Denizde günlerce yol aldı Toras. Kardeşinin kayıp diyarlardan birinde olduğunu öğrenmiş ve ilk rotasını yurakların olduğu adaya doğru yöneltmişti. Pavudyo ondan ayrılmak istemedi ilk başta. Bir arada bulundukları gün sayısı oldukça azdı. Yolculukları boyunca en fazla 1 ay beraber kalmışlardı. Ama Toras, Pavudyo'nun daha önce karşılaştıklarına benzemiyordu. Aynı kardeşi Moras'ta olduğu gibi anlaşılmaz bir çekim gücü vardı onun. Aynı duruş, aynı saygı, aynı dayanışma, aynı merhamet... Günümüz toplumundaki insanlarda nadir olan bu özellikler, keşfedenler için adeta altın kıymetindeydi. Pavudyo ve Löfer de şüphesiz ki bu keşif ustalarından yalnızca ikisiydi.
''Nereye gidiyorsunuz komutan Toras? Size çok alışmıştık. Bizi yalnız bırakmasanız olmaz mı?'' dedi Pavudyo. Toras çaresizdi. Bulunduğu durumdan o da memnun değildi. Ama onun bir görevi vardı. Bu uzun yolculuğa ailesinden geri kalanları bulabilmek için çıkmıştı.
''Vedalardan oldum olası nefret etmişimdir Pavudyo, yapma böyle lütfen. Bak sizler gerçekten hem çok iyi insanlar hem de çok iyi askerlersiniz. Ama kaderlerimiz farklı emin ol. Sen belki ilerde Boselyon generali olacaksın ki ben Horus'a güveniyorum. O bence sadakati seçebilecek kadar akıllı bir komutan. Ben ise sonu meçhul bir yola giriyorum artık. Yolun sonunda büyük ihtimalle başarısız olacağım veya öleceğim.''
Pavudyo son çare olarak: ''Bari izin verinde buradaki arkadaşlarla sizin peşinizden gelelim. Malyen'in batısındaki kadim topraklara gidiyorsunuz. Oralardaki efsaneler bile birçok insanın korkmasına yeterli iken siz tek başınıza ölüme meydan okumak istiyorsunuz. Ben diğer arkadaşlar ile de konuştum. Hepsi sizinle gelmek için can atıyor. Elbette bende. Hem bir insanın ömründe oraları görme imkanı kaç defa olur ki? Bu fırsatı esirgemeyin bizden.''
Toras, Pavudyo'nun arzusunu gözlerindeki parıltıdan dahi okuyabiliyordu. Son olarak şunları söyledi: ''Ne olur anla beni. Bu kişisel bir mesele. Kendi hayatımı aramak için sizi peşimden sürükleyemem. Verdiğiniz emekler için çok teşekkür ederim. Belki bir gün yeniden karşılaşırız. Tüm eski dostlar bir araya gelip hikayelerimizi anlatırız. Ve belki yine o gün Malyen'de güç sahipleri, Ursula gibi zalimler yerine merhamet timsali insanlar olur. Hayali bile güzel. Kendinize çok iyi bakın kıymetli arkadaşlarım. Hoşça kalın...''
Toras vedasından sonra arkasını dönüp tek kelime daha etmeden gitti. Ardında ise hayal kırıklığı ile dolu askerleri bırakmıştı. Ama hepsi Toras'ı anlıyordu. Ona kızgın değillerdi. Sadece üzgündüler ve hepsi arkadaşlarının başına bir tehlike geleceğinden korkuyordu. Toras ise bilinmezliğe girebilmek için kayığı ile Sadiser Denizi'nin sularına açılmaya başlamıştı çoktan.
Mürettebatı olmadığı için kolayca ilerleyemiyordu. Arada sırada uzakta gezinen korsan gemiler gözüne takılıyordu. Sadiser'in efsanevi korsanları... Hiçbir hanedan onlara ilişmek istemezdi. Ekselonlar bile. Çünkü gemileri, Malyen'deki en güçlü gemilerdi. Eski yıllarda bazı Noraşaklı askerlerin Sadiser'de bu korsanları izledikleri fakat daha sonra askerlerden haber alınamadığı bilinir. Toras ise şimdi o korsanların kıskacında yol alıyordu.
Yolculuğa çıkmadan önce heybesine ''ligar'' adı verilen ve Hazor dilinde ''efsunlu'' anlamına gelen ekmeklerden bolca koymuştu. Ligar, sadece Quatra'da yapılan özel bir ekmekti. En çok yapıldığı yer ise Quatra'nın Sohud vilayetiydi. Buradan tüccarlar aracılığı ile Malyen'in dört tarafına dağıtılırdı. Tadı hafif acımsı olmakla birlikte aynı zamanda yendiğinde ağızda aroma tadı bırakan bu ekmeğin içine neler koyulduğu Hazorlu ekmekçiler arasında saklanan gizli bir sırdı. Seneler boyunca ligar ekmekleri, Otonas tahtındaki kralların en sevdiği öğünlerden olmuştu. Özellikle Toras'ın dedesi Angon Triyanon bir günde sekiz veya dokuz ligar yerdi. Aryon da kendi krallığında bu yiyeceği çocuklarıyla birlikte en az bir öğün tüketirdi.
