duran matarasını alıp hızlıca adama getirdi. Adam can havliyle suyu kana kana içti. Ağzından akan sular kıyafetlerini sırılsıklam yapmıştı. Konuşabilecek düzeye geldiğinde Toras'a cevap verdi: ''Adım Daalim. Uzun Vadi'den gelen bir elçiyim. Halkım beni Belin'in doğusunda çıkacak büyük savaşa, Ekselonların safında savaşacak bir ejderha bulabilmem umuduyla gönderdi. Ama sonucu görüyorsun işte.''

Toras, Daalim'in Ekselonlar için çalıştığını duyduğu vakit içinde derin fırtınalar koptu. Ailesiyle mutlu mesut Otonas'ta yaşarken huzurlarını bozup onları birbirinden koparan, Ekselonların ta kendisiydi. Şimdi ise onlara çalışan bir elçi, Toras'ın ayaklarının dibinde çaresizce uzanıyordu. Bir anda babası Aryon'un sözlerini hatırladı Triyanonlu. Koca kral merhamet timsali olmuştu her zaman. Evlatlarına ise şu kıymetli sözleri vasiyet etmişti ölmeden önce: ''En büyük düşmanın dahi olsa, çaresizce sana sığındığı vakit onu geri çevirme. Ona yardım et ki belki kalbi senin sayende iyiliklerle dolar ve bulunduğu kötü yoldan vazgeçer.'' İşte bu sözler içini yumuşatmıştı Toras'ın. Adama dönerek: "Peki karşına çıkan nasıl bir şeydi? Onu görebildin mi?" dedi. Daalim'in yaşadıkları gözlerinden okunuyordu. Titrek bir sesle: "Evet gördüm. O dehşet verici bir yaratıktı. Malyen'de onun gibi devasa bir canlı görmedim. Çocukken bize anlatılan efsaneler bile gördüğüm ejderhayı tarif etmekte yetersiz kalır. İlk onu gördüğümde ejderha olduğunu anlamadım. Kocaman gözlerini gördüğümde durumu fark ettim. Aniden göz göze geldik. Beni fark etti ve hızlıca yerinden doğruldu. Kanatları devasaydı. Üzerime büyük bir gölge gibi çöktü. Ben ormanın içine girdim. Zikzak çizerek izimi kaybettirmeye çalıştım. Ardıma doğru büyük bir alev topu gönderdi. Aslında bana isabet etmedi. Zaten isabet alsaydım şuan çoktan küle dönmüştüm." dedi ve sustu. Yaşadıkları içini bunaltmıştı Daalim'in. Bir insanın, alev girdaplarının içinde yaşama mücadelesi verdiğini düşünün. Belki de başa gelebilecek musibetler arasında en acısıydı bu ve Daalim kıl payı kurtulabilmişti bu ateş çemberinin içinden. Derince soluklandı ve anlatmaya kaldığı yerden devam etti. "Arkamdaki çalılar hızlıca tutuşmaya başladı. Ben koştum ama alevler beni yetişti. Üzerimdeki kıyafetler yandı. Kendimi hızlıca buraya doğru koşarken buldum. Ejderha ise beni izlemedi. İşimin bittiğini düşünse gerek peşimi bıraktı." Konuşması bittikten sonra sustu. Yavaşça gözlerini kapattı. Uzun süre sessizlik oldu. Toras, Daalim'in tekrar uyuduğunu zannetti önce. Ama Daalim bu sefer uyumuyordu. Son kalan gücüyle olanı biteni Toras'a anlatmış ve nefesini tüketmişti. O, ölmüştü!

Toras, Daalim'i ağacın yanında bıraktıktan sonra yolculuğuna devam etti. Önünde bulunan tepeyi aştığında gözlerine inanamadı. Kitaplarda anlatılanların Kara Anberyon için ne derece sönük kaldığını anladı. Daalim haklıydı. Şaşkınlığı geçince hemen yapması gereken geldi aklına. Cebinden mızıkayı çıkarıp çalmaya başladı. Ejderha, zamanla kulak kabarttı müziğe. Devasa gözleri açılmaya başladı sonra. Şiddetle haykırarak: ''Kim benim topraklarıma girmeye cüret edebilir?'' dedi. Toras'ın artık kaybedeceği bir şeyi yoktu. Ölme ihtimalini arttırmasına rağmen açığa çıkıp: ''Esil Triyanon'un torunu, Toras!'' diye karşılık verdi ve elindeki mızıkayı Anberyon'a gösterdi. Anberyon şaşırmıştı. ''Demek sen Esil'in soyundan geliyorsun. Peki buraya neden geldin?'' Toras ürkek bir sesle: ''Belin Denizi'nin doğusunda neler olup bittiğini biliyorsunuzdur efendim. Otonas kralı, Malyen'de her geçen gün zulmüne devam ediyor. Ve onu durdurabilmek için sizin yardımınıza ihtiyacım var.'' Anberyon kararlı bir sesle: ''Hayır! Ben Belin'in doğusunda olup bitenle ilgilenmiyorum. Seni yalnızca Esil'in soyundan geldiğin için bağışladım. Şimdi buradan hemen uzaklaş. Aksi takdirde dedenin hatırı seni daha fazla koruyamaz.''

Toras çaresizce arkasına dönüp yürümeye başladı. Yaptığı onca fedakarlık belki de amacına ulaşamadan son bulacaktı. Gerisin geri giderken içinden şunları söyledi: ''Artık Malyen'in geleceği için hiçbir ümit kalmadı...''

ON HANEDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin