2.KISIM,3.BÖLÜM-SARKHRİST

234 153 4
                                    

                Malyen'de ki tüm insan komutanların bildiği gibi, Löfer'de Ursula'nın ordusunun Quatra'ya hareket ettiğini öğrenmişti. Yüksek Konseyin toplanmasına beş gün kalmıştı. Ve ordu daha fazla ilerlemeden Löfer bunu durdurmalıydı. Çünkü o bir söz vermişti ve eğer Ekselon ordusu Quatra'ya girerse biliyordu ki taş üstünde taş bırakmayacaklar ve Nauselom'un da ya yakalanıp başı vurulacak ya da kaçıp bir daha bulması zor bir deliğe girip gözden kaybolacaktı. Bu sebepten ordusunu Tores Dağları'nda bırakıp yanına sadece Egjol ve Royve'yi alarak Otonas'ın yolunu tuttu.

Egjol, Dalk'ın Milenya şehrinde 1206 yılında doğmuştu. Löfer'den bir yaş küçüktü. Ailesi eskilerden beri Dalk'ta yaşamış saf kan Triyanonlardandı. Küçüklüğünden beri vatan sevgisi ve Dalk'ın özgürlüğü ile ilgili hikayeleri dinleyerek büyümüştü. Boyu 175 santimetre, kilosu 80 kilogramdı. Kahverengi kıvırcık saçları ve yine onunla aynı tonda kaşlara sahipti. Yüzü yuvarlaktı. Löfer'in Quatra'ya saldıracağını sokakta gördüğü parşömen sayesinde öğrenmişti. Ailesi yaşıyordu. Akşam eve gittiğinde bunu ailesine nasıl anlatacağını düşündü. Annesi çok evhamlı biriydi. Üç kişi birlikte yemeğe oturdular. Egjol'ün içinde bir sıkıntı olduğunu babası hemen anladı. ''Egjol neyin var senin?'' diye sordu. Egjol ilk başta: ''Bir şeyim yok.'' deyip geçiştirdi. Annesi söze girdi bu sefer: ''Yalan söyleme Egjol. Ben seni çok iyi tanıyorum. Bir şeyin olmasa masada en sevdiğin yemek var iken böyle suratın asık olmazdı. Hadi dökül bakalım.'' Egjol bunu daha fazla saklayamazdı. ''Çay evinde otururken yerde bir ilan gördüm. Hani benim size sürekli bahsettiğim bir komutan vardı. Adı Löfer hatırladınız mı? İşte o, Quatra'ya gitmek için gönüllü askerler arıyor. Bende katılmak istiyorum. Şuan oranın kralı Nauselom'un bizlere verdiği zararı tüm Triyanonlular kadar sizde biliyorsunuz. Ayrıca Gri Liman'dan güneyine hiç inmedim ömrüm boyunca. Farklı yerler görmem için iyi bir yolculuk olacak.'' Annesi çıldırmıştı.

''Ne saçmalıyorsun Egjol! Senin için savaş, gezmek tozmak gibi bir şey mi yani? Senin deden de büyük büyük deden de savaşta öldü. Savaş ölüm demektir, ölüm! Bence önce savaşın ne olduğunu öğren ondan sonra gelip bize savaş naraları at.''

Egjol kızmıştı. ''Ben çocuk değilim anne. Savaşın ne olduğunu biliyorum. Ama benim ülkem, fersahlarca uzakta savaşırken ben bu halimle Milenya'da oturup kalamam. Sizler beni küçüklüğümden beri vatan sevgisiyle büyüttünüz. Şimdi bu sevginin gereklerini yapma vakti geldi. Kusura bakma lütfen, bu sefer senin sözünü dinlemeyeceğim anne. Ben Löfer'e güveniyorum ve onunla birlikte gideceğim.'' Egjol'ün babası daha önceden Löfer'i görmüştü. Ne denli cesur olduğunu o da biliyordu. Bu yüzden Egjol'e destek verdi. Egjol'ün annesini de saatler süren konuşmalar ardından ikna etmeyi başardılar.

Royve ise Harpat'ın güneyinde küçük bir köyde büyümüştü. 1203 doğumluydu yani Löfer'den iki yaş büyüktü. Boyu 187 santimetre, kilosu 84 kilogramdı. Uzun sarı saçları vardı. Senelerdir onları kesmemiş özenle büyütmüştü. Gözleri yosun yeşiliydi. Elmacık kemikleri belirgin ve yüzü Egjol'ün kine göre daha uzundu. Annesiyle birlikte yalnız yaşıyordu. Babası onları terk edeli üç sene olmuştu. Ama son zamanlarında akşama doğru eve uğruyor, geceleri orada uyuyordu. Royve'nin babası tam bir psikopattı. Akşamları yüzü gözü kan içinde gelirdi eve. Karısının ilk başlarda merak edip sorduğu: ''Ne oldu sana böyle?'' sorusu ilerleyen zamanlarda tek bir cevaba haiz olur hale gelmişti: ''Kavga ettim.''

Royve'nin babası, akşamları sıklıkla köyün küçük çay evinde takılırdı. Orada bulunanlardan biri veya daha fazlasıyla neredeyse her gün tartışır ve çıkışta karşılıklı iki üç tokat birbirlerine atmadan dağılmazlardı. Yine o günlerden birinde adamlardan fena halde dayak yemişti. Eve geldiğinde ayakta duracak hali dahi kalmamıştı. Kocasının sürekli kavga etmesine alışkın kadın, bu sefer ki halin ciddiyetini anlayınca: ''Royve oğlum çabuk gel, baban çok kötü halde.'' diye bağırdı. Royve koştu ve annesi ile birlikte babasını yatağına kadar taşıdılar. Sabah olduğunda babası çıldırmış gibi davranıyordu. Royve'nin: ''Sen ne biçim bir babasın? Yeter artık bıktık senden. Sen bizleri koruman gerekli iken her akşam biz seni yerlerden topluyoruz.'' diye haykırmasına babası çok sert tepki verdi. Royve'nin suratına sert bir tokat attı ve evden çıkıp gitti. Ondan sonra da asla geri dönmedi. İşte Royve böyle bir aile de büyüdü. Yalnızca annesi vardı yanında. Ve ona bir gün gelip Löfer'in ordusuna katılacağını anlattı. Annesi ilk önce yalnız kalacağından şikayet etti ama Royve onu ikna etmeyi başardı.

Löfer'in dağıttığı parşömenlerde şu önemli ibarelerde vardı: ''Geride dul annesini veya küçük kardeşlerini bırakacak askerlerin ailelerine savaş boyunca ücretsiz bakılacaktır.'' Royve'de bu cümleye nispeten annesini Gekpol'e getirdi ve oradaki yetkililere teslim etti. Vedalaşırken gözünden tek bir damla aktı sadece ve oradan uzaklaşıp gitti.

Löfer'in kendisine biat edecek askerleri topladığı vakit, Egjol ve Royve en ön saflardaydı. Onunla omuz omuza yürümeye hazır bu iki delikanlı, amaçlarının haklı gururu ile başları dik bir şekilde: ''Seninleyiz komutan Löfer!'' diye haykırmışlardı.

Şimdi ise bu üç arkadaşın ayaklarında Geniş Düzlük uzunca seriliyordu. Derler ki Geniş Düzlük o kadar büyükmüş ki yerde yürür vaziyette yüzlerce ejderha sığabilirmiş. Yürüdüler ve yürüdüler... Gündüz gece dinlemeden, uykusuzluk içinde yürüdüler.

2 Mart 1226 gününün sabahında, Geniş Düzlük'ün batısında ilerlerken önden giden Royve gördükleri karşısında şaşkına dönmüş ve arkadaşlarına seslenmişti. ''Gelin! Hemen buraya gelin! Galiba eski bir yerleşim yeri buldum. Ve bunu görmeniz gerek." Egjol bir yandan hızlı adımlarla oraya gitmeye çalışıyor bir yandan da kendi kendine: ''Neden bu kadar bağırıyor ki? En fazla ne görmüş olabilir? Yurak ise ben çocukken yeterince gördüm.'' diyerek söyleniyordu.

Tümseğin yamacını geçince Löfer ve Egjol afalladı. Gördükleri nasıl gerçek olabilirdi. Toprağın üzerinde kablo ve metalden yapılmış, avuç içleri gökyüzüne döndürülmüş kocaman iki kol vardı. Ve çevresinde daha önce hiç görmedikleri alet edevatlar. ''Burası da ne böyle?" dedi Löfer. ''Bakın orda bir kulübe var. Belki burasının ne olduğunu bilen birileri vardır.'' dedi Royve. Merak içinde gidip kulübenin kapısını çaldılar.

Kapıyı yaşlı bir adam açtı. ''Siz de kimsiniz?'' diye sordu. Löfer kim olduklarını ve yaşlı adamın kapısını neden çaldıklarını anlattı. Yaşlı adam şöyle dedi: ''Demek buranın neresi olduğunu bilmiyorsunuz. Bu topraklara Sarkhrist denir. Gelmiş geçmiş en zeki insanların yani Hulyonların yaşadığı yerdir burası. Birçok icat yaptıkları söylenir ama bu icatların hiçbiri şuanda Malyen'de yaşayanlar tarafından kullanılmıyor. Çünkü Hulyonların hepsi öldü. Malyen takviminden de önce Geniş Düzlük'te yaşanan büyük bir felakette hepsi yok olmuş. Ve yok olmadan önce burada gördüğünüz o büyük kolları inşa etmişler. Söylentilere göre o zamanlar Sarkhrist'e çok az yağmur yağarmış. Ve Hulyonlar da her gece dışarı çıkıp bir umutla ellerini havaya kaldırırlarmış. İşte o avuç içleri aslında bir umudun sembolüdür. Zincir ise yağmura duyulan mahkumiyeti anlatır.''

Yoldaşlar bu hikayeyi şaşkınlıkla dinledi. Löfer içinden sessizce söylendi: ''Moras'ın okuduğu kitaplarda bunlar yazmıyordu. Meğer bilmediğim ne çok şey varmış. Ah Moras. Sende hep öyle söylemez miydin bana. Bilmediğimiz çok şey var.''

ON HANEDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin