Moras yola çıkalı bir hafta olmuştu. Kale kapısından çıkarken Tulkas yanına geldi. Soylu genç son sözlerini söylemek istedi. "Her şey için minnettarım Tulkas amca. En zor zamanlarımda bana ve arkadaşıma kapınızı açtınız. Babamın sizin gibi dostları olduğu için çok şanslıyım. Ama artık ayrılık vakti geldi." Tulkas derin bir iç çekti. Moras'a çok bağlanmıştı. Ayrılmak zor olacaktı.
"Elveda güzel oğlum. Yolun açık olsun. Hedeflerine ulaşabilmen dileğiyle..." Moras daha fazla duygusallaşmadan oradan koşarak uzaklaştı. Arkasından ona el sallayan kralı görmedi bile. Çünkü Moras, artık önüne bakmalıydı. Önemli bir hedefi vardı. Geniş Düzlük'e gidebilmek için zorlu bir ormanın içinden geçmeliydi. Malyen'de Büyük Orman adı verilen bu yerde her türlü vahşi hayvan rahatça gezinebilirdi. Burası iki düzlüğün yani Zoki ve Geniş Düzlük'ün arasında kalan, geneli çam ağaçlarından oluşmakla birlikte kuzeye doğru ladinlerin de görüldüğü bir ormandı. Ve yine burası Güven Toprakları'nın doğusunda kalan alanda, başıboş yuraklara rastlanabilecek tek yerdi.
Yuraklar, Malyen'deki en kısa ömürlü milletti. Bunun sebebi ise yurakların atası Odhomelis'in son yıllarında yakalandığı bir hastalığın soydan soya bugüne taşınması kabul edilirdi. Hastalığın nasıl bir şey olduğu hakkında Malyen kitapları bilgi vermez. Ama kalıtsal formuyla gelecekteki tüm yurakları erken yaşta hayattan koparmış bir hastalıktı. Odhomelis ise akranlarının aksine 579 sene yaşamıştı.
Moras neyse ki Büyük Orman'da herhangi bir yurakla karşılaşmamıştı. Çünkü yurakların zeka durumu warglara göre daha iyi görünse de yabani olanları aç kaldıklarında tehlikeli olabilirdi. Aslında Malyen'de bu ayrım sadece yuraklar için söz konusudur diyebiliriz. Çünkü ırklar normalde ya tamamıyla insanidir ya da tamamıyla yabanidir. Fakat yuraklar adeta bu ikilemin içinde kendine yer bulmuş farklı bir milletti.
Moras ormanda yürürken zorlanıyordu. Hava çok soğuktu ve şiddetli bir rüzgar havaya hakimdi. Harpat'tan ayrılmadan önce kışlık kıyafetlerini ve yolda yiyeceği erzaklarını güzelce arkasındaki çantaya yerleştirmişti. Hasem'in evinde kalırken o basmaya kıyamadığı annesinin yolluğunu da peşine almıştı. Geceleri onu yere seriyor, ayakkabılarını çıkarıp üzerine attığı bir battaniye ile uykuya dalıyordu. Elbette hava soğuk olduğu için ateş yakmadan olmazdı. Andoritlilerden aldığı çakmak taşından çıkan kıvılcımlarla etrafta bulduğu çalı çırpıyı birleştirip hem ısınıyor hem de avladığı hayvan etlerini yine bu ateşte pişiriyordu. Ateş ayrıca geceleri uykudayken Moras'ı hayvanlardan koruyan bir kalkan gibiydi. Çünkü ormandaki hayvanlar ateşin olduğu yere yaklaşmazdı. Aslında bunca sıkıntıya girmeden Büyük Orman'ın etrafından da dolaşabilirdi. Ama ormanın doğusundan gitmemesi konusunda Andoritli köylülerin telkinlerini hatırladı. Batıdan yani Gri Liman güzergahından gitmek ise büyük bir riskti. Kaski Denizi'nin sahiline yaklaşmak istemiyordu. Burada Ekselon donanmaları olabilirdi ve Moras'ı gördüklerinde büyük ihtimal yakalayacaklardı. Sonrasında ise Kasdron zindanlarında çürümekten başka bir seçenek kalmayacaktı geriye. Neyse ki iki aylık yolcuğun sonunda Geniş Düzlük'teki turnuvanın olduğu yere ulaşmıştı genç adam. İçi kıpır kıpırdı. Ama bu heyecan mutluluk alameti değildi. Almak istediği meşhur intikamın sabırsızlığı idi bu.
Bu turnuvayı her sene krallar ve önemli ordu kumandanları izlerdi. Tulkas ise bu sene ki organizasyona katılamayacaktı. Bunu Moras'a da söylemişti. Zaten kral olarak yalnızca Nauselom gelmişti. Diğer protokol, üst düzey generallerden oluşuyordu. Turnuva öldürme esasına göreydi. Yani ya herkesi öldürüp birinci olursun ya da orada can verirsin mantığı hakimdi. Böyle bir turnuvaya katılmak için her savaşçı şu üç amaçtan birisini taşırdı. İlk olarak turnuva sonunda birinci olan yüksek bir parayla ödüllendirilecekti. Yani bu sebep çulsuz olan ve ailesi olmayan umutsuz birisi için ideal görülebilirdi. Bu yolu sadece insan hanedanları seçerdi. Diğer ırkların, yuraklar hariç parayla bir ilişkisi yoktu. Çünkü yuraklar bizzat yağma ve talan ile istediğini alabilirdi. İkinci amaç, Malyen'de ismini duyurmak isteyen savaşçı ruhlu insanlar veya yaratıklar içindi. Bu ve benzeri turnuvaların namı, Belin Denizi'nin doğusundaki her bir noktaya hatta bazen Darkos'a kadar giderdi. Moras'ın büyük büyük dedesi Tayberyus Triyanon'un yine böyle bir turnuvayı kazanarak ismini batıdaki ejderhalara dahi duyurduğu kitaplarda anlatılırdı. Gerçi bu isminin duyulması onun için iyi olmamıştı. Çünkü 78 yaşındayken onu bulan bir avcı ejderha ile savaşmaya kalkmış ve sonucunda yanarak hayata veda etmişti. Üçüncü kısım ise belki en onurlu mücadele olarak adlandırılabilirdi. O da intikam! Böyle turnuvalarda savaşçılar, ailesinin veya sevdiklerinin katilleri ile karşılaşma fırsatı bulabilirdi. Koskoca Malyen'de bu fırsat başka türlü bir insanın eline kolay kolay geçmezdi. Bu yolu seçenler arasında çoğunlukla insanlar olmakla birlikte azımsanamayacak kadar yurak ve warglar da yok değildi. Devler ise çok nadir kin güderdi. Onlar genelde ikinci yöntemi seçip sadece isimlerini duyurma peşindeydi. Üçüncü yöntemi seçen kişilerden biri de şüphesiz ki Moras'tı.
Moras, birinci haftadaki dövüşlerinde çok zorlanmıştı. Ne de olsa ilk defa böyle bir yerde savaşıyordu. İkinci hafta maçları biraz daha kolay geçmişti önceki haftaya göre. Git gide Moras, gladyatörlük ruhunu hissetmeye başlamıştı.
Nauselom bu turnuvaya kral olarak katıldığından onun yerine dövüşecek bir adam seçmişti. Bu adamın adı Tord'du. Devasa yapılı, güçlü kuvvetli biriydi. Onun gücü ve Moras'ın yetenekleri bu ikiliyi finale taşımıştı.
Göz göze geldi birbirini tanımayan ama kazanmak zorunda olan iki yabancı. İlk hamle Tord'dan geldi. Baltasını öyle bir salladı ki Moras kalkanını elinde zor zapt etti. Tord gözü dönmüş bir boğa gibi saldırıyor, Moras ise bir sağa bir sola kaçışıyordu. Tord'un darbelerinden çok yorulan Moras şimdi köşeye sıkışmıştı. Tam baltayı boynuna yiyecekken ani bir hareketle dizliğinden hançeri çıkarıp Tord'un bacağına sapladı. Bu acıyla birlikte Tord, Moras'ın suratına çok sert bir tokat attı. Ama bacağındaki hançeri çıkaramamış ve acı içindeydi. Olanca gücüyle baltasını yerden kaldırmaya çalışırken Moras kıvrak bir hareketle Tord'un işini bitirdi.
Kafasını kaldırdı ve Nauselom'a bakmak istedi. Ama Nauselom oturduğu yerde yoktu. Ve birden omzunda bir sızı hissetti Moras. Sağ omzundan kan damlıyordu. Daha arkasını dönemeden bir ok daha geldi vücuduna. Bu sefer ki tam sırtına isabet etmişti. Moras oracıkta yığıldı. Yavaş adımlarla Nauselom, yorgun bedenin yanına doğru yürüdü. Moras'ın başını eliyle kaldırarak: ''Bu bakışları hatırlıyorum.'' dedi. Moras: ''Ben yapamamış olsam da bir gün gelecek ve birisi çıkıp o kanlı düzeninizi başınıza yıkacak Nauselom. O günü bekle!'' dedi. Sağ eli yere düştü. Gözlerini yavaşça kapadı ve ardından sonsuz uykuya daldı.
O sabah, ihtiyar bir adam balık tutmak için sandala yaklaştığı sırada dalgaların genç bir adamı kıyıya vurduğunu gördü. Yavaşça yaklaştı ve cesedin yüzünü kendine çevirdi. Bu genci tanıyordu. Eğilip kısık sesle şöyle dedi: ''Bir gün yeniden görüşeceğimizi söylemiştim. Ama böylesini istemedim. Huzur içinde uyu evlat...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasíaON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...