7.KISIM,7.BÖLÜM-BİLİNMEZE YÜRÜYÜŞ

123 65 0
                                    

Aktesil ve Toras, Saadvakas'ı uyandırmadan gecenin içinde uçup gittiler. Saadvakas sabah olunca hızlıca uykusundan doğruldu. Gece rüyasında, koca koca kayaların gökyüzünden Malyen'in üzerine düştüğünü ve her yeri dümdüz ettiğini gördü. Amathus da yok olan yerlerden biriydi. Geride bıraktığı öğrencisi de kayaların altında ezilmişti. Bu kabus onu epey terletmişti. Derin uykusunun mahmurluğu hala üzerindeydi. Kafasını hızlıca iki tarafa salladı. Üşümüştü aynı zamanda lisancı. Gözlerini zor açıyordu. İçinden: ''Şimdi keşke sıcacık bir şöminenin önünde olsak. Önümüzde de ateşte kızarmış dana etleri olsa.'' diye geçirdi. Sonra çevresini kolaçan etti. ''Efendi Toras! Neredesiniz?'' diye bağırdı. Etraftan ses gelmemişti. Aniden ruhu çekilmiş gibi hissetti. ''Efendi...'' dedi ve nefesi kesildi. İçi daralıyordu. Bacaklarındaki yatış pozisyonundan kaynaklanan ağır karıncalanmalar da bu kötü halinde ona eşlik ediyordu. Zorlukla derin derin nefes almaya çalıştı. Yanı başında, yastığının altındaki kağıdı fark etti sonra. Yavaşça elini uzatıp parmaklarıyla araladı kağıdı. Yazı, ince kömür taşıyla yazılmıştı. Yazının sahibi ise elbette Toras'tı. Arkadaşına veda edemeyişinin hüznüyle şu satırları dökme gereksiniminde bulmuştu kendini:

''Değerli arkadaşım, kıymetli yoldaşım Saadvakas. Üzülerek bunun bir son olduğunu sana söylemek istiyorum. Belki içinden kızıyorsundur bana. Neden beni o kadar yoldan getirip de şimdi yarı yolda bıraktı Toras diyeceksin belki de. Ben de çok uzun yollardan geldim. Her yolculuğumda farklı şeyler öğrendim. Bu sefer ki bana fedakarlığı öğretti Saadvakas. Kendi mutluluğum için başkalarının hayatını yakmamam gerektiğini anladım. Aynı zamanda benim yüzümden kaybettiğin kıymetli vaktin için de çok üzgünüm. Umarım beni anlar ve affedebilirsin. Biz, Aktesil ile uzak diyarlara gidiyoruz. Çok uzak diyarlara... Senin benim için daha fazlasını kaybetmeni istemiyorum. Her şey için teşekkür ederim. Kendine iyi bak. Dostun Toras...''

Saadvakas olduğu yere hızlıca düştü. Kağıdı elinden attığı gibi rüzgar havada kaptı sözcükleri ve uçurup başka yerlere getirdi. Lisancı yalnız hissetti kendini. Düşünceleri bir an elindeki kağıt misali savruldu. Duyguları karmakarışıktı. Susup kaldı sadece.

Toras ejderhanın sırtındaydı, böylece daha hızlı hareket ediyorlardı. Güçlü kolları ile Aktesil'in sırtında bulunan üçgen şeklindeki kalın deriye sıkıca tutunmuştu. Yerden yaklaşık dört yüz metre yükseklikte uçtukları ve hızları zaman zaman beş yüz kilometreye kadar ulaştığı için hava akımı Toras'ı bir hayli zorluyordu. Triyanonlu bunu tahmin ettiğinden dolayı ejderhanın sırtına binmeden önce ağzını sıkıca sarıp sarmalamıştı.

Aktesil: ''Nasıl gidiyor yolculuğun insanoğlu? Bir ejderhanın sırtında gitmek kolay mıymış?'' diye sordu. Toras'ın gökyüzünde adeta kulakları tıkanmıştı. Onca aldığı tedbire karşı havanın temasındaki olumsuz yan etkileri engellemek çok zordu. Çağlar boyunca zaten bu derece büyük bir ejderhanın üzerinde yolculuk yapabilen insan sayısı bilindiği kadarıyla yedi veya sekiz kişi kadardır. Elbette onlardan biri de Toras'ın en büyük dedesi Esil Triyanon'dur. Esil, Anberyon'un sırtında uçmanın ne denli zor olduğunu bizzat kendi dilinden anlatmıştır. Kitaplarda ona ait yazılmış şu cümleler çok dikkat çekicidir: ''Anberyon'un rengi en dip kuyuların içindeki karartıdan dahi siyahtı. Onun üzerine binerken ilk başta çok zorlandım. Gövdesi kocamandı. Anberyon'un üzerine çıkmak bir dağın tepesine tırmanmaktan farksızdı. Başarısız denemelerimi fark etmiş olmalı ki bana doğru kanadını yatay şekilde uzattı. Ben de kanadın üzerinde bulunan kemiklere tutunarak bir on beş dakika sonra üzerine çıkmayı başardım. Kendimi gecenin simsiyah yüzeyinde oturuyor gibi hissettim. Ayaklarım yerden daha önce hiç olmadığı kadar yüksekte kesilmişti. Vücudum terlemeye başladı aniden. Ne yapacağımı bilemez halde ellerimle Anberyon'un üzerine yapışmıştım. Devasa ejderha vücudunu yavaşça sallayarak adeta beni uyardı. Bir anda kendime gelip: ''Aa evet doğru tutunmalıyım, böyle olmaz.'' dedim. Ve ellerimle kavrayabileceğim en yakın yere yani onun yelelerine sıkıca sarıldım. Anberyon benim tutuşumu fark etmiş olacak ki aniden yerde yürümeye ve görkemli kanatlarını açmaya koyuldu. Yeterli hıza ulaşınca ise havada süzülmeye başladı. Ben bu kadar yükseğe çıkacağını hiç düşünemezdim. O kadar yükselmişti ki gökyüzünden baktığımda yerdeki hiçbir yapı görünmüyordu. Hızı gittikçe arttı. Havanın soğukluğundan beni, Anberyon'un tüyleri koruyordu. Yoksa bir insanın bu soğuğa dayanması çok zor.''

