Muhafız, iki çocuğu yanına alarak kraliyet konağına doğru ilerledi. İçerideki görevliye: ''Kral Tulkas'ın misafirleri geldi kapıyı açın!'' diye bağırdı. Löfer ayaklarını sürüyerek yürüyordu, Moras ise üzerindeki vakur duruştan taviz vermiyordu. Yalnızca on iki yaşındaki bir çocuğun koskoca Harpat kralı karşısında böylesine rahat davranması çevredeki askerleri bile şaşırtmıştı. Onlar huzura gelirken el pençe vaziyette iken Moras başı dimdik çıkıyordu Tulkas'ın karşısına. Kral, Moras'ı görünce hafifçe gülümsedi. Ve konuşmaya başladı: ''Gel bakalım evlat. Görmeyeli ne çok büyümüşsün sen.'' dedi Tulkas. ''Evet efendim büyüdüm. Acılarımı ise içimde saklıyorum.'' dedi Moras. Bu cümleyi kurarken geçmişten kalan yaraları adeta yüzünde bir ayna gibi yansıyordu karşısındaki insanlara. Löfer şaşkınlıkla sohbeti izliyordu. Bir anda ciddileşti Tulkas: "Seni anlıyorum. Bende anne ve babasız büyüdüm. O güne dair neler hatırlıyorsun bakalım Moras." dedi kral. Moras cevap verdi.
''Beş yaşındaydım efendim. Babam Otonas'ın kralıydı. Bir gece Ekselonlar, kalenin içindeki adamları yardımıyla baskın yaptılar. Ben odamdaki pencereden dışarı bakıp neyin olup bittiğini anlamaya çalıştım. Her taraf yanıyordu. Aklımda ufak kareler kaldı sadece. Mesela bir tanesinde bizim askerlerimizin Ekselonlara karşı verdiği o korkusuz mücadeleyi hatırlıyorum. Bende onlar gibi cesur bir asker olmak istedim her zaman. Sonra koşarak dışarı çıktım. Babamın bulunduğu odaya geldim. Askerler çember şeklinde babamın ve bir adamın daha etrafını sarmıştı. Sadece izliyorlardı. Babamın yüzü gözlerimin önünde halen. Çemberin içindeki düşmanıyla korkusuzca çarpışıyordu. Ama ben düşmanının değil, kendisi cesaret edip babamın karşısına çıkamayan korkak Ursula'nın yüzünü hatırlıyorum sadece. Ursula'da kavgayı izliyor ve sadece o gülüyordu. O yüz hiç aklımdan çıkmıyor. Biraz sonra babamı öldürüp oradan gitti hepsi. Ben hemen onun yanına koştum. Ölmüştü ve vücudundan kanlar geliyordu.''
Bunları söylerken Moras'ın gözlerinden yaşlar damlamaya başladı. Utandığından başını yere eğdi önce. Yutkunarak boğazını temizledi ve derince nefes aldı. Sonra devam etti: ''Babamı öldürenin yüzünü ise dediğim gibi hatırlamıyorum. Adını da bilmiyorum ayrıca.'' Son sözler ağır gelmişti Moras'a. Her ne kadar olgunca olaydan bahsetse de babasının öldüğünü anlatmak yüreğini yakmıştı. Uzun zamandır kimseye babasının ölümünü böylesine uzunca anlatmamıştı. Bir anıyı ne kadar detaylı anlatırsan içinde uyuyan duygularda bir o kadar uyanırdı. Moras anısını beş yaşındaki bir çocuğun gözlerinden tüm detayları ile anlatmıştı şimdi. Tulkas, söylenenleri soluksuz şekilde dinledikten sonra karşılık verdi:
"Peki babanı öldürenin adını öğrenmek istemez misin? O gece bende oradaydım Moras. Hani baban ve o adamın etrafındaki çember vardı ya. Mücadeleyi izleyenlerden biri de bendim. Onca suskun insanın arasında yani. Ama maalesef Malyen geleneklerinde iki komutan çarpışırken buna kimse engel olmamalıdır. Ben ve senin baban yani Aryon, ömrümüz boyunca geleneklerimizden taviz vermedik. Bu bize ölüm getirecek olsa dahi. Üzgünüm..." dedi Tulkas.
Moras bir anda heyecanlandı. Sesi titriyordu. ''Merak ediyorum efendim. O kişinin kim olduğunu söyleyiniz bana lütfen. Ben size kızgın değilim. Yaptığınız onurlu bir davranış. Babamda onuruyla yaşadı ama onursuzca öldürüldü maalesef. Ben ise sadece onu öldüren adamı bilmek istiyorum efendim. Söyleyiniz bana lütfen."
Tulkas: ''Babanı öldüren kişi, bugün Kara Şövalyelerin komutanlığını yapan Nauselom'dur. Hazor Hanedanındandır. Ama o hiçbir zaman Hazor soyadını taşımadı. Kendi soyu ile ilgili yaşadığı sıkıntılar Quatra'da efsanelere dönüşmüştü. Ben onunla zamanında karşılaşmıştım. Yani o zamanlar böylesine cani biri değildi. Soylu bir şövalye gibi davranırdı. Ne olduysa Ursula ile yan yana geldiğinde olmuştur. Daha önceki arenalarda nasıl savaştığını da biliyorum. Katıldığı hiçbir turnuvayı kaybetmedi."
