O sabah Löfer, kralın yanına gidip görevinden ayrıldığını bildirdi. Kral buna anlam verememişti. "Nasıl olur Löfer? Beni sen seçtirmiştin. Sen gidersen beni bu makamda bırakmazlar." dedi. Löfer çaresizdi. "Biliyorum. Ama Ekselonlar tarafından ailemle tehdit edildim. Yapabileceğim bir şey yok. Canın için endişelenme. Görevden azledilsem bile sana zarar veremezler korkma."
Kral sinirlenmişti. Löfer karşısında aciz düşmeyi içine sindiremedi. "Öyle mi? Peki o zaman. Mademki hala ben kralım seni bu topraklardan kovuyorum. Yarın sabah evini terk edip kısa sürede Dalk topraklarından çıkacaksın. Gidip gitmediğini kontrol etmek için iki adam takacağım peşine. Ailen ise burada kalabilir."
Aklı sıra Löfer'den intikam alıyordu böylelikle. Löfer hafif bir gülümseme ile kralın yüzüne baktı. "Seni seçtiğim güne pişmanım. Ben gidince seni bu tahtta bırakacaklar mı zannediyorsun? Eğer ki Triyanon askerleri kalkışma yaparsa bu sefer kellen dahi gidecek. Çok acizsin. Ama zaten gitmeyi planlıyordum ben. Yani bana bir kötülük yapmadın. Sen ise kısa süre sonra nerde ve nasıl olacaksın bunu bence bir düşün."
Kral, Löfer'in dediklerini çok iyi anlıyordu. Telaşlı hali yüzünden rahatlıkla fark ediliyordu. Löfer isterse emrindeki askerlere, kalkışma için emir verebilirdi. Soğuk terler dökmeye başlamıştı kral. Ağzından bilinçsizce şu sözler çıktı: "Defol! Huzurumu terk et çabuk. Sen ne cüretle bir kralı tehdit edebilirsin? Kimsin sen? Bana bir şey yapmaya senin gücün yetmez." Kral son cümlesine kendi dahi inanmamıştı. Çünkü Malyen'de askeri darbelerle devrilmiş sayısız krallık vardı. Ve biliyordu ki Löfer'de Triyanon askerleri arasında en sevilen komutandı. İstese binlerce askeri, krallığın önüne dakikalar içinde yığabilirdi.
"Benim adım Löfer Triyanon. Sen beni git Ursula Ekselon'a, Nauselom Hazor'a sor kukla kral. Onlar sana kim olduğumu söylerler. Yarın yola çıkacağım. Askerleri peşime takmana gerek yok. Hepsinin ailesi var. Peşimden gelip perişan olmasınlar. Ben bir söz verdiysem geri adım atmam. Sana da kolay gelsin. Bakalım ne kadar kalabileceksin üzerinde oturduğun tahtta."
Normalde Malyen'in herhangi bir ülkesinde, bir vatandaşın bu sözleri o ülkenin kralına karşı söylemesi ya idamını ya da uzun süreli hapis cezasını gerektirirdi. Ama Dalk sınırları içinde Löfer'e idam veya hapis cezası vermek kralın sonu olurdu ve kralda bunu çok iyi biliyordu. O yüzden Löfer'in son sözünden sonra gıkını dahi çıkaramadı. Zaten yeterince ileri gitmişti. Löfer'de öfkesini belli etmeden hızlıca odadan çıktı.
Sabah olunca Löfer, ilk iş olarak ailesi ile vedalaştı. Küçük oğluna uzunca sarıldı. "Sakın korkma! Triyanonlar korkmaz oğlum. Sadece şunu bil. Senin baban yanlış bir şey yapmadı. Senin baban dostunun davası uğruna krallarla savaştı. Bir gün seninde dostun olursa ona sahip çık. Birbirinizi daima koruyun." dedi. Sonra hem Fetra'ya hem de Esser'e hitaben şu cümleleri kurdu: "Bir daha ne zaman karşılaşırız bilemiyorum. Ama kralla konuştum. Sizin kılınıza bile zarar veremez. Benim için de endişe etmeyin. Başımın çaresine bakarım. Bu zor günler geçecek eminim. Zulmedenler teker teker hesap verecek. Umarım ben de o günleri görürüm. Sizleri ne çok sevdiğimi sakın unutmayın. Hoşça kalın..."
Fetra babasının gidişine çok üzülmüştü. Tıpkı seneler önce en değerli dostundan ayrılan Löfer'in hissettiklerini yaşıyordu şimdi. Kalbi parçalanmış vaziyetteydi. Daha yeterince büyümemişti oysaki. Nasıl kaldırabilirdi? Esser'in tepkisi ise Fetra'ya göre daha olguncaydı. Önceleri Löfer'in uzak yolculuklara çıktığı zamanları hatırladı kadın. Hepsinden de sağ salim dönmüştü. Neden bu sefer de dönmesin diye düşündü. Hem ona göre, mevcut Triyanon kralının hükmü çok uzun sürmeyecekti. Yeni kral geldiğinde Löfer tekrardan geri gelebilirdi. Bunun hayali bile yeterliydi Esser'e. O, hayat arkadaşına uzaktan el sallarken içinde yeşeren umutları kimse görmedi.
Löfer yola koyulduktan biraz sonra karşısına iki Triyanonlu asker çıktı. Askerlerden biri: "Efendim kralın emri üzere sınıra kadar size refakat edeceğiz. Böyle olmasını ordu içindeki kimse istemezdi. Siz bizim en kıymetli komutanımızdınız ve öyle de kalacaksınız." dedi. Löfer durumu anlayışla karşıladı. Yollarına üç kişi devam ettiler.
Bu sırada Löfer'in istifasını Otonas'a iletmesi için suikastçi gruptan birisi yola çıkmıştı. Fakat Mearyen ve diğer üç kişi Dalk'ta kaldı.
Zaman böyle akıp gitti. Löfer sınırı geçtikten sonra bir gün tek başına Büyük Orman'a gitmeye karar vermişti. Artık o, kumandan değil sıradan bir vatandaştı ve bu da ona kafasına göre istediği yerde bulunma hakkı tanıyordu. Yanına Sarkhrist'te bulduğu aleti de almıştı. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken bir şey dikkatini çekti. Bir adam elinde ki kazma ile yeri kazıyordu. Merakla yaklaşmak istedi. Böyle ıssız bir ormanda bu gibi hareketler dikkate değerdi. Biraz daha yaklaşınca adamın at arabasının kasasında cesetler gördü. İyice meraklanmaya başlamıştı. Adam ise onun yaklaştığını fark etmeden kazmaya devam ediyordu.
Löfer biraz daha yaklaşınca yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. Çünkü cesetlerin biri Mearyen'e aitti ve diğerleri de büyük ihtimalle onun adamlarıydı. Tıkırtıyı duyan adam bir anda kafasını kaldırıp Löfer'e baktı ve sakin bir tavırla: ''Sen miydin?'' dedi. Löfer şaşırmıştı. Bu adamı daha önce hiç görmemişti ve bu sözü tuhafına gitmişti. ''Beni nerden tanıyorsun?'' diye sordu Löfer. Adam: ''Tanıyorum işte bir yerden.'' dedi.
Löfer: ''Peki bu gömmeye çalıştığın adamların kim olduğunu biliyor musun sen?'' dedi. ''Evet çünkü onları ben öldürdüm ve tanımadığım insanları öldürmek tarzım değildir.'' diye karşılık verdi adam. ''Peki onları neden öldürdün?'' diye sordu bu sefer Löfer. Adam: ''Bırak soru sormayı da çukurdan çıkmama yardım et.'' dedi. Löfer her ne kadar tedirgin de olsa elini uzattı ve adamın çukurdan çıkmasına yardım etti.
Adam, cesetleri kasadan tek tek indirip taşımaya başlamıştı. Löfer meraklı gözlerle onu süzüyor ve tek kelime dahi etmiyordu. Adam cesetleri çukura atınca üzerine toprak atıp kapattı. Epey yorulmuştu. Biraz soluklandıktan sonra konuşmaya başladı. ''Bak şimdi sana şunu açıklayayım. Ben bu adamların kim olduklarını da senin evine gelip tehdit ettiklerini de biliyorum. Fakat o gece buna müdahale edemezdim. Doğru zamanı bekledim ve demin de gördüğün gibi gereğini yaptım."
Löfer bu içten ve samimi görünüşlü adam karşısında sakinleşmişti. ''Peki sen kimsin?'' diye sordu.
''Bana her şeyi sor, bunu sorma. Ama illaki bir isimle seslenmek istiyorsan ormanda Gölge diye adlandırılırım.'' dedi adam. Löfer bu gizemli adam karşısında ne diyeceğini bilemiyordu. Ama bir yandan da düşmanlarını öldürdüğü için ona karşı kendini borçlu hissetmişti. ''Sen sıcak kanlı, iyi birisine benziyorsun. Sana bir hediye vermek istiyorum. Al bunu. Geniş Düzlükte bir mağarada buldum. Ne işe yaradığını bilmiyorum ama belki senin işine yarar.'' diyip elindeki bez parçasına sarılı aleti adama uzattı. Adam teşekkür edip kabul etti.
''Ben artık gitmeliyim. Sen de daha fazla kalma. Akşam saatlerinde buralar tekin değildir.'' dedi Gölge. Ve ormanın içlerine doğru yol aldı.
Löfer durdu ve düşüncelere daldı. Kafasında bu adamın kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Birkaç dakika sonra kendi kendine konuşmaya başladı: ''Ben bu simayı zihnimde hatırlıyorum sanki. Ama nasıl olur? Gerçekten de o olabilir mi?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasyON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...