Toras, ihtiyar sayesinde yuraklara dair pek çok bilgi öğrenmişti. Tabii ki bu bilgiler arasında tanıdığı yurakların isimleri de vardı. Yaşlı olanın ismi Topf, ev sahibinin ismi ise İnorus'tu. Küçük olanın ise bir ismi yoktu. Çünkü yuraklar bebeklerine doğar doğmaz isim koymazlar. On yaşlarına bastıklarında ebeveynlerince fıtratlarına uygun isimler seçilirdi. İnorus'un çocuğu ise üç yaşındaydı, yani bir isme sahip olabilmesi için yedi yıl daha beklemeliydi. Ama Toras ona artık bir isim vermişti ve onu çağırırken Hothu diye sesleniyordu. Toras, İnorus'un yanında bebek yuraka ilk Hothu deyişinde baba yurak garipsedi önce. Evladına kendi lisanında komut veriyor zannetti. Gel, git ve benzeri gibi. Topf, durumu ortak lisanda sorunca Toras açıkladı: "Hayır ben ona komut vermiyorum. Kendi dilimde, yani Triyanoncada hothu afacan demektir. Biz sevdiğimiz çocuklara böyle sesleniriz. Ve ben de onu çok sevdim. Çok iyi anlaşıyoruz. O yüzden ona lakap koydum. Gerçekte bir isminin olmadığını bilmiyordum." dedi. Topf dinlediklerini İnorus'a anlatınca baba yurak sevindi. Bebek yuraka dönerek: "Hhotu." dedi, bebekte gülerek karşılık verdi. Toras uzun zamandır hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Hothu başta olmak üzere İnorus ve Topf'u yeni ailesi olarak görüyordu. Belki de gerçek ailesini bulamayacaktı. İçindeki boşluğu az da olsa kapatmak için bu yuraklar bulunmaz Hint kumaşı değerindeydi.
Bunlar dışında Toras, İnorus'un eşinin Otonas'ta bilgi toplamaya gittiğini ve o günden sonra geri dönmediğini de öğrenmişti. Binlerce yurak, Kasdron'a doğru yolculuk yapar her yılın Ocak ayında. Bazıları Kraliyet Surları'ndan geçerken Ekselon askerleri tarafından yakalanıp önce sorguya çekilir sonra ise Kasdron'da idam edilirdi. Hiçbirine sorgu esnasında, neden surları geçmek istedin diye sorulmazdı. Ursula başa geçer geçmez birçok yasayı devreye sokmuştu. Yasalardan birinde, Kraliyet Surları'nı kapılar dışında kim geçmek isterse kimliğine bakılmadan öldürülür ibaresi vardı. İnorus'un eşi de surları geçmeye çalışmış fakat başaramamıştı. Yurakların bilgi macerası senelerdir sürmektedir. Bu uğurda ölen yurak sayısı binleri geçmiştir. Fakat yurakları böylesine çeken merakın sebebi insan hanedanları tarafından asla anlaşılamamıştı.
Son günlerde Toras'ın yuraklar hakkındaki ön yargıları yerini pozitif düşüncelere bırakmıştı. Fakat elbette hepsi için böyle düşünmüyordu. Okuduğu kitapları halen zihninden tamamıyla silmemişti. Ayrıca ona saldıran 3 eşkıya yurak ile de karşılaşmıştı, acımasız Rauros ile de. Kendi kendine: "Eşkıya her halkın içinde var aslında. Zalim desen Rauros, Ursula kadar Malyen'e zarar vermiş değildir eminim. Belki de kitaplar yurakları tanımayan ve sadece dedelerinin laflarına inanıp aslında gerçekten bihaber insanlar tarafından yazılmıştır. Küçük kardeşim Moras'ta ne çok inanırdı kitapların söylediklerine. Acaba ölmeden önce yurakların gerçek yüzünü o da görmüş müydü? Ah benim canım kardeşim, temiz yürekli kardeşim. Kitaplara fazla inanmışız senle ben." dedi. Toras'ın gözlerinden gizlice iki damla düştü ama bunu ne Hothu ne de İnorus gördü.
Toras'ın yurak ailesine duyduğu sevgi büyüdükçe bu topraklar için vereceği mücadele arzusu da bir o kadar artmıştı. Savaş, Kayıp Diyarların kapısındaydı. Bundan hiçbir yurak kaçamazdı. Elbette savaşın başlangıcına her ne olursa olsun kral karar verecekti. Şimdi ise dört arkadaş bu yüzden kral Rauros'un huzuruna çıkmak üzere yollara revan olmuştu.
Bir ara Toras, 14 Ekim günü tepeden düştüğü yerden geçmekte olduğunu fark etti. Hemen o bölgede kaybettiği silahını aramaya başladı. Ellerini yere sürterek her yeri karış karış yokladı. Yerdeki toprak hala nemliydi bu yüzden Toras'ın elleri çamurlanmıştı. Ama çamurun bir önemi yoktu. O silah Toras için çok önemliydi. Löfer'in hediyesi, Ohogus'un ise önemini kavrattığı bir eşya. İkisini de tanıma fırsatını yakalamıştı. İkisi de tanımaya değer insanlardı. Silah bulunmalıydı ki kısa bir süre sonra buldu da. İçinde hala bir mermi vardı. Bu güzel gelişme onu mutlu etmişti.
Yolculuk boyunca Toras, Hothu adını verdiği küçük yurakı sırtında taşıdı. Hothu'da bu durumdan çok memnundu ve canı sıkıldıkça Toras'ın saçlarıyla oynuyordu. Tel tel karıştırıyor, bit var mı diye yokluyordu. İnorus ise Toras ve Hothu'nun arkadaşlığını hayran gözlerle izliyordu. İlk defa insanlardan biri onların aile dostu olmuştu. Ayrıca Toras, Hothu'nun da ilk arkadaşıydı. Çünkü Hothu sabahları diğer yurak bebeklerle oynamaya gittiği bir gün yüzünden yaralanmıştı. O günden beri onlardan uzak duruyordu. Hothu kavga gürültülü oyunları sevmemişti hiçbir zaman. Diğer yaştaşı olan yuraklar, güreş yapıp çığlık çığlığa eğlenirken o tahta oyuncakları ile kimseye zarar vermeden de mutlu olabiliyordu. Masumluk, bu yurağın kalbine kadar işlemişti. Bu yüzden Toras ile oyunları çok zevkliydi. Çünkü onunla kavga etmeden de gönlünce eğlenebiliyordu Hothu.
Rauros'un kalesine yaklaşıldıkça hava sertleşiyor, yağmurun yerini kar alıyordu. Çimlerin üzeri on santimetre kadar kar ile kaplıydı. Kahramanlarımız gelmeden altı yedi saat önce yağmaya başlamış olmalı. Bir vadiden geçecekleri sırada karşılarına büyükçe alana yayılmış kafes parmaklıkları çıktı. Toras merak etmişti: ''Bunlarda ne? Neden böyle doğal bir ortama kafes yapılır ki? Hem bu parmaklıkların arkasında ne var?''
Toras şaşkınlığını, Topf'u soru yağmuruna tutarak dile getiriyordu. Topf cevap verdi. ''Bu yolu kullanmak aslında yasaktır. Kral Rauros, bu vadiyi kullanacak tüm yurakları açıkça tehdit etmiştir. Çünkü vadinin içinde Rauros'un büyük hazinesi saklıdır. Ben ise kralın özel görevlendirdiği birisiyim, bu sayede sizi en kestirme yoldan kaleye ulaştıracağım. Ha söylemeden geçmeyeyim. Bensiz buraya girecek olsaydın şu tepede gördüğün yuraklar şimdiye seni delik deşik etmişti insanoğlu.''
Toras kafasını kaldırıp söylenen tepeye baktı. Gerçekten de iki çift göz onları izliyordu. ''Peki her şeyi anladım da bu hazineden kastın ne? Rauros'un, Malyen'de kimselerden habersiz çıkarttığı altınlar mı var burada yani?'' Topf güldü. ''Hayır. Siz insanların aklına hazine deyince hemen altın geliyor değil mi. Bizim hazinemiz trollerdir. Bu devasa kafesin içinde yüzlerce trol yuvası var. Her trol yuvasının içinde de trol aileleri. Kral Rauros, savaş zamanlarında yetişkin erkek olanları seçerek istediği bölgeye getirtir ve serbest bıraktırır. Dişi troller savaşamaz. Daha doğrusu savaşmak istemiyorlar. Önceki yurak kralları dişileri savaş meydanına getirmiş fakat hiç istenmeyen olaylar olmuş. Bazılarının serbest kalır kalmaz savaş meydanından ayrılması dahi yaşananlar arasında. Anne troller bebeklerine çok bağlıdır, belki de bu yüzden savaş konusunda işimize yaramıyorlar. Bunun dışında troller aslında bağımsızdır yani biz yurakların emrine girmezler. Ama onları serbest bıraktıklarında genelde biz yuraklara değil, insanlara saldırırlar. Bunun sebebini kesin olarak hiçbirimiz bilmeyiz ama inanışa göre trollerin ilk ataları, insanlar tarafından öldürülmüş. Bu katliamdan kurtulan trollerin nesilden nesle öfkesi kartopu gibi büyümüş. Elbette bazen savaş meydanında kazara yurakları da öldürdükleri olmuştur. Yine söylentilere göre ise ilk defa bu topraklara kral Ishidor tarafından getirilip kafeslere kapatılmışlar.''
Toras hikayeyi ilgi ile dinlerken birden karşılarında Rauros'un devasa kalesi belirmişti. Kapı önüne gelindiğinde ise Topf, muhafıza yurakça bir şeyler anlattı. Acele edilmeliydi çünkü Noraşakların ne zaman saldıracağı belli değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasyON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...