Toras da benzer durumdaydı şimdi. Avazı çıktığınca bağırarak: ''Müthiş bir duygu Aktesil ama bir o kadarda zor. Az daha yavaş gidebilsen belki her şey daha kolay olabilir.'' dedi. Yeşil ejderha aniden frenledi. Toras eğer sıkı tutunmasaydı aşağı düşerek paramparça olacaktı. Bu sohbetten sonra Aktesil daha yavaş gitmeye başladı. Böylece Toras için yolculuk daha huzurlu hale gelmişti.

On kilometre kadar gittiklerinde amaçlarına ulaştıklarını fark ettiler. Toras gördükleri karşısında büyülenmişti. Kara delik, devasa büyüklüğü ile yer ve gök arasını kaplamıştı. Burası artık Malyen'deki son topraktı ve bir adım ötesi bambaşka dünyalara kapı açıyordu.

Birlikte zifiri karanlığın içine daldılar. Delikten geçince havadaki değişim hemen hissedilmişti. Ölü Topraklar'ın cılız bitki örtüsü burada yerini yemyeşil alanlara bırakmıştı. Güzel bir serinlik esiyordu. Bunaltıcı hava gitmişti. Toras, Aktesil'in sırtından indi ve yolculuğa yaya olarak devam etmeye başladı. Sonra bir an durdu. Aklına Aktesil ile önceki konuşmaları gelmişti. Zaman akıyordu, hem de öylesine hızlı ki telafisi olmayacak derecede süratli. ''Hadi acele edelim Aktesil. Halamı erkenden bulup kara delikten çıkmalıyım.'' dedi Toras. İkili hemen etrafı kolaçan etmeye başladı. Farklı yönlere gidip en kısa sürede daha fazla umut olasılığı yakalamak için uğraşıyorlardı.

Üç saat etrafta dolandıktan sonra Aktesil'den sesler işitildi. Toras'ı çağırıyordu ve sesi heyecan içindeydi. Bir şeyler bulmuş olabilir miydi acaba? Toras süratle koşmaya başladı. Yol üzerindeki yapraklar suratına çarpsa da onun hızını kesmeye muvaffak olamıyorlardı. Nefes nefese Aktesil'in yanına vardığında şaşkınlığını gizleyemedi. Ağzı açık şekilde etrafta koşuşan yüzlerce çocuğu izlemeye başladı. Aktesil: ''İşte bunlar benim çocuklarım. Sonunda onları buldum.'' dedi. Ejderha çok mutluydu. Gülerken o büyük dişleri dahi sayılabiliyordu.

Toras derin bir iç çekti. Keşke bende aradığımı bulabilseydim, dedi. Onun bu kederli halini gören çocukların reisi, usulca yanaşıp küçük elini Toras'a uzattı. Toras önce durumu anlamadı ama birkaç saniye sonra o da elini uzattı. Çocuk Toras'ın elini tutunca yürümeye başladı. Onu bir yere getiriyordu. Devasa eğrelti otlarının içinden geçtiler. Sonunda karşılarına bir mezar çıktı. Toras mezar taşını dikkatlice süzdü. Üzerinde 'Tepya-1208' yazıyordu. Öldüğü tarih olmalıydı muhtemelen. Ve yine muhtemel ki Malyen'de ölmüştü. Tarihin biliniyor olması bunun göstergesiydi. Birileri tarafından bu topraklara getirilmişti naaşı.

Toras sertçe dizlerinin üzerine çöktü. Gözyaşlarını tutamıyordu.

''Peki ismini nasıl öğrendiniz?'' diye sordu çocuğa. Arkadan gelen Aktesil seslendi: ''Onlar konuşamazlar insanoğlu.'' Toras her şeyi feda ederek çıktığı yolculuğunda kardeşi Moras'tan sonra şimdi de halasını kaybettiğini öğrenmişti.

On dakika kadar oturduktan sonra ayağa kalkıp kara delik istikametinde yürümeye başladı. Deliğin önüne geldiğinde ardından gelenleri fark etti. Dönüp: ''Hoşça kalın güzel çocuklar. Ve sen efsanevi ejderha Aktesil. Kendine iyi bak.'' dedi. Aktesil son kez cevap verdi: ''Sen de Toras. Umarım kardeşlerinden geri kalanları bulabilirsin.''

Toras, vedalaştıktan sonra kara delikten içeri girdi. Artık yine Malyen'deydi. Ama değişen bir şey vardı. Takvimler 1232 yılını göstermiyordu. Bu yolculuk ona 14 yıla mal olmuştu. O yürümeye devam etti. Kararını vermişti. Ne pahasına olursa olsun Darkos'a gidecekti.  

ON HANEDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin