10.KISIM,6.BÖLÜM-DORTERON'UN YANIŞI

85 57 0
                                    

Kara Anberyon, Otonas'ın sahil kenti olan Dorteron'u batısından başlayarak aleve vermiş ve şehrin on beş kilometre kadar içine girmişti. Sınırdaki surlar ise ona fazla dayanamamıştı. Onlarca savaş makinesi bu büyük ejderha karşısında çaresiz kalmıştı. Denizde limana bağlanmış gemiler cayır cayır yanarak şiddetli şekilde patladı. Manzara görülmeye değerdi. Kudretli ejderhanın alevleriyle deniz üzerinde sanki yanardağ patlamaları yaşanıyordu. Şehirde ölen Ekselonlu sayısı daha şimdiden dört bini geçmişti.

Dorteron, Otonas'ın önemli liman kentlerinden biriydi. Angon Triyanon, kendi hükümdarlığı süresince bu kenti ticarette güçlü hale getirmek için uğraştı. Aslında daha öncelerden hiçbir Triyanon kralı, Dorteron'u umursamamıştı. Bunun bazı haklı gerekçeleri var elbette. İlk olarak Belin Denizi'nin doğusunda büyük kent olarak akla daima Kasdron gelirdi. Heybeti, yıllara meydan okuyan bu şehrin nüfusu kimi zaman 30 milyonun dahi üzerine çıktı. Kasdron; ticaret, bilim, sanat ve askeri gelişim bakımından daima Malyen'de parmakla gösterilen şehirlerin başında gelirdi. Diğer kalabalık insan yerleşkeleri, oradan gelen yenilikleri uygulardı. Bu yüzdendir ki Dorteron, Triyanonların Otonas'a hüküm sürdüğü zamanlarda Kasdron'un gölgesinde kalmıştı diyebiliriz. Onun dışında şu hususu da göz ardı etmeyelim. Tarih kitaplarında Triyanonların Batı Topraklarında egemenlik kurduğu sürece, Belin'in ötesinden gelen herhangi bir tehlike unsuruna rastlamıyoruz. Elbette Malyen'in uç noktalarında kadim yaratıklar uzun zamandır yaşamaktadır. Ama özellikle en büyük sorun oluşturabilecek ejderhaların bile, Malyen'in karanlık yıllarını hesaba katmadığımız sürece bir yağmacı gibi doğuya gelip kafasına göre yakıp yıkmadığını biliyoruz. Ejderhalar ve devler, kışkırtılmadığı sürece genellikle Belin Denizi'nden öteye geçmemişlerdir. Gelelim Otonas'ın Ekselon hakimiyetine girdiği yıllara. Ursula paranoyak biriydi. Ama bazen bu paranoyası işe yaramıyor da değildi. Ona göre batıdaki uçsuz bucaksız suların ardında her daim Ursula'nın krallığını yıkmaya gelecek düşmanlar bulunuyordu. Bu yüzden Dorteron şehri, zalim kralın zamanında hızlıca gelişime uğradı. Şunu parantez açarak belirtelim. Ursula her şeyden önce, ne kadar zalim bir kral da olsa akılsız asla değildi. Kafalarını değişik otlarla bozmuş bazı Boselyonlu ihtiyarların bahsettiği gibi çocukluktan itibaren bipolar bozukluğu olan birisi de asla olmadı. Ursula, yapacağı hamleleri ölçüp biçer, ona göre hareket ederdi. Elbette annesini öldürmesinin akıllıca olduğu savunulamaz. Akıl ve merhamet her zaman yan yana olmuyordu. Kimileri aklını zalimliğe yormakla meşguldü.

Anberyon'un bu topraklara girdiği zaman zarfında, Dokko ve Toras da gemiyle kıyıya yaklaşıyordu. Dorteron sahiline çok yaklaşmışlardı ki geminin bir şeye takıldığını fark ettiler. Devlerden biri Dokko'ya dev lisanında: ''Nut bi woklin!'' yani gemi ilerlemiyor dedi. Dokko hemen denize baktı. Bu duraksamanın sebebini anlamamıştı. Toras'ın yanına gidip: ''Askerlerden biri, geminin ilerlemediği haberini ulaştırdı. Ne yapalım?'' dedi. Toras, geminin ön tarafına doğru yöneldi. Upuzun bir halatın gidişatlarını engellediğini anladı ve suya atladı. Devler merak içinde onu izliyordu. Birkaç dakika sonra geminin merdivenlerinden çıkarak geri geldi ve: ''Otonas'a girmemizi engellemek için bir halat gerilmiş. Ama problem değil. Neredeyse koptu kopacak. Küreklere daha güçlü ve hep birlikte asılırsak kopar.'' dedi.

Toras bir yandan olanca gücüyle kürek çekerken diğer yandan düşüncelere dalmıştı. Boğazın böylesine kolay kopacak malzeme ile korunması onu şüphelendirmişti. Neden böylesine önemli bir mevzi Ekselon askerleri tarafından daha sağlam zincirlerle kapatılmamıştı ki? Toras'ın batıya gittiği ve güçlü ordularla gelme ihtimali, uzun senelerdir Malyen'de konuşuluyordu. Bunlardan elbette (Malyen'deki birçok olaydan haberi olduğu gibi) Ursula'nın da haberi vardı. O yüzdendir ki Toras, Ekselonların kuracağı bir pusudan şüpheleniyordu. Gemilerdeki askerler mutlu ifadeler ile gülüp eğlenirken, Triyanonlu komutanın çehresini aniden tedirginlik bürümüştü.