Güneşin batmaya yüz tuttuğu saatlerdi. Denizin üzerinde uçan martılar göç yolculuğunda süzülüyor, dalgalar ise adeta onlara eşlik ediyordu. Hava bugün açıktı. Ki zaten Quatra ve onunla aynı yatay hizadaki bölgeler (buna Corkis'te dahil) genel itibariyle kışın dahi fazla soğuk olmazdı. Belki bu duruma istisna olarak doğudaki Kara Orman bölgesi gösterilebilirdi. Kara Orman'ın iklimi Malyen'de başka hiçbir yer de örneği bulunmayan bir yapıya sahipti. Hem karasallığa sahip iken hem de yağmurun fazla olmamasına rağmen buradaki ormanların gürlüğü ve boylarının devasa boyutlara ulaşması, görülmeye değer bir manzaraydı. Burada yaşı iki binin üzerinde olan ağaçlar bile vardı.
Bununla birlikte Malyen'de asıl soğuk iklim, Kraliyet Surları ve Gri Liman'ın kuzeyinden itibaren başlardı. Özellikle Dalk'ın kuzeyindeki köylerde Aralık ve Ocak aylarında bastıran şiddetli soğuk yüzlerce kişinin mağdur olmasına sebep olurdu. Buralarda yaşayan ve iyi barınaklara sahip olmayan veya evsiz olan Triyanonlar ise maalesef soğuklar sebebiyle can veriyordu. Aslında Darkos da bahsettiğimiz bölgenin içinde kalıyordu. Ama senelerce ejderhaların ısıttığı bu bölgeye soğuk hava yaklaşamazdı. Darkos, yalnızca ejderhalara aitti ve onların sıcaklıkla herhangi bir problemleri yoktu. Çok eskiden yaşamış olan bazı ejderlerin, sıcak havadan hoşlanmadığı ise tarih kitaplarının efsaneler bölümünde yerini almıştı.
Toras, kayığı ile devam ederken uzaktan ufak bir zerre gibi beliren geminin ona doğru yaklaştığını fark etti. Başka yöne gitmeliydi. Hemen küreklere uzandı. Ama o da ne? Hem sağından hem de solundan ikişer gemi daha ona yaklaşıyordu. Bu bir pusuydu. Ve Toras'ın pusudan kurtulma şansı kalmamıştı.
Üç gemi de kayığı çepeçevre sarmıştı. Gemilerin birinden kayığa doğru bir merdiven uzatıldı. Ve gemideki korsanlardan biri Toras'a yukarı gelmesini söyledi. Toras çaresizdi. İstemese de onlar ne diyorsa yapmak zorundaydı. Yukarı tırmandı. Karşısında tuhaf giysili ve günlerdir yıkanmadıkları kokularından belli olan yirmi kadar korsan vardı. Aralarından biri öne çıktı ve sordu. ''Kimsin sen? Ne cüretle Sadiser'in batısına bu denli yaklaşabilirsin? Bilmez misin biz buralardan geçmesi için sadece Ekselon ordusuna izin veririz. Onlarda bize her ay haraçlarını öderler ki Ekselonlara bile belli bir noktadan daha batıya gitmek için izin yoktur. Sen hangi vasıfla kendinde bu yetkiyi buluyorsun."
Toras tedirgindi. Konuşacağı kelimeleri özenle seçmesi gerektiğini fark etti. ''Şey... Benim adım Gölge efendim. Yaban diyarlarda gezerim. Evim, yurdum, meskenim yoktur."
''Yani, bir eşkıya mısın?'' diye sordu korsan.
''Hayır efendim eşkıya değilim. Biz yerleşik hayat yaşamayız. Babamdan gelen bir kültür. Sürekli göç ederiz. Babamı ve annemi kaybedince tek başıma kaldım. Aile de edinmedim kendime. Öyle avare avare gezerim. Son zamanlarda aklımı kurcalayan bir merak beni buraya getirdi. Ejderhaların yaşadığı dedikodusu, Güven Toprakları'nın doğusuna kadar ulaştı. Ben de belki onları görebilirim umuduyla bu sulara yelken açtım."
Korsanlar birbiri sıra gülmeye başlamışlardı. Hepsi: ''Ejderha mı dedi o?'' diyerek Toras ile dalga geçiyor bir yandan da yabani hareketlerle birbirlerine yumruklar sallıyorlardı. Korsanların reisi gülmeyi bitirince Toras'a döndü. ''Ejderhalar hayatta olsa bile onları görmek için yanlış güzergahı seçmişsin sen. Aslında buralarda bulduğum kaçakları genelde öldürürüm. Ama seni kafese kapatacağım. Elimde senin gibi kaçık bir ihtiyar mahkum var. Onunla çok iyi anlaşırsınız."
İki korsan, Toras'ı kollarından tutup ihtiyar adamın olduğu kafese kapattılar. Toras şaşırmıştı. Ömründe hiç bu kadar yaşlı birisini görmemişti. Fakat yaşına rağmen önünde duran kitaplardan gözünü ayırmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasíaON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...