Boselyon kralı, zırhlı bir gemiyle Quatra'dan tahliye edilmiş ve ordusunun büyük bölümü de onunla beraber gitmişti. Geriye sadece üç yüz civarında asker kalmıştı. Bu askerlere Horus komutanlık ediyordu. Angalos'taki sivil halkın zarar görmemesi için elinden gelen her şeyi yapma inisiyatifi verilmişti bu birliğe. Ayrıca Angalos'ta, yurak ve Ekselonların karşı karşıya geldiklerinden de haberdardılar. Horus, Quatra'nın batısına gönderdiği ajanı sayesinde diğer hanedanlarla ilgili gelişmeleri öğreniyordu. Bu gelişmeler arasında, Rauros ve Ursula'nın bu topraklar üzerinde yaptıkları pazarlıklarda vardı.
''Birini görevlendireceğim.'' dedi Horus. ''Yanına birkaç kişiyi alıp güneyden sivillerin tahliyesini sağlayacak. Güney bölgesi askeri açıdan zayıf çünkü Hazor askerlerinin büyük kısmı Angalos'ta. Yollayacağım kişinin yanına beş tahliye gemisi vereceğim. Ne kadar masumu kurtarabilirsek o kadar iyi. Kral Dorker bu konu hakkında çok hassas. Kimseyi kurtaramadan Corkis'e geri dönemeyiz. En azından benim yüzüm olmaz vatana geri dönmeye. Siz ne yaparsınız bilemem. Şimdi... Ya birisi ileri çıksın ya da aranızdan birini ben seçeceğim."
Askerler böylesine zor bir görev için tedirgindiler. Bazıları aklından: "Keşke birisi çıksa da bize kalmasa bu iş." diye geçiriyordu. Diğerleri ise Horus'un dikkatini çekeceğini dahi düşünemeden geriye doğru adım atıyordu. Horus sorusuna cevap alamayınca sözlerini tekrarladı: "Dediğimi duymadınız galiba asker! Derhal birisi öne çıksın!" Horus sinirlendikçe askerler de geriliyor ve korkmaya başlıyordu. Son ikazı üzerine arka taraflardan askerlerin saflarını yararak ön tarafa doğru gelen biri dikkat çekti. "Komutan Horus. Ben yaparım!" dedi. Bu kişi Quatra'da cereyan edecek olan büyük savaş için Boselyon ordusuna geçici olarak katılmış Gölge'den başkası değildi. Aslında Horus'un ilk sözünü bitirmesi üzerine görevi üstlenmeyi düşünmüştü ama kararını sabit kılmak biraz geç oldu.
Gölge, en son Büyük Orman'da Löfer ile karşılaştıktan bir hafta sonra Quatra'daki saldırı hazırlıklarını öğrenmişti. İlk önce savaşa kimlerin katılacağını bilmediği için doğu hanedanlarını kapı kapı dolaştı. Triyanon ve Andoritlerin savaşa katılamayacağını öğrenince bu sefer atını, doğunun geriye kalan son medeniyeti yani Corkis'e doğru sürdü. Haftalarca süren yolculuk ardından hedefine ulaştı. Dorker Boselyon ile görüşecekti ama muhafızlardan biri ona şu cevabı verdi: "Kral Dorker burada yok. Ordusuyla birlikte sefere gitti. Makamında ise vekilharç var şuan. Onunla görüşmek isterseniz de izin kağıdı almalısınız."
Gölge'nin fazla zamanı kalmamıştı. "Hayır vekilharç ile görüşmeyeceğim teşekkür ederim. Siz bana ordunun nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?" Muhafız: "Bilemiyorum. Belki de Sadiser Denizi üzerindedirler veya daha geçmemişlerdir. Sen neden soruyorsun bunları?" Gölge cevap verdi: "Orduya katılmak istiyorum." Bu cevap askerin tuhafına gitti. Birçok Boselyonlu dahi savaşa zorla gitmişti oysaki bu adam kimsenin zorlaması olmadan kendi isteği ile belanın tamda kalbine gitmek istiyordu. "İsteğin bana garip geldi. Büyük ihtimalle soylu birisindir. Ne diyeyim. Sana iyi yolculuklar o zaman."
Sohbetten sonra Gölge, atına binip tekrardan yollara koyuldu. Ve sonunda Boselyon ordusuna, güneydeki Güven Toprakları'nda yetişmeyi başardı. Quatra'nın Etena şehrinde askerler ile omuz omuza çarpışmıştı. Bazıları onun bu gönüllü askerliğine anlam verememişti. Ama Gölge'nin bir amacı vardı. Uğruna savaşılması gereken bir amaç! Şimdi ise Horus'un verdiği insani görevi almak için cesaretle öne atılmıştı. Sözüne heyecanlı bir ses tonuyla başladı.
''Ben giderim komutan Horus. Canım pahasına sivillerin hayatını gözeteceğime yemin ederim.'' dedi. Horus, orduya geçici amaçlı katılan bu adama nedenini bilmediği bir şekilde güveniyordu. Sözleri ve duruşu samimi, görünüşü ise korkusuzdu. ''Pekala yanına birkaç kişiyi al ve bu işi sorunsuz şekilde hallet.'' dedi Horus.
