1247 yılının eylül ayıydı. Averreos yanındaki yirmi kadar kara şövalye ile on iki gündür Vonni kentinde bekliyordu. Bu askerler yüklü teçhizatla gelmişti. Hepsinin üzerinde ağır zırhlar ve silahlar vardı. Farklı görevlerde kullanacaktı onları Averreos. Mesela bir tanesi sadece ok kullanacaktı. Otonas'ta küçüklüğünden beri bu yönde eğitilmişti. En iyi bildiği iş buydu. Bir diğeri kılıç ustasıydı. Teke tek muharebelerde düşmana zorluk çıkaracağı çok aşikardı. Diğeri mızrak ustasıydı. Kalenin üzerine çıkacak ve gözüne kestirdiği önemli kişileri uzun ve ucu sivri mızrakları ile avlayacaktı. Bunun gibi değişik görevlerde uzmanlaşmış adamları aldı yanına büyük komutan.
Averreos ve şövalyeleri uzun zamandır doğru dürüst yiyecek bulamamışlardı. Çünkü bu kentin yegane gelir kaynağı, Kraliyet Surları'nın ötesindeki kavimlerle yaptıkları ticaretti. Ama savaştan ötürü ticarette sonlanmıştı. Ayrıca burası çok yağış alan bir yerdi. Yağmurla beraber toprak devamlı yıkanıyor, bunun sonucunda tarım ürünleri çeşitliliği azalıyordu. Averreos ve ekibinin tek avantajı, hepsinin güçlü ve dayanıklı savaşçılar olmasıydı. Yirmi kişinin tamamı zaten şövalyeydi ve Averreos ise kendini fazlasıyla kanıtlamış bir askerdi. Yine de içinde bulundukları durumu kısa sürede değiştirmeliydiler. Zaten üzerlerindeki mühimmat çok ağırdı. Bir de bunun yanında açlık ile mücadele etmek Averreos'un bile yakın zamanda nefesini kesebilirdi.
Vonni ahalisi cebir kullanılarak bu birliğe elinde ne varsa vermeye zorlanıyordu. Kiminin evinden torba torba ekmekler alınıyor, kiminin tarlasına girilerek yeni yetişmiş mahsuller sahiplerine sorulmadan toplanıp götürülüyordu. Bazılarının kuyularına el koyulup kovalarca su çekiliyordu. Şövalyeler, suyu sadece içmek için değil aynı zamanda yıkanmak içinde kullandıklarından ötürü harcadıkları miktar baya fazlaydı.
Bölge insanı için su en önemli değerdi. Vonni insanı kuyu suyunu sadece içmek için kullanırdı. Yıkanma işi ise dere yataklarında görülürdü. Zaten derin değildi kuyu ve daha ne kadar dayanacağı bile belli değildi. Eskiden şırıl şırıl akan tatlı su kaynakları artık kurumuştu. Halk birkaç gün içinde dışarıdan gelen Averreos ve adamları yüzünden mağdur kalmıştı. Bunlar olup biterken elbette Vonni'de yağmalara karşı duran, sahip olduklarını bu gaspçılara vermemek için direnen ve suyun gereksiz harcanılmasının yerli halkı olumsuz etkileyeceğini gür sesle haykıranlar vardı. Ne yazık ki hepsinin sonu sizin de tahmin ettiğiniz üzere ölüm oldu.
Washen Kapısı'na elli kilometre kalmıştı. Askerlerden biri: ''Efendim, neden biz oraya gidiyoruz. Müttefiklerimiz başlarının çaresine bakabilirler. Hem daha kapıyı bile aylardır geçemedi düşmanlarımız. Doğu tarafı ise daha korunaksız. Oraya gitmemiz gerekli değil mi?'' dedi.
Averreos cevap verdi. ''Haklısın, düşmanlarımız doğu cephesinde daha çok yol kat ettiler. Ama kumandan Orfos, Talidron'a yüzlerce balista göndermiş. O hattı geçebileceklerini zannetmiyorum. Ayrıca güney cephesinde bir kral var yani Tulkas. Eğer Tulkas'ı öldürebilirsem, Andoritler çil yavrusu gibi kaçışırlar.''
Asker devam etti: ''Tulkas'ı siz mi öldüreceksiniz?'' Evet, dedi Averreos. ''Tulkas benim. Geri kalanları da oradaki askerlerimiz hallederse güney cephesi ortadan kalkmış olur. Zaten bizim oradaki en önemli hedefimiz Andorit kralını öldürmek. Onun işini bitirince diğer cepheye yöneleceğiz. Sizler de bu süre zarfı içinde Andorit generallerini öldüreceksiniz.''
Aynı asker çekinerek sordu: ''Efendim etrafta bazı dedikodular dolaşıyor. Aryon'un en büyük oğlu Toras, ejderhaları arkasına almak için Darkos'a gitmiş. Eğer ejderhalar bize savaş açarsa ne yapacağız? Her şeye karşı duracak gücümüz var. Elit askerlere, mancınıklara, savaş arabalarına her şeye... Ama bir ejderha ordusu ile baş edemeyiz. Bu hepimizin sonu olur.''
Averreos sinirlendi. ''Sizler nasıl Kara Şövalyesiniz? Hey koca Nauselom. Onu tanısaydınız da gerçek bir şövalye nasıl olur öğrenseydiniz."
Başka bir şövalye araya girerek: "Ben onu tanıdım komutan Averreos. Nauselom çok güçlüydü, zekiydi ve çevikti. Yine de ejderhalar ile aşık atılmayacağını bilirdi. O her daim gücünün farkındaydı. Hayaller peşinde koşmazdı."
Averreos bu sözlere çok sinirlenmişti. Ona kalsa şuracıkta sözlerinden dolayı şövalyenin başını uçururdu. Fakat onun elit askerlere ihtiyacı vardı. Sinirini yenmeyi başardı ve şu sözleri sarf etti: "Bizler için korku yok, bunu aklınızdan çıkarın. Sen de Nauselom'u doğru tanıyamamışsın evlat. Büyük komutanların fikirlerini ancak onların ki gibi büyük hedefler kuran insanlar anlayabilir. Yani sen değil. Onu ben anlayabilirim. Eğer savaşmaktan korkuyorsan gidebilirsin. Ama şunu bil ki arkadaşlarını yarı yolda bıraktığın için sana Otonas'ta bir dilim ekmek dahi kimse vermeyecek. Beni anladın mı? Ve bu seni son kez uyarışım olsun. Dinleyin! Sizlere de söylüyorum. Bir daha asla benimle bu tonla konuşmayacaksınız. Eğer yine böyle bir şey görürsem saygısızlık yapan kişinin kellesini keser, Kasdron'a yollarım. Oradaki askerlere de talimat veririm ki kesik başı, şehrin ortasında bir kazığa diksinler. Ki böylece herkes Averreos'a itaatsizliğin sonucunu görsün.''
Asker, söylediklerinden dolayı pişman olmuştu. Aslında bu duruma tarihte çok da rastlayamazsınız. Yani herhangi bir Ekselonlu şövalye, komutanına böylesine serzeniş edemezdi. Yolun getirdiği bitkinlik kafasını karıştırmış olmalıydı. Korku dolu gözlerle: "Çok iyi anladım efendim. Söylediklerimden dolayı özür dilerim. Peki siz Nauselom'u gördünüz mü kumandan?" diye ürkek ses tonuyla sordu asker. Merakını yenememişti, belliydi. Demin karşılaştığı ağır tehditler karşısında bu sefer ki ses tonu çok daha düşüktü.
''Küçükken babam beni Kasdron'da bulunan askeri eğitim kamplarına getirirdi. Orada şövalyelerin eğitimini izlerdim. Başlarında Nauselom vardı. Hayatım boyunca onun gibi bir savaşçı olmak istedim. Babam öldükten sonra kendi kendime bir karar aldım. En büyük olacaktım. Malyen'in bileği bükülmez askeri! Ve şu an da öyleyim. Geriye tek amacım kaldı. Nauselom'un yaptığı gibi mevcut rejimi yıkmak. Ama bu sefer tahta bizzat ben oturacağım.'' dedi komutan.
Averreos'un gözünü güç ve iktidar hırsı bürümüştü. Uzun zamandır aklında bu fikir vardı aslında. Ama yolculuğunun son anına kadar kendi dışında kimse Averreos'un darbe yapmayı planladığını bilmiyordu. En başından beri sessizliğini korumuştu büyük komutan.
Askerler duydukları karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Onlar her zaman Otonas'ın kralına bağlı şövalyelerdi. Birçoğu annesiz babasız büyümüştü. Ursula, zamanında bu amaçsız çocukları ülkenin her köşesinden toplayıp Kasdron'a getirtmiş onların hepsini birer Kara Şövalye yapmıştı. Zalim kral, şövalyeleri kimsesiz ve hayalleri olmayan kişilerden seçerdi. Çünkü ona kendisi için savaşacak, gerektiğinde gözünü kırpmadan ölüme yürüyecek adamlar lazımdı. Seneler önce Löfer'in komutanlıktan vazgeçmesi için Otonas'tan gönderilmiş şövalyeleri hatırlayın. Başlarında Mearyen Ekselon vardı hani. Sonradan Löfer, bu şövalyelerin cesetlerini Toras'a ait at arabasının kasasında görmüştü. İşte o adamlar böylesine zor bir görevden sağ şekilde çıkamama şanslarının çok yüksek olduğunu bilerek gitmişlerdi onca yolu. Ve sonunda ölüm, hepsini teker teker buldu.
Yeterince korkmuş şövalye bu sefer: ''Efendim, kralı mı öldüreceğiz? Ne zaman ve nasıl?'' dedi. Averreos sözüne devam etti.
''Bunu sadece buradaki askerler bilecek. Tulkas ve Löfer'in işini bitirince hemen Kasdron'a döneceğiz. Rehavet içindeki kralı bir gece ansızın yakalayacağız. Yalnız öncelikle Orfos'u kralın yanından uzaklaştırmamız gerek. Bunun içinde parayla başkentte bazı kişileri tutup isyan çıkaracağız. Orfos isyanları bastırmayla uğraşırken Otonas'ın yeni kralı ben olacağım.''
Askerler Averreos'un bitmek bilmeyen hırsı karşısında dehşete düşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasíaON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...