Dokko işin ciddiyetini artık daha iyi kavrıyordu. Yola çıktığından beri asla pişmanlık duymamıştı. Toras'a onu ikna etmesinden dolayı ne kadar teşekkür etse azdı. Yıllardır onun milleti, sorgusuz sualsiz Ekselonlara hizmet ediyordu. Artık baş kaldırma vakti gelmişti. Devler yaşamları boyunca belki de ilk defa böylesine bir güce isyan ediyorlardı. Yine de ne olursa olsun bu başkaldırıya değerdi. Şimdi ise devler, senelerdir efendi olarak gördükleri Ekselonların topraklarına saldırmak üzereydi. Gemideki tüm mürettebat küreklere sarılırken Dokko'nun içinde huzur vardı. Defalarca denemenin ardından halat koptu. Ve Belin Denizi'nde, doğuya doğru yolculuk devam etmeye başladı.

Kıyılara yanaştıklarında surların yıkılmış, etraftaki birçok yerin ise yakılıp küle çevrildiğini gördüler. Toras durumdan etkilenmişti. İçinden: ''Acaba bu masumların ölmesinin sebebi ben miyim?'' diye geçirdi. Çünkü Kara Anberyon'u uyandıran ve buralara kadar gelmesini sağlayan Toras'tı. Birlik, ejderhanın yok ettiği yerlerden günlerce ilerledi. Etrafta canlı olarak yalnızca birkaç hayvan kalmıştı. Toras ağır adımlarla etrafı izledi. Ağaçlar alev alev yanıyor kuşlar yangının olmadığı yerlere doğru uçuyordu. Gözleri bir noktaya odaklandı Triyanonlu komutanın. Küçük bir kedi yanmış odun parçalarının arasında, korku dolu haliyle yardım için olanca gücüyle miyavlıyordu. Toras hemen koşarak kedinin yanına gitti. Onu kucağına aldı. Başını okşayarak sakinleştirmeye çalıştı. Kedi bu merhamet karşısında kendini Toras'ın kollarına bıraktı ve mırıldanarak uyumaya başladı. Toras'ın gözleri uzun süredir böyle parlamamıştı. Sessizce kendi lisanında: "Veras hothu." dedi. Ağzından çıkanlar, hafızasında eski hatıraları canlandırdı. O kelimeyi kullanmayalı ne kadar da uzun olmuştu sahiden? Kayıp Diyarlarda, sevdiği minik yuraka "hothu" diye seslenmişti en son. Bir yandan içinde kedinin masumiyetinden kaynaklanan sıcaklık varken diğer yandan derin hüzün ruhunun her yerini kaplamıştı. Yolculuğu boyunca sürekli farklı duygulara giriyordu Toras. Eskiden kurduğu hayalleri bir kenara bırakmıştı artık. Moras'ın intikamını almak, kız kardeşini bulmak, Batı'ya adalet getirmek... Tek istediği bir an önce bu maceranın son bulmasıydı. Sonunda ölüm olsa bile bitsin istiyordu.

Onların serüveni devam ederken Anberyon da ilerleyişini devam ettiriyordu. Bugün yakacağı köyde çok az sayıda asker vardı. Geri kalanın çoğu başka şehirlerden gelmiş tacir ve köyün yerli halkıydı. Efsanevi siyah ejderha aniden ciğerlerini alevin en safıyla doldurmaya başladı. Vücudu adeta güneş kadar parlak bir hal almıştı. Ve alev dalgalarını köyün etrafına saçmaya başladı. Masum insanların çığlıkları her yanı saracak boyuttaydı. Ama ejderhanın acısı çok büyüktü. İntikamını almak için yalnızca sorumluları öldürmeyi düşünemiyordu. Her yönü ateşle tutuşturuyor ve köylü arasında küçük, genç, yaşlı, kadın ayırımı yapmıyordu.

Öyle bir vakit geldi ki Anberyon da yorulmaya başlamıştı. Son kez içindeki alevi körükleyecek iken aniden gözleri önünde Esil Triyanon'un hayali belirdi. Büyük kral, kanatlara sahipti ve uçuyordu. Yüzünde ise ejderhanın masumlara verdiği zarardan ötürü öfke vardı. Dikkatlice eski dostunu izlemeye başladı ejderha. O incecik, yılanınkileri andıran göz bebekleri adeta yırtılırcasına gerilmişti. Sokaklarda insanlar can pazarında iken koskoca Anberyon şimdi pür dikkat Esil'in hayaline odaklanmıştı. Tahıl deposunda şiddetli bir patlama yaşanınca ejderha aniden silkelenip kendine geldi. Esil'in silüeti kaybolmuştu. Kafasını çevirip oradan uzaklaştı. Ve kendi kendine bir karar aldı. Bundan sonra sadece askerlere saldıracaktı. Sanki kıymetli dostu Esil, Anberyon'un koca suratına yaptığı hatayı çarpmıştı. Aralarında ne konuşuldu buna vakıf değiliz, ancak bildiğimiz şu ki Anberyon ilk defa vicdan azabı çekmişti. Ve yine anlaşılan o ki asırlar geçmesine rağmen kara ejderha Esil ile olan dostluğunu bir kenara atamamış, onu unutamamıştı. Vesselam...

ON HANEDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin