Löfer, Sarkhrist'te dolandı saatlerce. Özellikle "Umuda Kalkan Kollar" onu çok etkilemişti. Etrafında gezindi biraz. Malyen'in hiçbir köşesinde böyle bir yapıya rastlayamazdı. Kabloları inceledi ve anlamaya çalıştı ne olduklarını. Bir şey anlamayınca pes etti. Çünkü onun aklı bu teknolojiyi almıyordu.
Çevrede gezinirken gözüne bir mağara ilişti. İçinde birileri var mı diye merak etti. Hemen koştu ve içeri girdi. ''Kimse var mı?'' diye bağırdı. Sesin yankısı ulaştı önce Löfer'e. Sonrasında ise içeride uçuşan yarasaları gördü. Tam mağaradan çıkacaktı ki bir anda durdu ve eğildi. Yerde fark ettiği tuhaf eşyayı eline aldı. Ne olduğunu bilmiyordu ama hoşuna gitmişti. Büyük ihtimalle bunu da Hulyonlar yapmıştı. Bir bez parçasına sarıp yanına aldı. Sonra hızla arkadaşları Royve ve Egjol'ün yanına koştu.
Royve, Löfer'in heyecanını yüzünden okumuştu. ''Neyin var Löfer, nedir seni böylesine mutlu eden?'' dedi ve gülümsedi. Löfer: ''Bir şey yok. Sadece yolculuğumuzun heyecanı işte. Bir de Nauselom'u yakalayabilme ihtimali bile beni heyecanlandırıyor açıkçası.'' dedi. İkili arasında bu sohbet dönerken Egjol'de ihtiyar adam ile vedalaşmak üzereydi.
''Uzun süredir kapıma bir misafir uğramamıştı. Şimdi ise bir değil üç kişi geldi. Sohbetiniz için teşekkür ederim evlatlarım. Bu yaşlı adama güzel vakitler yaşattınız. Sizlere yolluk hazırladım, bekleyin getireyim.'' dedi ihtiyar. Löfer çok mahcup olmuştu. Bu yalnız adam onlara kapısını açarak büyük bir fedakarlık örneği sergilemişti zaten. Yemek, bu yapılanlar üzerine biraz fazla sayılırdı. Zaten kendisi zor geçiniyordu. Dakikalarca dil döktü Löfer ama adamı kararından caydıramadı. Üç arkadaş erzaklarını aldıktan sonra yaşlı adamla vedalaşıp yollarına devam ettiler.
Yolculuk üç gün daha devam etti. Bu süre boyunca Egjol etraftaki köylerden sebze, meyve tohumları alıyor ve bunları güzelce sarıp heybesine koyuyordu. Defalarca Löfer'in: ''Egjol bu yolculuğa neden çıktığımızı unutuyorsun herhalde. Acele etmemiz gerekli.'' sözüne Egjol: ''Bu tohumları başka bir yerde bulamam.'' veya ''Gideceğimiz yere zamanında yetişeceğiz merak etmeyin.'' cümleleri ile yanıt veriyordu. Egjol tam bir botanikçi idi. Evinin bahçesinde her çeşit bitkiyi bizzat kendi yetiştirir onlara evladı gibi şefkat gösterirdi. Ama bunca mahsulü yalnızca ailesi ile tüketemezdi. Milenya'daki tanıdıklarına, belli zaman aralıklarıyla ağzına kadar sebze ve meyve ile doldurduğu sepetleri getirip onları mutlu ederdi. Ailesinin durumu Milenya ahalisinin geneline göre iyiydi. Bu yardımlar onların ekonomisini etkilemiyordu.
Egjol, yolculuk esnasında tohum peşinde koşarken Royve'nin ise aklında bazı soru işaretleri vardı. Löfer'i uzun zamandır tanıyordu ve ilk defa onu böylesine farklı duyguları bir arada yaşarken görmüştü. Sonunda içindekini daha fazla saklayamadı ve sordu.
''Bu Moras nasıl biriydi Löfer? Onun hikayelerini Harpat'ta bilmeyen yok. Her ne yapmışsa halk Moras'ı gönlüne kazımış neredeyse. Seni uzun zamandır böyle heyecanlı görmemiştim ve buna sebep olan kişiyi merak ediyorum açıkçası.'' Löfer hızlı adımlarını yavaşlattı ve iki adım sonra durdu. ''Nasıl biri mi? Moras'ı nasıl tarif ederim bilemiyorum gerçekten Royve. Dokuz yaşındaki bir çocuğun başına gelebilecek en güzel şeydi o. Eğer Moras yanımda olmasaydı ben şuan ya ölmüştüm ya da kendimi kaybetmiş bitik bir halde olurdum büyük ihtimal. O, en çok ihtiyacım olduğunda benim elimden tuttu. Diğer tüm düşmüşlerin elinden tuttuğu gibi.'' Moras'tan bahsederken gözleri ışıl ışıl parlıyordu Löfer'in. Hayatı boyunca unutamayacağı bir yaraydı bu ve yarası Nauselom'u öldürmedikçe kapanmayacaktı.
Sonunda karşılarında Otonas'ın sınır şehri olan Talidron'un o devasa kapısı belirmişti. Malyen'deki en geniş surlar buradaydı. Buna karşın en yüksek surlar olduğu söylenemezdi. Ekselonlar zaten kimsenin bu kadar yükseğe çıkabileceğine ihtimal vermiyordu. Surların yüksekliği, yetişkin bir devden bile uzundu. Eğer herhangi bir düşman savaş kuleleriyle gelirse de ona karşılık olarak meşhur balistaları depolarında hazır durumdaydı. Ejderhalar ise Ekselonlara göre savunulması gerekmeyen yaratıklardı. Çünkü ejderhalar binlerce yıldır insan hanedanlarının savaşlarıyla ilgilenmezdi. Malyen'deki en yüksek surlar ise şüphesiz ki Quatra'nın en batısında bulunan Tokhora şehrindeydi. Çok eski zamanlardan kalmış bu surların neden böylesine uzun yapıldığı ise yaşayanların bilmediği bir sırdı.
Löfer bu kapılara ve kapı önünde bekleyen gardiyanlara nefretle baktı. Bu sene Yüksek Konsey'e Hazor Hanedanı'nın kralı yani Nauselom katılmamıştı. Ki toplantıda onunla ilgili olumsuz bir karar çıkma ihtimali vardı. Ama bu toplantıda geçen seferin aksine bir Triyanon kralı bulunuyordu. Komutanı olan Löfer'in, tavsiyelerinden başka adım atamayan basiretsiz bir kraldı. Löfer, Ekselon işgalinden sonra başıbozuk hallerde Dalk'ta yaşayan Triyanonları tek çatı altında toplayabilmek için seçim yapılması çağrısında bulundu. Halkın ileri gelenleri birer aday önermişti. Löfer'in ise Moras ayarında, istediği özellikleri taşıyabilen bir kral adayı yoktu. Ama halkın gözündeki itibarını biliyordu ve tahmini üzere kimi aday gösterse kazanacaktı. Löfer günlerce bu konuya kafa patlattıktan sonra kararını verdi. Aday belirleyecekti ama onunla şu konuda anlaşmaya varacaktı. Kral ülkenin iç işlerinde istediğini yapabilecekti ama Yüksek Konsey toplantılarında Löfer'in dediği olacaktı.
Her konseyde büyük masa etrafında krallar otururdu. Arkalarındaki tahtadan oturaklar ise kumandanlara aitti. Gür bir sesle başladı konuşmaya Ursula: ''Evet efendiler. Sizleri dinliyorum. Gündemi belirleyiniz.''
Tulkas atıldı. "Gündem bellidir Ursula. Ekselonlar nasıl olurda Yüksek Konsey'den izinsiz, Quatra'yı kuşatmaya yeltenir? Ordunun nerde olduğunu dahi bilmiyoruz. Bize söylemek istediğin bir şeyler vardır belki."
Ursula öfkeliydi. ''Bahsettiğin ihlali ilk yapan ben değilim değerli Tulkas. İlk ihlali zamanında kalende sakladığın ve şuan Triyanonların komutanlığını yapan Erk oğlu Löfer Triyanon yapmıştır.'' Tulkas mahcuptu.
''Bunlar doğru mu Löfer? Sen nasıl Yüksek Konsey den izinsiz böyle bir şeye kalkışırsın?'' Löfer serin kanlı kalmaya çalıştı.
''Evet kralım doğru. Ama ben bunu kendi aldığım kararla gerçekleştirdim. Yani bunun cezasını bana kendi kralım vermelidir. Ursula ise bir kraldır ve Yüksek Konsey antlaşmasında sadece kralların, konseyden izin almadan başka bir hanedana saldıramayacağı yazar. Kumandanların sorumluluğu ise krallarına karşıdır.'' Ursula bağırdı.
''Ne fark eder! Ordum şuan da Washen Kapısı'na dayandı. Dönüşü olmayan bir yola girildi artık.'' Tulkas araya girdi. ''Yüksek Konsey'in kanunlarına bağlı kalmalısın Ursula. Ve kanunlar böyle önemli bir konu için oy çokluğu ister."
Ursula bunu istemese de kabul etti. Ne de olsa oylamada beraberlik çıkacak ve böyle bir durumda Ursula, Otonas'ın kralı olduğu için diğer kralları da ikna edecekti.
Oylar kapalı bir şekilde verildi. Tarafsız hakem tek tek oyları açıp okumaya başladı. İlk oy savaştı. Sonra ki açılan iki oy da barış çıktı. Barış oyu ikiye bir öndeydi. Sonra ki açılan oy savaş çıkınca oylar eşitlendi. Beşinci oy ise barış çıkmıştı. Barış oyu öne geçmişti. Oylama beklenilen gibi seyrediyordu.
Son oyu da herkes tahmin ediyordu. Gözlemci son oyu eline aldı ve seslice okudu. Ama o da ne! Son oy barıştı. Ursula'nın gözlerinden ateş fışkırıyordu. Kimdi ona ihanet eden? Vorgules mi yoksa Noraşak kralı mı? Ursula çaresizce sonucu kabul etti. Löfer'in yüzünde gülümseme vardı. Ekselon ordusu verilen talimatla bir ay içinde Otonas'a geri döndü. Ama Ursula bu ihaneti asla affetmeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasyON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...