Tulkas sözüne biraz ara verdi ve yerine oturdu. Yanında bulunan bardaktaki suyu tek seferde içti ve devam etti: "Hazorlar tehlikeli insanlardır Moras. Hele ki Nauselom çok tehlikelidir. İktidar hırsları için yapamayacakları şey yoktur. Bencildirler, kimseyi önemsemezler. Sadece güçlü olduğun sürece sana itaat ederler. Yoksa onların gözünde bir hiçten ibaretsindir.'' dedi.
"Biliyorum efendim. Onları kitaplarda okumuştum. Nauselom'u da tanıyorum. Gelmiş geçmiş en iyi şövalyelerden olduğu bahsedilirdi biz babam ile Otonas'tayken. Arada babam beni Otonas'ın başkenti Kasdron'da düzenlenen kılıç kalkan oyunlarına getirirdi. Orada askerleri peşi sıra yere sererdi. Peki siz eskisi gibi Otonas'a mı bağlısınız efendim? Af buyurun, Büyük İsyan'dan sonra Malyen'de olup bitenlerden haberim yok da."
''Hayır elbette. Ben krallığım boyunca sadece baban varken Otonas'a bağlı kaldım. Ursula tahta geçince onu ve hanedanının hükümdarlığını tanımadım. Tabi bunun bedeli bize en ağır şekilde ödetildi. Ama biz Andoritler güçlü bir milletiz. Yıllarca süren yıpratmalara direndik ve krallığımızı hala koruyoruz gördüğün gibi. Bu arada sormayı unuttum. Yanındaki bu arkadaşında kim?''
Löfer ilk önce soruya cevap vermedi. İkilinin arasında geçen sohbet karşısında adeta dili tutulmuş, ne diyeceğini bilemez olmuştu. Khadur mağarasında tanıdığı güzel yüzlü çocuk Moras mıydı gerçekten karşısındaki? Daha doğrusu bir çocuk nasıl oluyordu da böylesine yaşından büyük konuşabiliyordu. Bu kesinlikle genlerinden gelen bir özellik olmalıydı diye düşündü Löfer. Sonra bir anda irkilip kendine geldi ve krala dönerek: ''Ben Erk oğlu Löfer Triyanonum efendim. Moras'ın arkadaşıyım. Ben ve ailem Dalk'ın güneyinden kaçtık. Malum warglar Dalk'ın güneyini sarmış durumda. Moras ile bir mağarada karşılaştık. Yanında amcası da vardı ama o zaman."
"Sahi, Hasem nerede?" dedi Tulkas. ''Onu maalesef Harpat yolunda warglar öldürdü kralım.'' dedi Moras. Tulkas, Hasem'in sevilen bir tip olmadığını ve ayrıca yeğenleri tarafından da fazla sevilmediğini biliyordu. Bu yüzden Moras'ın yüzündeki rahat ifadeyi de anlayabiliyordu. "Neyse siz yorulmuşsunuzdur." dedi Tulkas. ''Şimdi gidin ve güzelce dinlenin. Sen bana babanın emanetisin Moras. İstediğin kadar burada kalabilirsin arkadaşınla. Harpat'ın kapıları sana sonuna kadar açıktır."
Moras çok memnun olmuştu. Aynı zamanda içinde bir gurur vardı. Babasını düşündü bir an. O hayatta olmamasına rağmen hala hatırını bilip sayan insanlar doluydu etrafta. Oysaki amcası? Dertli bir iç çekti Moras ve sonra tekrar konuştu: "Efendim, bir konu vardı izninizle size arz edeceğim. Ben ve arkadaşım Löfer, Khadur dağından inerken çok aç olduğumuz için tanımadığımız birinin bahçesinden domates yedik. Siz o kişiyi haberdar edebilir misiniz? Yaptığımızdan dolayı çok üzgünüz ve ilerde çalışarak borcumuzu öderiz."
Tulkas: "Sen nasıl bir çocuksun Moras? Senin yerinde başka bir çocuk olsa, hatta bırak çocuğu bir yetişkin olsa dahi böyle bir şeyi gündeme taşımaz unutup giderdi. Keşke baban Aryon da yaşasaydı ve bu güzel eserini bizzat görseydi. Dediğin yapılacak sen merak etme."
Hizmetliler bu iki arkadaşa yatacakları odalarını gösterdi. Löfer hayatında yaşayamayacağı sürprizlere, birkaç günde tanık olmuştu. Moras'a dönüp: ''İnanamıyorum gerçekten. Yol boyunca seninle konuştuk ama hala bilmediğim yanların çıkıyor ortaya Moras.'' dedi Löfer. Moras gülümsedi. ''Daha bilmediğin o kadar çok şey var ki Löfer. Hadi iyi geceler.'' Mumları söndürüp iki arkadaş derin bir uykuya daldı.
Dipnotlar
Büyük İsyan: 1207 yılında Ursula'nın, kral Aryon Triyanon'a karşı gerçekleştirdiği darbedir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasyON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...