1.KISIM,4.BÖLÜM-GERÇEKLER KONUŞULUYOR

474 241 23
                                    

İki küçük çocuk, koca adamın cesedini sürüklediler birkaç saat. Sonra onu gömemeyeceklerini anladılar ve bir kayalıktan aşağı bıraktılar. Hasem adeta havada süzülerek yere çakıldı. Ceset havada hızla düşerken gözlerini bir an dahi kırpmadı Moras. Aklına amcasıyla geçirdiği beş sene geldi. Ve elbette ki hayal kırıklıkları... Göz bebekleri büyüdü. Löfer, elini Moras'ın omzuna attı. Ancak o zaman uyanabildi derin uykusundan Moras.

''Hadi Moras gitmeliyiz artık. Biraz daha burada kalırsak warglar kanın kokusunu alıp etrafa doluşacak. Akşam olmadan sığınacak bir yer bulmalıyız.'' dedi Löfer. Moras Löfer'e dönüp: ''Peki gidelim.'' diye karşılık verdi. Bu işten sonra tekrar Harpat'a yolculuk devam etti. Yürürken Moras ayaklarını yere sürüyordu. Hava güzeldi. Kırların üzerinde serince esen yel ikisinin de yanaklarını ısırıyordu. Moras'ın soğuk kanlı tavırlarına Löfer artık sabredememişti. İçini kurt gibi kemiren sorularını Moras'a dökmeliydi.

''Anlamıyorum.'' dedi Löfer aniden çıkışarak. ''Bak bunları sana söylemeliyim Moras. Beni yanlış anlama lütfen. Ama seni merhametli biri olarak tanımıştım ben. Bu ölen senin öz amcan değil miydi? Yani bana öyle anlatmıştın en azından. Ama öldüğü zaman üzülmedin bile. Beni yanlış anlamazsın umarım. Sadece merak ettim.''

Moras'ın acı çektiği her halinden belliydi. Bir iki saniye cevap vermedi. Sonra boğazını temizleyip konuşmaya başladı: ''Evet o benim öz amcamdı. Bana beş sene boyunca baktı. Peki neden biliyor musun? Babamın çok sevdiği Boselyonlu bir arkadaşı vardı. Amcam beni, babam öldüğünde yüzüstü bırakacaktı aslında. Bu değerli insan, kendinin herhangi birine bakacak gücü olmadığından dolayı amcama beni bakması için para teklif etti. Ben daha ufacık bir çocuktum ve amcam beni menfaati için yanına almıştı düşünebiliyor musun? Her ay başında Kuşgezer Hanı'nda o adamla buluşur ve parasını alırdı. Ama beni, adamla buluşacağı zamanlarda hana getirmezdi. Yengemde beni hiç sevmezdi zaten. Çocuklarından beni her daim ayırırdı. Oysaki ben kuzenlerimi çok severdim. Yengem öleli iki üç sene olmuştur herhalde. Çocukları onun vefatından sonra amcamın yanında kalmak istemediler. Hepsi farklı yerlere gitti. Sadece ben kaldım amcamla. Çünkü ben küçük bir çocuktum, tek başıma başka bir yere gidemezdim. Zamanla alışmaya çalıştım. Belki bir gün amcam beni gerçekten sever zannettim. Ama boşuna bir umuttu bu sadece. Ve ayrıca bana hiç güvenmedi. Ben büyüyünce Otonas'taki tahta oturacağım dediğimde sürekli benle dalga geçerdi. Bizler göç etmek mecburiyetinde kalınca da artık Boselyonludan para alamayacağı için bana kötü davranmaya başlamıştı. Anlayacağın üzülmüyormuş gibi görünmemin sebebi bu Löfer.'' dedi Moras. Sonra tekrar yere baktı bir kaç saniye. Ve devam etti:

''Benim içimdekileri tarif etmem zor aslında. Amcama karşı farklı duygularım vardı. Ama bu duygulardan hiçbiri sevgi değildi eminim. Şimdi ise sadece şunu merak ediyorum. Benim bakımımı üstlenen o Boselyonlu amcayla tanışabilecek miyim? Umarım bir gün tanışırım.''

O, on iki yaşında olmasına rağmen babası gibi çok akıllıydı. Moras her şeyi izler, takip eder ve aklında muhakeme yapardı. Gördüğü kişiyi bir daha unutmazdı. Tıpkı beş yaşında Ursula Ekselon'u bir defa görüp unutmaması gibi. Duygularını zirvede yaşardı Moras. Sevgisini zirvede, öfkesini de zirvede. Ama amcasını hangi tarafa koyacağını bilmiyordu.

Löfer durumu anlamıştı. "Peki ailenden geri kalanlar var mı?" dedi. Moras hüzünlendi. ''Annem, babamın ölümü üzerine beni terk etti ve de tüm çocuklarını elbette. İki kardeşim var. Biri kız diğeri ise erkek. Adları Toras ve Nenya. İkisi de benden büyükler. Ben en küçük çocuğum. Amcam bir kardeşim daha olduğundan bahsederdi. Adı Koras imiş. Ona dair fazla bir bilgim yok maalesef. Nerede olduğunu veya yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum. Aslında Toras ve Nenya'nın da yaşayıp yaşamadığından emin değilim. Çünkü onları görmeyeli çok uzun zaman oldu. Babamın adı ise Aryon Triyanon'du. Ve o...'' derken sözünü kesti Löfer. "Bak Moras geldik işte. Harpat'ın kale muhafızları bunlar!"

Moras sözünün kesilmesine sevinmişti. Babası ile ilgili hikayeyi anlatmak istemiyordu zaten. Bu hikayeyi sadece amcası ve onun bildiğini düşünüyordu. Amcası Hasem'de öldüğüne göre bu hikaye biraz daha gizli tutulmalı diye düşündü.

İki arkadaş Harpat Sur Kapısı'nın önüne kadar geldiler. Bir anda durdu Löfer. ''Şey Moras. Buraya heyecanla geldik ama bizi içeri almazlar ki. Galiba boşuna ümitlendik. Zaten baksana kapıda da muhafızlar var. İstersen başka bir yere gidelim. Harpat'ın güneyinde ki halkın cana yakın olduğunu biliyorum. Babamın orada çok arkadaşı vardı. Belki bize de evlerini açarlar.'' Moras daha temkinliydi. ''Hemen umutsuzluğa kapılma Löfer. Belki bir şeyler yapabiliriz.'' diyerek Löfer'e gülümsedi. Ne yapabiliriz ki, dedi Löfer. Moras cevap vermedi ama kafasında bir planı var gibiydi. İkisi de adımlarını hızlandırdı. Kapıda iki Andoritli genç duruyordu. Üniformaları kir pas içindeydi. Paçalarında ise kan izleri vardı. Yakın zamanda birileriyle mücadele ettikleri çok açıktı. Büyük ihtimalle de warglar ile çarpışmıştı bu iki muhafız.

Kalenin üzerinde devasa bir Harpat bayrağı vardı. Akşama doğru hızını arttıran yel bayrağı adeta döver gibiydi. Muhafızlar karşılarında iki çocuğu görünce şaşırdı. Birisi yüksek sesle: ''İki Dalklı çocuğun bu saatte sur kapısının önünde ne işi var. Siz kafayı mı yediniz ufaklıklar. Çabuk gidin buradan!'' dedi ve iki muhafızda aniden gülmeye başladı. Malyen'de her insan soyunun, kıyafeti üzerinde hanedan armaları olurdu. Terzilerin dükkanlarında bu yüzden hazır olarak yüzlerce arma bulunurdu. Kıyafet siparişi aldıklarında önce işlerini yaparlar sonrada kıyafetin tam da kalbin üzerine gelen bölümüne o hanedanın armasını dikerlerdi. Bu sayede Malyen'de farklı hanedanlara sahip insanlar birbirlerinin nereli olduğunu daha konuşmadan büyük bir olasılıkla anlardı. Elbette bunun istisnası da yok denemezdi. Örneğin Quatra'da doğup Dalk'tan Triyanon kıyafeti alan birinin gerçek kimliği ancak onun bizzat açıklaması ile bilinebilirdi. Moras ve Löfer'in armaları eskimiş de olsa muhafız tarafından anında teşhis edilmişti. Moras, sözler üzerine devreye girdi.

''Lütfen kralınıza Aryon Triyanon'un en küçük oğlunun geldiğini söyleyiniz.''

Muhafızlardan biri hala gülüyordu. Diğeri ise daha sakindi ama yinede dalga geçen gözlerle bu iki çocuğa bakıyordu. Löfer, Moras'ın kolunu çekiştirerek homurdanmaya başladı. Kulağına uzanıp: ''Senin babanı tanımıyorlardır bile Moras. Bunun işe yarayacağını zannetmiyorum. Bize zarar verecekler daha çok burada kalırsak. Veya en iyi ihtimal zindanlara atacaklar. Bir zindanda çürümek için yaşım daha çok küçük."

Löfer'in en son sözü Moras'ı güldürmüştü. ''Sakin ol Löfer lütfen. Bak bana güven. Tek şansımız bu. Gece de oldu. Eğer kalacak bir yer bulamazsak warglara yem oluruz.'' dedi. Moras haklıydı. Löfer bunun farkına varmış olmalıydı ki aldığı bu cevaptan sonra tek bir homurtu bile çıkarmadı.

Muhafız: "Bekleyinburada!" diyerek krala haber uçurdu. Yarım saat sonra döndüğünde yüzündeMoras'ı inceleyen bir ifade vardı. ''Gelin bakalım minikler. Kral Tulkas sizihuzuruna çağırıyor." Löfer şaşkındı. Ağzından sadece şu sözler döküldü: Bunasıl olur?

ON HANEDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin