Sabah kalktıklarında Aktesil düne göre daha iyi görünüyordu. Yarasındaki zehir sirkülasyonu azalmıştı. Devasa kanatlarıyla doğrulmaya başladı yeşil ejderha. Dün geceden kalan ateş sönmüştü artık. Toras da soğukla birlikte irkildi. Gözlerini aralayıp başını kaldırdı. Karşısında Saadvakas yatıyordu. Soğuktan dolayı dizlerini karnına doğru çekmişti. ''Uyan, Saadvakas! Sabah oldu. Ateş erken söndü herhalde. Hava epey soğumuş. Çok acıktım bir şeyler avlayalım.'' dedi. Saadvakas uyanır uyanmaz: ''Ya ejderha? Nerede o?'' dedi. Toras bu sözler üzerine unuttuğu Aktesil'i hatırladı. Kafasını arkaya çevirdi ve o devasa cüsseyi fark etti. ''İşte buradasın. Bize av konusunda yardımcı olabilir misin?'' dedi Toras. Aktesil bu sözler üzerine cevap vermeden hızla uçtu. Uçarken kanatlarıyla tozu toprağı birbirine katmıştı. İki insan beklemeye koyuldu bundan sonra. Bir saat geçtikten sonra Aktesil uçarak geri geldi. Pençesinde yüzü ağır zehirlenmeden dolayı darmadağın olmuş bir canlı vardı. Ejderha hayvanı zehirleyerek öldürmüştü. Yavaşça Toras'ın önüne bıraktı. Saadvakas'ın gördükleri karşısında midesi bulanmıştı. Cesetten bayıltacak derecede bir koku geliyordu. Eliyle ağzını kapatıp öğürdü. Toras tiksinerek: ''Şey... Aktesil biz bunu yiyemeyiz. Hayvan telef olmuş. Eğer bunu yersek biz de zehirleniriz.'' dedi. Aktesil kendisinin sahip olduğu güçlü mideye, insanların sahip olmadığını fark edememişti. Yine de emekleri sonucunda Toras'ın tavrına kızdı. Yerde yatan canlıyı tek seferde mideye indirdi ve büyük adımlarla oradan uzaklaşmaya başladı.
Saadvakas: ''Ne yaptınız efendim? Bakın başını alıp gidiyor. Bizi burada bırakırsa kurda kuşa yem oluruz. Bir şey yapmalıyız.'' dedi. Toras: ''Nereden bilebilirdim böylesine alıngan bir ejderha ile karşılaşacağımızı söyler misin bana. Ben ona ne dedim ki şimdi? Sırf o mutlu olsun diye zehirli hayvanı mı yiyelim?'' şeklinde karşılık verdi ve durup düşünmeye başladı. Gözlerini kaldırıp tepeye baktı. Bir düzine keçi orada otlanıyordu. Hızla koşup Aktesil'in peşinden gitti. Arkasından bağırarak: ''Hey! Aktesil kusura bakma lütfen. Ama bizi burada yalnız bırakamazsın. Lütfen... Sana diğer ejderhalar tarafından yapılan acımasızlığı bize yapma. Senden farklı bir şey istesem olur mu?'' dedi. Ejderha ağır adımlarla dönüp Toras'a baktı. ''Ne istiyorsun insanoğlu. Sizin istekleriniz hiç bitmez mi?'' Triyanonlu sakin bir dille: ''Şu tepede keçiler var. Onları zehirlemeden sadece birkaç tanesini aşağı atsan çok memnun kalırız.'' dedi. Aktesil bu sözler üzerine uçarak tepeye gitti. Keçiler onu görür görmez kaçışmaya başladı. Neyse ki üç tanesini aşağı itmeyi başardı. Toras duruma sevinmişti. Arkadan koşarak gelen Saadvakas'a: ''Yiyeceğimiz hazır. Gelirken oradaki çalıları getir. Ateş yakmalıyız.'' diye bağırdı. İki yoldaşın da yemekten sonra karınları iyice doymuştu.
Gün geçtikçe Triyanonlunun içindeki özlem körükleniyordu. Uzun süredir yollarda seyahat ediyordu ve artık vatanı Dalk'tan çok uzaktaydı. Ejderha uçuşuyla bile aylar sürecek mesafedeydiler. Tek tesellisi ise sevdiklerine ulaşabilme ümidiydi. Zaten böylesine bir yolculuğa çıkmak için sağlam sebeplere ihtiyaç vardır. Toras'ın sebebi onun hayattaki en kıymetli varlığıydı, yani ailesi.
Yolculuk boyunca Aktesil yarasından ötürü mecbur kalmadıkça uçmuyor, Saadvakas ve Toras'ın paralelinde yürüyordu. Güzergahlarında büyük ağaçların sıklıkla olmayışı, karada yürüyebilmesine imkan sağlıyordu. Devasa kanatlarının heybetiyle gösteriş yapıyordu adeta yeşil ejderha. Yine yağmurlu zamanlarda kanatlarını iki tarafa da açıyor, Toras ve Saadvakas onların altından yürüyerek ıslanmaktan korunuyorlardı.
O gece yoldaşlar uyurken, Toras aniden gözlerini açtı. Yavaşça doğruldu. Saadvakas horul horul uyuyordu. Keçi etini fazla kaçırmıştı. Üzerindeki ağırlığa kendini kaptırıp derin bir uykuya düşmüştü. Toras ise gözleriyle Aktesil'i aradı. Ama ejderha görünürde yoktu. Kalkıp etrafta gezinmeye başladı. Gece çok güzeldi. Hava bir insanın rahatça uyuyabileceği sıcaklıktaydı. Toras yürürken ateş böcekleri havada uçarak adeta ışık oyunu sergiliyordu ona. Yarım saat kadar aradıktan sonra ejderhayı bir kayalığın üzerinde oturmuş halde buldu. Büyük gövdesi, karanlıkta bile seçilebilirdi. Aktesil başını kaldırmış gökyüzüne bakıyordu. Dolunay parıldıyor ve ondan gelen ışıklar ejderhanın yüzüne yansıyordu. Gözleri anlam yüklüydü. Sanki ıssız bir özlem vardı çeşm-i sarısında. Ruhu dipsiz kuyu gibiydi, gizemli ve mahrur. Hareketsiz öylece duruyordu. Kımıldamadan yaptığı tek şey bakışlarıyla uzaklara dalmaktı. Toras sessiz adımlarla yanına kadar gitti fakat Aktesil onun geldiğini çıtırtıdan duydu.
Toras: ''Demek buradasın. Yoksa seni de benim gibi uyku mu tutmadı?'' dedi. Ejderha Toras'a başını döndü: "Düşünüyorum. Çok uzakları düşünüyorum insanoğlu." Toras ağır adımlarla gidip ejderhanın yanına oturdu. Bir süre sessiz kaldı ikisi de. Sonra yine: ''Yaran nasıl?'' diye sordu Toras. ''Şuan bana fazla ızdırap vermiyor. Ama iki ay sonra büyük ihtimalle öleceğim.'' dedi Aktesil. Toras heyecanla ''Ne ölmesi! Seni iyileştirecek Saadvakas. O aynı zamanda bir doktor.''
Aktesil hafif bir tebessümle karşılık verdi. ''Hayır insanoğlu, ben artık geri dönüşü olmayan bir yola girdim. Ciğerlerime giren hava yüzünden organlarım günbegün eriyor. Annem Efalis bir gün başıma bunun gelmesinden korkmuştu. Ben zehir soluklu ejderhayım ve ölmem Malyen için daha iyi olacak. Darkos'taki ejderhaların ölümümden sonra günlerce bayram yapacağına eminim. Zaten asla beni istemediler. Asla kabullenmediler. Ama ömrüm bitmeden önce Malyen'in en uç noktasına gidip kara delikten geçeceğim. Belki de gittiğim yerde son kez Vaveyla'daki çocuklarımı görebilirim. Bu umut her şeye değer. Sen de sevdiklerini bulmak ümidiyle çıkmamış mıydın yolculuğuna? Bu yüzden sana yardım etmek istedim o gün. Çünkü benim de uzun süredir görmediğim bir ailem var. Ama bu aile bir ejderha ailesi değil. Benim minik insan çocuklarımla kurduğum bir aile. Eğer sen de istiyorsan benimle gelebilirsin. Halan Tepya büyük ihtimalle oradadır. Yani ben onu takip ettiğim zamanlarda oraya yönelmişti. Fakat bir sorun var.''
Toras'ın içi içine sığmıyordu. ''Ne olursa olsun. Ben sana güveniyorum. Hadi gidelim. Zaten artık kendim arayarak halamı bulabileceğimi düşünmüyorum. Bahsettiğin yer, bana ve Saadvakas'a daha önceden söylediğin yer olmalı değil mi? Hani halamın gittiği yer Malyen'de değil demiştin. Bizler de şaşırmıştık. Artık umrumda değil. Neresi olursa olsun fark etmez bu saatten sonra.''
Aktesil devam etti: ''Evet ama dur biraz beni dinle. Eğer oraya gidersek geriye dönemeyebilirsin. Ben zaten Malyen'e dönmeyi düşünmüyorum. Ama sen kara delikten ikinci defa geçtiğinde Malyen'e dönemeden ölmüş olabilirsin veya sevdiklerin Malyen'den göçmüş olabilir.''
Neler söylüyorsun Aktesil bu da ne demek şimdi, diye sordu Toras. ''Gideceğimiz yer, bambaşka bir dünya. Ve o dünyada zaman bizim için farklı ilerleyecek. Kavramak gerçekten zor farkındayım. Ama şöyle anlatayım sana. Orada geçireceğimiz bir saat, Malyen'deki senelere eşit olacak. Kara deliğe girdiğimiz anda, zaman kırılmasının içinde bulacağız kendimizi ve bunun geri dönüşü yok. Kararını çok iyi düşünüp vermelisin insanoğlu. Bu yolun sonunda her şeyden vazgeçmek var.'' Toras duydukları karşısında beyninden vurulmuşa döndü. Aktesil'in yanından kalkıp yürümeye başladı. Gözlerini gökyüzüne dikti.
Dolunay geceyi bir örtü gibi kaplamıştı. Böyle bir gecede önemli kararlar alınması gerekiyordu. Toras uzun süren sessizliğin ardından konuştu: ''Haydi Aktesil, gidelim!''
![](https://img.wattpad.com/cover/148676429-288-k520580.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasyON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...