Gölge yanına en güvendiği askerleri seçmeliydi. Çünkü aldığı görev oldukça riskliydi. Ama o, Boselyonlu askerleri tanıyalı sadece bir buçuk ay kadar bir zaman olmuştu. Yolculuk esnasında da fazla konuşmazdı zaten. Yalnızca bir kişi vardı içinde güven tohumları yeşerten. Bu kişi genç Pavudyo'ydu. Ona dönüp: "Pavudyo! Ben Boselyonluları fazla tanımıyorum. O yüzden seçimi ben yapmayacağım. Sana güveniyorum. Sende güvendiklerini seç ve gidelim."
Genç Pavudyo oldukça gururluydu. Böylesine önemli bir görev de asker seçimini o yapacaktı. Daha önce hiç bu kadar kritik bir karar vermemişti. İnce eleyip sık dokumak gerekirdi. Hem belki bu yolculukta başarılı olursa Horus'un gözüne girip ileride generalliğe yükselebilirdi.
Bu sırada Angalos'ta, Rauros ve Ursula'nın pazarlığı devam ediyordu. Kurulan büyük bir çadırda günlerdir Quatra'nın geleceği hakkında münakaşa yapılıyordu. Yedi bin civarında sivil ise korku ve açlık içinde perişan olmuştu. Quatra'nın başında bir kralın olmayışı ülkeyi her açıdan zafiyete uğratıyordu. En önemlisi ise şüphesiz ki güvenlikti. Hazor halkının can ve mal güvenliği kalmamıştı. Gece yarılarında bazı Ekselon askerleri ve yuraklar, hanelere baskın yaparak halkın elinde avucunda ne varsa vurup alıyordu. Krallar ise bu durumdan bihaberdi. Onlar için çok daha önemli konular vardı çünkü. Yapacakları anlaşma ile Quatra'daki menfaatlerini paylaşacaklardı.
Ursula, Nauselom ve Nauselom'un karısıyla beraber Quatra'nın batısındaki dört şehri Rauros'a teklif ediyor ama Rauros geri kalan toprakların hakimiyeti konusunda Ursula ile fikir ayrılığına düşüyordu. Sonunda beş gün süren tartışmalar bitmiş ve bir karar alınmıştı. Buna göre yuraklara Tokhora da dahil olmak üzere Quatra'nın batısından dört şehir bırakılacak ve onlara Yüksek Konsey'de söz hakkı verilecekti. Yani Rauros istediğini fazlasıyla almıştı. Ekselonlar ise Nauselom ve karısını esir olarak alacak, birde başkent Angalos'a sahip olacaklardı. Geriye kalan on yedi şehir ise bağımsız olarak yönetilecekti.
Bu vakitlerde Gölge, güneyden sivillerin geçiş yapabileceği bir koridor açmakla meşguldü. Zaten güçsüz olan güney bölgesi bastırılmış, Angalos dağlarının eteklerinde Gölge'nin birliği beklemeye koyulmuştu. Bu beklemenin sebebi ise yurakların sivil kaçışını önlemek için dağlara yerleştirdiği bir trol ve yanında yirmi kadar askerdi. Şanslı olan Hazorlular bir yolunu bulup bu ölüm birliğini aşarak doğuya kaçmayı başarabiliyordu. Geri kalan ise ya yuraklar tarafından ya da trolün ağır darbeleri ile can veriyordu.
Gece çökünce Gölge ve Pavudyo baskın yapma kararı aldı. Pavudyo tam da Gölge'nin istediği bir askerdi. Akıllı ve ideolojilerine bağlı biriydi. Gölge onu seçtiği için bir an dahi pişmanlık duymamıştı. Birlikte taktik ve strateji alışverişinde bulunduktan sonra saldırıya başladılar. Etkili hamleler ile yurak askerlerinin hepsi öldürülmüş ama trol deli dana gibi etrafa saldırıyor, kollarındaki zincirler ile Boselyon askerlerine ağır darbeler indiriyordu. Bu sırada Gölge eline aldığı büyük bir mızrakla savaş alanının en derinlerine daldı ve trolü gözlemeye koyuldu. Trolün, çevresindeki askerleri dağıttığı bir sırada hedefe kilitlenen Gölge mızrağı süratli bir şekilde fırlattı. Mızrak trolün tam boğazının altına saplandı ve birkaç saniye içinde o et yığını sert bir şekilde yere yığıldı. Artık ordu hemen yola koyulup sivillere ulaşmalıydı.
Gölge ve ordusunun dağı aştıktan sonra girdikleri ilk köyde bir çiftçi Gölge'ye tanıdık geldi. Bu adamı tanıyordu. Hemen yanına gitti ve adama tanışıklık verdi. Muhabbet devam ederken Gölge sordu: ''Peki kardeşim nerede şimdi biliyor musun? Kuşatma içinde sıkışıp kaldı mı yoksa?"
Adam sakindi: ''Hayır kardeşin Koras, kuşatmadan beş ay önce Quatra'yı terk etmişti.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasíaON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...